Sünneti İhyada Örnek Bir İstişare: Sünnet Sempozyumu
Bugün Müslümanların içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve kültürel bunalımdan tek çıkış yolu İslam dininin doğru anlaşılmasıyla başlar. Bu hedefe ulaşmanın tek yolu tevhid mücadelesinin öncüleri olan rasullerin ihya ve ıslah geleneğine sahip çıkmaktır. Kaybedilen ümmet bilinci ancak tarih boyunca dinin ana kaynağı etrafında oluşturulan bidat ve kirliliklerden arındırılması ile yeniden kazanılabilir. Ana kaynağımız Kur'an ve Hz. Rasul'ün onu pratize edişi olarak sünnet, dinin ayrılmaz iki unsurunu ifade eder. Fakat Kur'an ve sünnet etrafında oluşturulmuş muharref kültür bizi sahih bir anlama eyleminden alıkoymaktadır. Özellikle Hz. Peygamber'in örnekliği etrafında oluşturulan yanlış anlayışlar bu problemin en önemli hususunu oluşturmaktadır. Gerek mevcut geleneğin aşırı yüceltmeci önyargılarla ve tarihsel şartların darbeleriyle şekillenmiş insanüstü peygamber algısı gerek modern anlayışların şekillendirdiği nebevi örnekliği devre dışı bırakan Rasul tasavvuru hem sünnetin hem de bu sünnetin teorisini ifade eden Kur'an'ın doğru anlaşılıp yaşanmasını zorlaştırmaktadır. Bize göre bu zorluğu aşmanın anahtar çözümü Rasul'ün ahlakının Kur'an olduğu vurgusunun esas alındığı vahiy temelli bir sünnet anlayışına ve bu anlayışa ulaştırıcı bir usule sahip olmaktan geçer.
Hz. Peygamber'in güzel örnekliğine ulaştırıcı bir usul kaygısıyla Diyanet Vakfı 2001 yılının Nisan ayında "İslam'ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri" başlıklı bir sempozyum düzenlemişti. "İslam Kültür ve Medeniyetinin Kurucu Öğesi Olarak Sünnet", "Sünnet-Hadis Karşıtı Söylemler", "Sünnet ve Hadisin Anlaşılması Sorunu", "Hadis Kaynaklarının Değerlendirilmesi" başlıklarıyla dört oturum halinde 26 tebliğin sunulduğu ve yirmiye yakın müzakerecinin tartışmalarda bulunduğu sempozyumun yazılı hale getirilmesi sonucu yaklaşık 750 sayfayı bulan dev bir eser oluştu ve Diyanet Vakfı Yayınları bu eseri 2003 yılının Nisan ayında okuyucuların hizmetine sundu.
Sempozyumda mevcut sünnet malzemesine eleştirel bir yaklaşımla bakılması gerektiği görüşü tebliğde bulunan katılımcıların çoğunluğunun benimsediği bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Hadis külliyatına yapılan eleştirilerin çoğunluğu sübut, yorum ve bağlayıcılık noktasında yoğunlaşmıştır. Bununla beraber azınlıkta olmakla birlikte sunulan bazı tebliğlerin mevcut hadis geleneğinin ihyasına yönelik özetlemeler şeklinde olduğu söylenebilir. Konuşmaların yazılı hali olarak esere bütüncül olarak bakıldığında mevcut hadis usulüne çok köklü eleştiriler getirildiği, peygamberin bütün tasarruflarını vahiy olarak algılayan, hadislere dair geçmişte verilmiş hükümlere kutsallık ve dokunulmazlık addeden anlayışlara sert tenkitlerde bulunulduğu dikkat çekmektedir. Klasik hadis usulünün temel tezlerini tekrar eden oturumcular tarafından bu eleştirilere herhangi bir biçimde cevap verilmemiş, hatta geleneğin temellerini sarsan bu tenkitlere neredeyse hiç değinilmemiştir. Eleştirilere cevap olmak üzere sunulan birkaç tebliğde ise asıl tenkitlerin bizzat geleneksel metodolojiye yapıldığı görmezden gelinerek mevzi savunmalarda bulunulmuş, zaten sahihliği ve güvenilirliği tartışılan klasik normlar tekrar edilmiştir. Bu cevap veremeyiş halinin nedeni ya tenkitlerin kayda değer bulunmamış olması ya da hadis ehlinin elindeki usulün bu eleştirilere verebilecek sistematik bir cevabının olmayışından kaynaklanmıştır ki sempozyumda sunulan tebliğlerin %90'ının bu tenkitleri konu alması ilk ihtimaldeki görmezden gelmeyi imkansız kılmaktadır.
Ortaya çıkan bu düşündürücü tablo sünnetin anlaşılması hususunda öncelikle hadis usulü olmak üzere geleneksel malzemenin elden geçirilmesinin ve sağlıklı bir anlayışla değerlendirilmesinin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu ihtiyaç birçok katılımcı ve müzakereci tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca sünnetin anlaşılmasında hadis rivayetlerinin bugün Müslümanlara katkı sağlamaktan ziyade, İslam dünyasına egemen olan sağlıksız Allah, İslam, tarih, insan, toplum ve tabiat anlayışının sürdürülmesinde olumsuz rol oynadığının altı çizilmiştir. Bu sağlıksız anlayışları aşmanın yolu ise epistemolojik ve metodolojik açıdan eleştirel yönü ağır basan bir usulle mümkün olabilir. "Böyle bir usule ancak Ebu Hanife, Şatıbi, Abduh gibi dirayet ehlince temsil edilen dini anlamada rey ve içtihadı önceleyen usulün canlandırılması ile ulaşılabilir" vurgusu tebliğlerde ön plana çıkan vurgular arasındadır. Müslümanların içinde bulunduğu zihni durağanlığın İslam düşünce tarihindeki ihya ve ıslahçı geleneğin takip edilmesi ile aşılabileceği belirtilmiştir. Bu husustan hareketle sempozyumda birçok müzakerecinin işaret ettiği temel nokta hadis rivayetlerini tenkit etmenin sünneti reddetmek demek olmadığı, bu iki hususun aynılaştırılmasının hiçbir gerçekçi veriye dayanmadığıdır. Bu anlamda hadisleri tenkit iddia edildiği gibi modern döneme has, oryantalist faaliyetlerden beslenen çabalar olarak görülemez ve bu çabalar dinin anlaşılmasında nebevi rengi reddeden modern anlayışlarla irtibatlandırılamaz.
"Kur'an İslamı" söylemi hiçbir tarihi gerçekliğe dayanmaz ve bu anlamda köksüz bir tasavvurdur. Dolayısıyla bu söylem, hadislerin Hz. Peygamber'e aidiyetini sorgulayan tenkit geleneğinden ayrı görülmelidir. Çünkü iki akım arasında ne tarihi olarak ne de muhteva ve amaçlar açısından hiçbir benzerlik yoktur. "Kur'an İslamı" söylemi geleneğin açmazlarına karşı Kur'an'ı esas alan bir arınmanın ve yeni bir usulün inşasının imkansız olduğunu kabullenmiş bir ümitsizliğin sonucunda ortaya çıkmışken, mevcut malzemeyi tenkit ederek sağlıklı bir usule ulaşmanın temel bir ihtiyaç olduğunu savunan ihyacı ve ıslahçı çizginin devamdan bunun mümkün olduğuna inanmaktadırlar ve bu yolda gayret sarfetmektedirler.
Ehli Sünnet'in hadis konusunda sahip olduğu usulünü tartışmaya ve her türlü eleştiriye kapalı tutmak adına bidat ehli olarak nitelediği diğer görüş sahiplerini ve özelde Mutezile'yi sünnet inkarcısı olarak takdim etmesi hususu da sempozyumda ele alınıp tartışmaya açılmıştır. Sonuç olarak şu tespitler ortaya konmuştur: Mutezile ile hadisçiler arasında yaşanan temel mücadelenin hadis veya sünnet reddiyle hiçbir ilgisi yoktur. Hadisleri kabul şartları, bu mücadelenin sadece bir boyutunu oluşturur. İhtilafın asıl sebebi itikadi ve siyasi anlaşmazlıklardır. Mutezile, Ehli Sünnet'in aksine rivayet konusunda çok titiz davranmış, Kur'an'a, akla ve birbirine zıt rivayetleri reddetmiş, ahad haberlere dayanılarak akaid oluşturulmasına karşı çıkmıştır. Dolayısıyla muhaliflerin yazdıklarına ve geleneğin önyargılarına dayanarak Mutezile'yi sünnet İnkarcısı ilan eden, akla önem verdikleri için onları çağdaş Batı düşüncesine bir tepki olarak ortaya çıkmış bulunan ve hemen hemen hiçbir Mutezili kaynaktan beslenmemiş olan modernist akımların arka planı olarak gören, sünnet inkarcısı hareketlerin eski uzantısı olarak gösteren düşüncelerin, bilimsel temellere dayanmayan yakıştırmalardan ibaret olduğu yüksek sesle dile getirilmiştir.
Sempozyumda ulaşılan sonuçlardan bir diğeri halkın aldığı geleneksel eğitim sonucu sahip olduğu din anlayışlarının, peygamber tasavvurlarının uydurma ve asılsız rivayetlerce belirlenmiş olduğudur. Popüler tefsir, hadis ve irşad-vaaz kitaplarında yer verilen pek çok hadisin İsrailiyyat ve uydurma rivayetlerden oluştuğu belirtilmiş, Hz. Peygamber'i yüceltmek ihtiyacı içinde olan hadisçilerin Nur-i Muhammediye ve bunun gibi anlayışları içeren ilk dönem hadis kaynaklarında yer almayan ve hadis usulü kriterleri ile bağdaşmayan pek çok rivayeti naklederek harikulade bir peygamber portresi oluşturmaya çalıştıklarına işaret edilmiştir.
Değinilen bir başka konu başlığı hadiste "İçtihad Kapısının Kapatılması" sorunudur. Meseleye ibn Salah örneği üzerinden yürütülen bir araştırma ile değinilmiş, bu araştırmada gelenekte hadis ehlinin rivayetçi usulünün hakim olmasının ardında yatan rey ve akıl karşıtı, saltanatçı siyasetleri ve dünya görüşünü ortaya koyması açısından ilginç verilere yer vermektedir. Hadiste içtihad kapısının kapatılması ile daha önce serbest bir platformda yürütülen rivayet tenkidi ve içtihad faaliyetti dur(durul)muş, hadislerin sıhhatinin belirlenmesinde temel ölçüt Buhari ve Müslim gibi hadis imamlarının hükümleri olmuştur. Bu dönemden itibaren bu kitaplardaki hadisler bir kutsallık ve dokunulmazlık kazanmışlardır.
Sempozyuma İSAM'dan katılan Recep Şentürk'ün "Hadis Rivayet Sisteminin Sosyolojik Boyutları" isimli tebliği üç günlük sempozyum süresi boyunca hadis ehlinin tezlerini savunma anlamında ortaya konulan en iddialı ve ilginç tebliğlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Şentürk, rivayet sisteminin İslam dininin tek bir yapı ve bütünlük içinde yaşanmasını sağlamış sosyolojik bir zincir olduğunu öne sürdüğü tebliğinde hadis rivayet sistemi sayesinde dinin bugüne sağlıklı bir biçimde ulaştığını ileri sürmüştür. Şentürk, hadis rivayetinin gayet sağlam temellere dayandığını bu şekilde farklı bölgelerde yaşayan Müslümanların ortak bir sünnet anlayışına kavuşmuş olduğunu iddia etmiştir. Oysa en yaygın rivayetlerde bile lafız birliğinin sağlanamamış olması, sünnetin sözlü ifadesi olarak hadislerin mefhum-mantuk ilişkisi, esbab-ı vurudu, delaleti gibi hususlardaki müphemlik ve farklılıkların birçok ihtilafa neden olması sünneti koruyanın hadisler olduğu iddiasının pek de gerçeği yansıtmadığını düşündürmektedir. Hadis malzemesi bu haliyle ümmet için bir ittifak zemininden çok bir ihtilaf kaynağı olmaktadır. Sünneti koruyan, sübjektif yorumlara imkan veren bu karmaşık rivayet sistemi olamaz. Sünneti bugüne taşıyan ve fiili olan da tevarüs edilegelen bir toplumsal geleneğin/yaşayan sünnetin varolmasıdır. Bu mütevatir uygulama nebevi örnekliği kesintisiz olarak bugüne aktarırken, sünnetin içeriğini muharref gelenekle aynılaştırarak geleneğin açmazlarını meşrulaştırmaya çalışan anlayışlar sünnetin doğru anlaşılıp yaşanmasının önünde en büyük engeli oluşturmaktadır.
İhyacı geleneği kendine örnek alan tenkitçi yaklaşımları modernleşmenin etkisi ile ortaya çıkmış ve oryantalizmden beslenen tepkisel ve tasfiyeci hareketler olmakla itham eden Şentürk'ün bu iddiasını bizzat sempozyumda dile getirilmiş çok sayıda bilimsel veri yalanlamaktadır.
Sünnetin temel meseleleri olarak gayri metluv vahiy ve hadis tartışmaları, Rasul'ün gayb bilgisi, hadislerin amelde ve itikatta bağlayıcılığı sorunu gibi birçok hususa sempozyumda dolaylı olarak atıfta bulunmakla yetinilmesi önemli bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir. Zikredilmekle beraber üzerinde yeterince durulmamış konulardan biri de sahabe tanımı ve sahabenin udulü konusudur. Bu konuda "Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin Tahlili" başlığıyla sunulan tebliğ, hadisçilerin sahabe tanımlamasının yerine fıkıhçıların tanımının tercihinin daha isabetli olduğunu belirtmesi açısından olumlu bir yaklaşım içerse de sahabenin adaleti konusunda geleneğin kabullerine aynı cesur eleştiriyi getirememiştir. Sahabeye duyulan güvenin tümüyle zedelenmesi ve sahabenin isnat zinciri halkasından silinmesi endişesi ile ihtiyatı elden bırakmayan, hadis ravisi olarak sahabeyi tenkit dışı bırakan bir yaklaşımla geleneğin dokunulmazlık teorisi haklı gösterilmeye çalışılmıştır. Ancak bu endişenin yersizliği ve Hz. Peygamber'in hadisi ile aramızdaki ilk ve en önemli halkayı ifade eden sahabenin doğru algılanması hususunda daha derinlikli mülahazalarda bulunulmasının gerekliliği müzakereciler tarafından da bir eleştiri olarak dile getirilmiştir. Bu temel konular tebliğlerde ihmal edilen önemli nirengi noktalardır. Ancak tüm bu eksikliklere rağmen sempozyum, sünnet konusunda oluşturulmuş yanlış anlayışların ve geleneksel tabuların aşılması hususunda önemli eleştiriler ve değinilerde bulunulmasına hizmet etmiştir ve bu açıdan takdir edilmesi gerekli bir kaygının ürünüdür. Şüphesiz bu da azımsanamayacak bir iştir ve akademik çerçevede sünnetin anlaşılmasına dönük istişarelerin belki de ilk adımını oluşturmaktadır. Bu adım aynı zamanda akademik camianın sünnet konusundaki fikri atmosferini ve gerilimlerini kamuoyuna yansıtması açısından ilgi çekici bir çalışmadır.
Hz. Peygamber'in sahih örnekliğine ulaşma kaygısıyla yapılan bu faaliyetin sadece bir başlangıç olması gerektiği kanaatindeyiz. Yapılan bu başlangıcın ortaya koyduğu temel husus mevcut geleneğin muharref alışkanlıklarıyla beraber yaşatılması ya da bu geleneğin muharreflikten Kur'an'la arındırılması yönünde cesur bir tercihin yapılmasının zorunlu olduğudur. Bu bağlamda sempozyumda Ali Akyüz tarafından sunulan Kur'an'da Rasul'ün konumunu sadece ayetlerle anlatan tebliğ tercihini ikinci yönde yapan Kur'an yolcularının temel hareket noktası olmalıdır.
Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen bu sempozyumun Kutlu Doğum Haftası'nda düzenlenmesini gelenekte kutsal gün ve gecelere atfedilen önemin ayinsel ve bidatvari bir içerikten arındırmaya yönelik bir çaba olarak algılıyoruz. Hz. Peygamber sevgisinin şekilsel ve Kur'an dışı ritüellere sarılmakla değil, Rasul'ün Kur'an'ı yaşamlaştıran örnekliğinin izini sürmekle mümkün olacağına inanıyoruz. Bu yöndeki çabaların devamını bekliyoruz.
- Yeniden Üretilen Kemalizme Hayır!
- Despotizmin İktidarına Son Vermek İçin: Halk Göreve!
- İşbirlikçi Gelenek ve Tutarsız Karşı Çıkışlar
- Beyazıt'tan Yükselen Ses: "Yaşasın Küresel İntifada!"
- 27 Eylül İntifada Günü
- İslam'a Yönelik Küresel Kuşatma ve Türkiye Gerçeği
- Avrasya Maratonunda Polisten Gözaltı Mesaisi
- İşgal Suçuna Ortak Olunmasın!
- 27 Eylül ve Direnişe Sahip Çıkmanın Onuru
- DGM Hukuku ve Süleyman Kurşunun Tutuklanması
- Irak'a Asker Yollanması ve Muhtemel Sonuçları Tartışıldı
- Başörtüsü Onurunu Koruyanlara Selam Olsun!
- İLKAV Konferans Salonu Kapatıldı
- Haksöz Susmayacak!..
- Eğitim Politikalarında Sivilleşme Sancıları
- Darbe Kışkırtıcısı YÖK'e Sezer'e Protesto
- Bir Sistem Sorunu Olarak YÖK
- Cuntanın Zorba Uşağı YÖK, 6 Kasım'da Protesto Edildi
- Almanya'da Başörtüsü Tartışması
- Almanya'da Başörtüsü Tartışması
- Avrupa (ön) yargısı ve Başörtüsü
- Avrupa’da Başörtüsü
- Avrupa’da Başörtüsü Tartışması
- Avrupa’da Başörtüsü
- Almanya’da Başörtüsü Tartışmaları