Suriye-İsrail Görüşmeleri Çerçevesinde Ortadoğu'da Son Durum
Ortadoğu barış görüşmeleri ve bölgedeki gelişmelerin yorumu -Türkiye'ye benzer bir şekilde- "Yeni Ortadoğu", "globalleşme" ve "tek kutupluluk'' gibi kavramlarla açıklanmaya ya da vâki olan olaylar müthiş bir zorlamayla bu başlıklar altında toplanmaya çalışılıyor. Bu açıdan Türkiye'de tartışılan konularla Ortadoğu'dakiler arasında olayların Amerika'nın tek boyutlu penceresinden değerlendirilmesi ve kavramların bu terminolojinin mantığıyla açıklanması yönünden pek fark yok. Türkiye'deki II. Cumhuriyetçiler ve liberallerin Ortadoğu'da karşılıklarını bulmak mümkün. Yeni dünya düzeni savunucularının bu iki farklı mekanda böylesine benzeşmesinin şaşılacak bir yönü yok. Çünkü Amerika ve İsrail'in iktisadi ve siyasi hakimiyetlerine ve yenilemez olduğuna inanan insanlar iki bölgede de az değil. Örneğin, bir Arap yazar, nükleer silah ve Amerika'nın desteğine sahip bir İsrail'in yıkılmasının mümkün olmadığını, bu yüzden bölgede İsrail'in varlığını ve barışı kabullenme dışında bir çözüm bulunmadığını söylüyor. Bu anlayış İsrail'e teslimiyette birbiriyle yarışan bölge devletlerinin ve müflis yazarların anlayışını çok güzel bir şekilde yansıtıyor.
Bölgede barış görüşmelerinin kökenini hazırlayan etmenler
Bölgede değişimin uç vermesi, Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve FKÖ'nün Cezayir'deki toplantısında İsrail'in varlığını ve meşruiyetini tanımasıyla, Amerikan emperyalizminin değişimi bölgeye aynı doğrultuda yansıtması ise Körfez krizi ve sonra da Madrid Konferansı ile başladı. Daha önce gerçekleştirilen Mısır-İsrail Camp David barışı şartları olgunlaşmadığı için bölgede önemli bir değişiklik yaratmamıştı. İsrail Arap devletleri tarafından düşman olarak görülmeye ve meşruiyeti tanınmamaya devam etmişti. Fakat Körfez krizi ile birlikte bölgede tek boyutlu barışın ve istikrarın temelleri atılmaya, şartları olgunlaştırılmaya başlandı. Bu yönüyle Körfez krizinin bölgede İsrail'in meşruiyetinin tanınması açısından bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Körfez krizinin ayrıntılarına girecek değiliz. Fakat bu krizin bölgedeki devletleri İsrail'le yakınlaştırmadaki rolüne de değinmeden geçemeyeceğiz. Arap ülkelerinin bir çoğunun Irak'ın -mübalağalı bir şekilde gösterilmeye çalışılan- silah gücünden korkması ve Kuveyt'in işgal edilmesi sonucu özellikle Körfez ülkelerinde, Suudi Arabistan'da meydana gelmesinden endişelenilen meşruiyet krizi ve bölgede dengelerin değişmesi ve istikrarın bozulmasından duyulan endişe, bu ülkeleri savaşta Amerika'nın yanında yer almaya itti. Tabii bu arada eskiden beri Amerika'nın müttefiki olan ülkeleri bir kenara bırakıyoruz.
Körfez krizinde Irak'ın yanında yer alan unsurlardan biri olan FKÖ ve Arafat bu tavrı yüzünden karşılaştığı zorlukları aşmak ve bölgede oluşan yeni sistemin nimetlerinden faydalanmak için Oslo'da İsrail'le gizli görüşmeler başlattı. FKÖ'nün teslimiyetteki bu hızı bölgede koordineli bir şekilde hareket eden Arap ülkelerini şaşırtmıştı. FKÖ tam anlamıyla İsrail'in kurduğu tuzağa düşmüştü. Her ne kadar barış görüşmelerinin İslami olarak onaylanması mümkün olmasa da ulusal çıkarı açısından düşünüldüğünü varsaydığımızda, FKÖ bölgedeki diğer Arap devletleri ile yürütülecek görüşmelere katılarak İsrail'e karşı tek cephe halinde ve daha güçlü bir şekilde çıkacağı yerde tek başına Oslo'da İsrail'e zayıf bir şekilde yakalandı ve böylece Arafat, belediye başkanlığına hak kazanmış oldu. Netice itibarı ile bölgede Amerika ve İsrail'in istediği türden bir istikrarı yansıtan ''barış" sözcüğü Arafat'ın Arap ve İslam topraklarını peşkeş çekmesi sonucu her gün biraz daha fazla telaffuz edilir oldu. Şu anda bölgenin geleceği ve bölgede barış diye adlandırılabilecek bir durum Suriye-İsrail görüşmelerine bağlanmış bulunuyor.
Gelişmeleri Suriye açısından değerlendirecek olursak; Suriye 70'li ve 80'li yıllarda Varşova Paktı ülkelerinin müttefiki idi. Tüm silahlarını bu ülkelerden alıyordu, ticari ve siyasi ilişkilerindeki siyaseti bu ülkelerin siyasetiyle paralellik arz ediyordu. Bunda Suriye halkının Amerika ve emperyalizm karşıtlığının payı büyüktü.
1973 yılında Ekim Savaşı'nda bir kısım topraklarını İsrail'den geri alan Suriye'ye o tarihten bu yana Körfez krizine kadar savaş ekonomisi hakim oldu.
Ülkede ekmek, şeker ve süt gibi temel gıda maddeleri yakın bir zamana kadar karneyle satılmaktaydı. Körfez krizinde Baas Partisi'nin sağ ve sol kanadı arasında yıllardır süren gerginlik nedeniyle Suriye, Irak karşıtı kampta yer aldı. Bu gelişmeyle birlikte Suriye, bu tavrının mükafatını gördü ve kendisine 1974 yılından beri uygulanan iktisadi kuşatma kalktı.
Bölgede FKÖ'nün İsrail'le anlaşarak Arap dayanışmasını bozması, Arap devletlerinin uzlaşma arayışına ivme kazandırdı. Artık çözülme başlamıştı, kimi Siyonist yapıyla diplomatik ilişkiler kurdu, kimi ticari ilişkilerin temelini atmaya başladı.
Bölgede İsrail'e karşı kurulan cephenin en önemli ayağını oluşturan Suriye ise Siyonistler karşısında gösterdiği taviz vermeyen tutumunda kendini yalnız buldu. Madrid Konferansından sonra işgal edilmiş topraklarını geri almak şartıyla barış imzalayacağını belirtti. Suriye'nin barışla ilgili tavrındaki bu değişimin ikinci bir nedeni ise Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun yıkılması idi. Berlin Duvarı'nın yıkılmasından önce Amerika'nın uyguladığı ambargoya Doğu Bloku ülkelerinin desteğiyle direnebilen Suriye, bu bloğun çökmesinden sonra yalnız kalmıştı. Hızla eski siyasi çizgisini değiştiren Suriye, Amerika ile birçok düzeyde ilişkilerini düzeltti fakat Filistinli muhalif grupları ve Güney Lübnan'daki İslami Direnişi desteklemesi nedeniyle Amerika'nın terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkmayı bir türlü başaramadı.
Bu bağlamda Suriye'nin Amerika ile olan ilişkilerini irdeleyecek olursak; bu ilişkinin tek kelime ile ifade edilecek kadar kolay olmadığını belirtmeliyiz. Eğer ilişkilerin çok iyi olduğunu söylersek, Amerika'nın niçin Suriye'yi terörist ülkeler listesinden çıkarmadığını açıklayamayız. Kötü olduğunu da söyleyemeyiz, bu sefer de 1990 yılından sonraki gelişmeleri ve iktisadi ablukanın kaldırılmasını açıklayamayız. İlişkiler karşılıklı menfaat ve ihtiyaç duyma esasına dayanıyor.
Suriye barış görüşmeleriyle ilgili olarak gösterdiği gayret, yaptığı açıklamalarla Amerikan hükümetini barış istediğine inandırmış durumda. Örneğin İran'ın barış görüşmelerine gösterdiği tepkiye aynı şekilde karşılık vererek Amerika'nın İran antipatisinden yararlanarak kendisinin İran gibi uzlaşmaz bir tutum içerisinde olmadığını gösteriyor. Bu da Amerika nezdinde artılar hanesine büyük bir artının eklenmesi anlamına geliyor.
Fakat aynı Suriye, bölgede eskiden beri stratejik bir müttefik olarak gördüğü İran'la ilişkilerini barışın gerçekleşmesinden sonra da -aynı düzeyde olmasa da- sürdürmek istiyor. Ayrıca Filistinli gruplara olan desteği barış görüşmelerine rağmen devam ediyor. Bu noktada zihinlerde yaygın olarak oluşan kanaat, Suriye'nin Filistinli grupları ve Güney Lübnan'da Hizbullah'ı İsrail'le olan görüşmelerinde baskı aracı ve İsrail'i topraklarından çekilmeye, barışı kendi istediği şartlar çerçevesinde kabul ettirmeye zorlayan bir unsur olarak gördüğü ve bunun için desteklediği yönünde.
Suriye'nin görüşmelerdeki tutumu
Suriye'nin görüşmelerdeki tutumu iki nokta arasında bir yerde konumlanıyor. Bu noktalardan birincisi, İsrail'e teslimiyet anlamına gelen ilişkilerin "tabiileştirilmesi" ya da normalleştirilmesi şeklinde ifade edilen bir konumda yer alıyor. İkincisi ise; -ki bu barışın en asgari şartıdır- İsrail'in varlığını kabul etmekle birlikte, sürekli bir ateşkes haline benzeyen İsrail'in düşman olarak kalmaya devam etmesi, İsrail'in bölgede ve kendisi üzerinde hakimiyet kurmasına izin vermemesi durumunu ifade ediyor. Suriye'nin tutumu birincisinden çok ikincisine daha yakın gözüküyor.
İlişkilerin normalleştirilmesi, Şam'ın İsrail mallarına uyguladığı ekonomik boykotun kaldırılmasını, Güney Lübnan'daki direnişe ve Filistinli muhalif grupların desteklenmesine son verilmesini içeriyor. İsrail'in bunlarla yetinmesini beklemek safdillik olur. Arafat ve Kral Hüseyin yönetimlerinin bölgede ağırlıklarının olmamasının neticesi olarak kendilerine siyonistlerce yüklenilen rolü gereği gibi yerine getiremediklerini farkeden İsrail, Arap ülkelerini Ortadoğu pazarına ve Amerika'nın 'Yeni Ortadoğu' projesine entegre etme politikalarını Suriye'ye yüklemek istiyor. Peki Suriye bu rolü kabul edecek mi?
Ortadoğu'yla bir şekilde ilgilenenler Suriye'nin İsrail'e şu ana kadar en sert bir şekilde direnmiş ve direnişin emarelerini de İsrail mallarına uyguladığı boykotla ve Filistin'de Arafat gibi kutsal toprakları ucuza satmayıp silahlı mücadele veren Hamas ve İslami Cihad gibi grupları barındırması ve desteklemesiyle gösterdiğini ve İsrail için gerçekten çetin bir ceviz olduğunu bilirler. Suriye yönetimi, Baas Partisi'nin sol yorumunu benimsemiş ve Arap topraklarından bir karış taviz verilmemesini öngören bir ideolojinin savunucusu. Bu ideolojinin tabii neticesi olarak oluşan İsrail düşmanlığı 70'li yıllarda Sovyetler Birliği'ni, 80'li yıllarda ise İran'ı stratejik bir müttefik olarak görme olgusunu beraberinde getirdi. İsrail karşıtlığı, Suriye'de devlet düzeyinde kalan bir olgu değil. Aksine Arap yöneticilerinin birçoğunun zillet ve teslimiyetine rağmen halkların ve Suriye halkının duygularını yansıtıyor. Bir asra yakın bir süredir devam eden İsrail vahşeti bu düşmanlığın kökleşmesine ve kemikleşmesine katkıda bulunmuş.
Genelde Arap, özelde ise Suriye halkının bu duyguları ve devletin de bu duyguları ifade edecek şekildeki tavrı göz önünde bulundurulursa ilişkilerin tabiileştirilmesinin şimdilik mümkün olmadığı görülüyor. Öyleyse, Suriye'nin Ürdün'ün gösterdiği türden bir teslimiyet göstermesi mümkün görünmüyor. Fakat bununla birlikte barış sonrası nasıl bir siyaset izleyeceği tam netlik kazanmış değil.
Şu ana kadarki haberler Suriye'nin İsrail'i Golan'dan askerlerini tamamen çekmesi halinde ve 1967 sınırlarına dönmesi halinde tanıyacağını ve Şam'da sefaret açılmasını kabul ettiğini belirtiyor. Fakat İsrail'in kendisinin tanınıp tanınmaması konusunda bir kaygısı yok. Er-geç İran ve Sudan dışındaki ülkelerin kendisini tanıyacağını biliyor. Siyonistlerin temel derdi, Güney Lübnan'daki İslami Direnişin ve Filistin İslami Hareketi'nin mücadeleleri ve yıkılmaz bir kale gibi durmaları sonucu coğrafi "Büyük İsrail" hayalinden vazgeçerek iktisaden "Büyük İsrail'in kurulmasına hiç bir yardımı esirgemeyecek işbirlikçi Arap devletleri bulabilmek. Bu yüzden de bir yandan Golan'dan çekileceğini söylerken ve Suriye'nin burada tam egemenliğini tanırken, diğer yandan da tüm bunlar karşılığında Suriye'nin kendisine ne gibi tavizler vereceğini, barış sonrası ilişkilerin kendi istediği biçimde şekillenip şekillenmeyeceğini soruyor.
Görüşmelerin başlangıcında Suriye'nin işgal edilmiş topraklardan koşulsuz bir çekilme düşüncesine karşılık verir gibi gözüken ve gerçek düşüncesini gizleyen siyonist yapı, son günlerde düşüncesini net olarak ifade etmeye başladı. Bu düşünce, "İlişkilerin normalleştirilmesindeki derinlik kadar Golan'dan çekilme" başlığı altında özetlenebilir. Suriye hükümeti ve resmi gazetelerin hepsi İsrail Dışişleri Bakanı Yahud Barak'ın bu açıklamasına çok büyük tepki gösterdiler. İsrail'in demek istediği açıkça şu: Ben, barış imzalarım, ama sen de pazarını benim mallarıma açmalısın. Ortadoğu'nun benim mallarıma pazar olması için yardım etmelisin ve iki dost ülke gibi her konuda benimle yardımlaşmalısın. Benimle ne kadar işbirliği yaparsan, ben de topraklarından o kadar çekilirim. Geçmişte birçok defalar görüldüğü gibi İsrail'e elini veren kolunu kaptırıyor ve İsrail bu siyasetinden vazgeçecek gibi görünmüyor. İyice bilinmesi gereken nokta şu: Barış kılıfı altında gerçekleştirilenler, bölgede İsrail'in hakimiyetinin perçinlenmesinden, Siyonist yapıya istikrar kazandırılmasından başka bir şey değil. Çünkü savaş durumunun devam etmesi demek, bölgede İsrail'e ve emperyalizme karşı oluşan direniş ruhunun daha bir güç kazanması ve İsrail'in bölgede tabii olmayan bir unsur olduğunun tarihe hiç silinmeyecek bir şekilde kazınması anlamına gelir. İsrail ise böyle bir durumla karşı karşıya kalmaktansa, bir iki belediyeden fedakarlık yapmayı, başına bela olan Gazze'yi ve kendi kontrolü altındaki Eriha'yı gözden çıkarmayı -tabii ne kadar gözden çıkarma denirse- göze alacaktır. Aynı şekilde Golan gibi önemli stratejik bir alandan çekilmeye ancak ezeli düşmanı Suriye'nin ebedi bir dosta dönüşmesi ya da bir başka ifadeyle bölgede kendisine tehdit oluşturan tehlikeli bir unsurun varlığını pekiştirecek bir unsura dönüşmesi halinde razı olabilir.
Son günlerde görüşmelerin, medyanın da şişirmesiyle olumlu yönde geliştiği intibaı yayılmaya çalışılıyor. Görüşmelerde oluşan bu iyimser havanın, Şimon Peres'in barışsever açıklamaları, Siyonistlerin yapısının değiştiği, Peres'in selefi Rabin'den daha insancıl olduğu, İsrail'in Ortadoğu halklarını teb'a olarak gören Büyük İsrail tezinden vazgeçtiği izlenimini yaratabilir. Böyle bir şeyin söz konusu bile olması mümkün değildir. Bu konuda meydana gelen olay, Amerikan emperyalizminin ve siyonizmin hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı metod ve üslupta bir dönüşümden ibaret sadece. Örneğin İsrail'i her gün tedirginlik içinde yaşatan bir Nil'den Fırat'a kadar Büyük İsrail'dense, meşruiyetinin tanınmasını sağlayan ve istikrarını teyid eden iktisadi "Büyük İsrail" her zaman için siyonistlerce tercih edilecektir.
Ayrıca İsrail bölgede gelişen ve giderek tek belirleyici güç haline gelen İslami hareketleri de göz önünde bulunduruyor. İsrail'in barış konusunda bu kadar aceleci olması sadece seçimlerin yaklaşmasıyla açıklanamaz. Filistin'de ve bölgede gelişen İslami hareketlerin halkın güvenini kazandığını dengeleri değiştirecek bir unsur olarak yakın bir gelecekte Ortadoğu'da yerini alacağını biliyor. Bölgede yükselen ve halkın duygularını ifade eden İslami uyanışın diğer Arap devletleriyle İlişkisini etkilemesinden ve gerçekleşmesi beklenen barışın bozularak siyonizmin tekrar başladığı yere, yani 1948 yılına dönmekten korkuyor.
Suriye görüşmelerde hiç aceleci görünmüyor, işgal edilmiş topraklardan tam bir çekilme olmadan barış sözcüğünden bahsetmeye hiç niyetli değil. Bu da İsrail'i endişelendiriyor. Çünkü bölgede Suriye ile anlaşma olmadan barışın gerçekleşmesi mümkün değil. Birçok Arap ülkesi İsrail ile ikili ilişkilerini sağlamak için İsrail-Suriye görüşmelerini bekliyor.
İsrail ise iki arada bir derede bulunuyor. Peres hükümeti barışta acele etmek istiyor. Çünkü seçimler yaklaşıyor. Fakat barışın gerçekleşmesi için İsrail'in tavizler vermesi, işgal edilmiş topraklardan tamamen çekilmesi gerekiyor. Bu sefer de Siyonist ve bağnaz yahudi toplumunun tepkisinden korkuyor. Karşısındaki ise Suriye, Ürdün ya da Mısır değil, ulusal ve vatani haklarının zerresinden vazgeçmeye niyetli görünmüyor. İşte İsrail'in işini zorlaştıran ve Washington'da süren barış görüşmelerini çıkmaza sokan nokta da burası. İsrail tarafı çeşitli oyunlar deneyip hasmını yokluyor, Suriye ise ilkelerinden vazgeçmiyor. Barışın ön şartı olarak Birleşmiş Milletler'in İsrail'in Golan'dan çekilmesi ile ilgili kararların tam ve eksiksiz olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor. Bunun karşılığında İsrail barış gerçekleşmeden ve işgal edilmiş topraklardan çekilmeden Suriye'nin kendisine teslimiyet göstermesini, işini kolaylaştırmasını bekliyor. Fakat Suriye tam çekilme olmadan İsrail'le olan ilişkilerini "düşman" kavramı altında belirlemeye kararlı görünüyor. Örneğin "Yeni Ortadoğu"nun temelini atacak bir zirve olarak nitelenen Amman İktisat Kongresi'ne katılmıyor, İsrail mallarına uyguladığı boykota devam ediyor. Oslo Anlaşması'na karşı olan Filistinli grupları desteklemekten vazgeçmiyor, Güney Lübnan'daki direnişi destekliyor. Kısacası İsrail'i sıkıştıracak tüm kozları kullanıyor.
Basında estirilen iyimser havaya rağmen artık biliniyor ki, Suriye-İsrail görüşmeleri geldiği nokta itibariyle çıkmaza girmiştir. Görüşmeleri çıkmaza sokan nokta ise, İsrail'in hiçbir şey vermeden çok şey istemesi, Suriye'nin de hiçbir hakkından taviz vermemesidir. Suriye, Golan ve '68 öncesi sınırlara çekilmeyi barış masasına getirmeyi ve pazarlık konusu yapmayı reddediyor. Suriyeli yetkililer bunun en doğal hakları olduğunu, Birleşmiş Milletler kararlarının uygulanması için İsrail'in şartlar öne sürmesinin ve bu kararların uygulanması mukabilinde ne gibi cazip tekliflerle gelineceğinin sorulmasının dünyada görülmemiş garipliklerden olduğunu belirtiyorlar.
Görüşmelerde üzerinde anlaşılamayan ihtilaf noktalan ise şunlar:
1- En önemli anlaşmazlığı İsrail'in Golan'dan çekildikten sonra muhtemel bir Suriye saldırısına önlem almak için burada erken uyarı sistemi kurmak istiyor. Suriye ise bunun ulusal egemenlikle bağdaşmadığını, kendi toprakları içerisinde hiçbir ülkenin istihbari faaliyet yapmasına izin vermeyeceğini belirtiyor.
2- İsrail, Rabin ölmeden önce Golan'dan çekilmeyi 5 yıllık bir süre içerisinde öngörüyordu. Suriye ise bunun tartışılmayacak kadar saçma bir teklif olduğunu belirtip, doğrudan reddetti. Peres ise çok daha kısa bir zaman dilimi içerisinde çekineceği konusunda garanti vererek bu madde uyuşmazlık konusu olmaktan çıkarıldı.
3- Diğer bir önemli husus da, çekilmenin hangi sınırlara kadar yapılacağı. Suriye bu çekilme işleminin 1968 sınırlarına kadar olması gerektiğini belirtirken İsrail sadece Golan'dan çekilmeyi düşünüyor. 68 sınırları Golan'ın yanında Suriye-İsrail sınırı arasındaki uluslararası sınırlarının batısını da kapsıyor. Bu bir kaç kilometrekarelik alanın önemi, su kaynaklarını, Taberiye gölünün batı yakasını kapsamasından ileri geliyor.
4- Suriye, toplu imha ve nükleer silahların tamamen yok edilmesini savunurken, İsrail bölgede barışı ve uzlaşmayı kabul etmeyen İran, Libya ve Irak bu konumlarını korudukları müddetçe nükleer silahlarını imha etmeyeceğini söylüyor.
5- Peres eski şartların yanına bir yenisini ekledi. Golan'dan çekilme işlemi sonrası burasının askerden ve silahtan arındırılmış bölge ilan edilmesini istiyor.
Görüşmelerde bu yazının kaleme alındığı tarihe kadar hiçbir somut ilerleme kaydedilmedi. Arap dünyasında da eksik olmayan Amerikancı basının şişirmeleri de bu görüşmelerin ilerlemesine maalesef (!) bir katkı sağlamıyor.
Şartların oluşması ve görüşmelerin ciddiyetle adlandırılması başka, temel ve öze ilişkin meselelerde bir sonuca ulaşmak başka bir şeydir.
- Yenilenmek ve Gelişmek
- Demokrasi Kumarında İktidar Hayali
- Medeniyet Çatışması Değil Kapitalist Saldırı
- Sistem yeni krizlere gebe
- Kürt Sorunu Çerçevesinde Mazlumiyet ve Abdülmelik Fırat
- Metin Yüksel’e Anma Programı
- Har(a)ç Değil Sistem Sorunu!
- İstanbul'da 'Kudüs Günü' kutlamaları
- İstikbara karşı mücadele her alanda netleşmelidir
- 'Su Sorunu'nu Ulus Devletler Üretti
- Suriye-İsrail Görüşmeleri Çerçevesinde Ortadoğu'da Son Durum
- Nasrullah: “Biz İsrail'le barışın düşmanıyız!”
- Gelecek Korkusu
- Bir İman Toplumu Olarak Ümmet
- 'Sabır' Uzlet Değil Etkinliktir
- Bir "Kur'an Sempozyumu" Daha
- Sudan emperyalist kuşatmaya boyun eğmeyecek! -2
- Dünyadan Haberler
- Vahye Tanıklık ve Şehadet
- Pendik Belediyesi’nde İslami Hareket Paneli
- Mahkemeler
- Hak ile Tavsiyeleşmek
- Ayakları Yere Basmak
- Hayata ve Ölüme Dair
- Yaz bana, dua et bana