1. YAZARLAR

  2. Sevgi Engin

  3. Sürgünlerin Hüznü

Sürgünlerin Hüznü

Mayıs 2002A+A-

Kraliçenin Ülkesindeki genç ressam İlhan Yıldırım'a

Otobanların kenarlarında yeşil ormanların, gürültü önleyici ses duvarlarının bütün yollar boyunca sıralandığı bir ülke burası. Düzen, disiplin, organize ülkesi, Benim yeni ülkem.

Belki bu denli düzenden sıkıldığımdan, belki özlem dolu yeni baharlara girişimden, belki Yunus misali yorgunluktan hiç de hesaplamadığım bu yolculuğa çıkıyorum.

Biran önce bitmesini diliyorum, bu yeşil duvarlar sona ersin bir an önce, bu beton duvarlarla gösterilen düzenin, o her şeyi düşünmenin, o her şeyin yerli yerince yapılmasının getirdiği ölçülülük yok olsun biraz. Yolda giderken sonsuz ovalar çıksın karşıma. Güneş o çıplaklıkla parıldasın, uzaktaki dağların karlarının soğukluğu titretsin içimi. Bir an önce bitsin bu yeşil duvarlar.

Bir kadın tarafından yönetildiğinden mi, güneşli havalarda sokaklara atılmış kahvelerin sevimli masalarından mı, balkonlara asılmış çamaşırların bütün bir kenti mahalleli tanıdıklığına çağıran o senli benli oluşundan mı, sokaklarda yerlere atılmış poşetlerin, kağıtların o dağınık ama sıcak dost evlerine hiç habersiz gidiverme özgürlüğünü çağrıştırdığından mı, yoksa bütün bu dağınıklığın, bütün bu düzensizliğin ülkeme dair yaptığı hatırlatmadan mı bilinmez hep sevinç duyarak, hep iç evrenimde sevinç kuşları uçurarak giriyorum Kraliçenin Ülkesi'ne.

Dağınık pencerelerin, rengarenk dünya insanlarının beni karşıladığı bu ülke tanıdık bir yerden bana. Çok öncesinden, yıllar öncesinden. Hiç gelmedi o zamanlar buralara biliyorum, ama ben burada yıllar öncesinde bıraktığım o genç kadını arıyorum.

Hatıraları değil, diri umutları olan, tecrübeleri değil, onu ileriye götüren, onu şehadete çağıran, onu isyanlara çağıran, onu yaşamaya çağıran umutları olan o gözleri ışıltılı kadını burada bulacağım duygusuna nereden kapıldığımı bende bilmiyorum.

Üniversite eğitimi sırasında evlenen, inançlı bir duruşla eşinin yanını seçen, mütevazi bir hal ile yeri ve zamanı geldimi evine çekilen o kız mı yoksa benim aradığım gözleri ışıltılı, martı yürekli kadın?

Yoksa eşinin ardından buralara gelip oğlunu yetiştirmeye çalışan, ailesi için biraz geride duruştan başka şimdilik bir seçeneği olmayan diğeri mi?

İkisi de olmadığını, yıllar öncesinden aradığım o cesur ve inançlı kadının ikisi de olmadığını hiç beklemediğim bir öneri ile gelen telefondan sonra öğreniyorum.

Buradaki bir ressam arkadaşın atölyesindeki resimleri görmeyi ister miydim?

Bu ne güzel bir cümle. Burada ressam bir arkadaş var, ressam arkadaşın atölyesi, atölyesinde resimleri var.

Dışarı çıkıyorum. Benim yeni ülkemde hiç alışık olmadığım bu düzensiz hayatın içinde o inanç kadınını arıyorum. Yanındaki küçük çocukla hızlı adımlarla bir yerlere yetişmeye çalışan şu karşıdan giden siyahlı kadın mı yanında yürüdüğüm, uzaktan gelmiş konuklarını büyük bir özveri ve ibadet bilinciyle ağırlayan henüz umutları olan, henüz hayata dair çizikleri olan, hayatını eşinin yanında anlamlandıran ışık yüzlü bu genç kadın mı yoksa. Kapısını çaldığımız evin girişinden resimlerini ziyarete geldiğim ressama dair işaretler arıyorum. Genç bir anne karşılıyor beni.

Genç bir anne hiç farkına varmadan o yitik kadına götürüyor beni.

Gece. Hep gece. Hep tepsi gibi bir ay gökyüzünde parlıyor. Gecenin karanlığını, karanlığın soğukluğunu parlayan bir ay ısıtıyor, ısıtıyor. Bir adam bütün resimlerde sırtını bana dönmüş, başını göğe kaldırmış ayla sohbet ediyor. Yan yana asılmış küçüklü büyüklü bütün resimlerde o aynı adamın öyküsü bir şiir gibi duvarları süslüyor. Adam bazen ayın önünde ay ile halleşmede. Bazen toprak bir evin önünde Peygamber ile; o toprak evin mumla aydınlatılmış odalarının pencerelerinden yükselen Allah seslerinde aradığını bulan, kapıya gelip şehadetini sunan adam o, Hep yalnız. Dünyaya geldiğimiz gibi, Rabb'e gideceğimiz gibi, aslında bütün bir hayatı sürer gibi, kırık yüreklerimiz, yorgun gönüllerimiz gibi, titrek yüreğiyle, suç işlediğini bile bile yurdunu terk eden kaçak ve günahkar Yunus gibi, günahını bilip Tevbe kapısının başında umutla bekleyen Yunus gibi...

Belki bir sürgün gibi. Ülkesini, dostlarını, gönlünü geride bırakmış Musa gibi, gözyaşları yanaklarını ıslatan Muhammed gibi, tüm bir güçsüzlüğüne sadece inancını ekleyen, sarsak adımlarla kendilerinden öncekilerin oluşturduğu izi sadece takip etmeye çalışan yorgun gönüllü bir sürgün gibi yalnız bu adam...

Her gün, ayın karşısına dikilip sessizliğinde halleşen adam gibi bazen hüzünlü, bazen umutlu sessiz söyleşilerin eşliğinde onu anmanın, onunla var olmanın büyüsünde belki de, bu hayatın tek gerçeğini dile getiriyor o inanmış, cesur sesiyle: "Bizden öncekilerin başına gelmeden cennete mi gireceğiz."

Bu yeryüzü yalnızlığı, bu parıldayıp ısıtan ay, bu toprak damlı kerpiç evler beni hep Allah'a, beni hep Peygamber'e götürüyor. İçimi sevinç, ama nasıl olduğunu da anlayamadığım bir hüzün de kuşatıyor.

Yanımdaki genç arkadaşım, bu yalnızlığın, bu toprak damlı evlerin, ressamın geride bıraktığı ülkesini, yabancı bir ülkede ki okyanus yalnızlığını, artık harabeye dönüşmüş evlerde geride bırakılan her şeyin eskisi gibi olmayacağını anlattığını söylüyor.

O nereden gelip içime yerleştiğini anlayamadığım, beni hem sürgünde müslüman bir sanatçının, varlığıyla gönendiren, heyecandan yüreğimi titreten, hem de bu görsel şölenin içine girip bana hiç de uzak olmayan o hüzünlerle neden böylesi sarmalandığımı daha yeni hissediyorum.

Allah'a yakın olmak ile, Peygamber'in yolunun takipçisi olmak ile, ülkenden, dostlarından, ailenden, anılarından ve kendinden zorla koparılmak arasında öylesine doğrudan bir ilişki var ki, birden Varaka'nın sözünü şaşkınlıkla yineleyen Rasul'ü anımsıyorum: "Beni yurdumdan mı uzaklaştıracaklar?"

Şimdi ben o gecede, o mehtabın karşısında, ardımda bıraktığım her şeyin birer enkaza dönüştüğünü, ardımda bıraktığım her şeyin artık eskisi gibi olmadığını bilmemin o hüznünü kuşanıp bütün bir yalnızlığımla çıkıyorum Rabbimin yanına. Peygamber'in karşısında tebessümle susuyorum. Seni hissediyorum demek istiyorum yalnızca. Mekke'yi terk ederken hissettiğin gibi.

Bütün sürgünler, bütün hicretler aynı aydınlık yolu takip edenlerde o hep aynı sevinci ve hüznü oluşturuyor. Aradığım ışıltılı gözlü kadın işte bu canlı renklerle bezeli, duvarlarda anlatılan öykünün içinde devam ediyor yaşamına.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR