1. YAZARLAR

  2. Ömer Yılmaz

  3. Soygun ve Talan Stand By'a Dahil mi?

Soygun ve Talan Stand By'a Dahil mi?

Ocak 2000A+A-

50 yıl içerisinde IMF ile 6. stand-by antlaşmasına varıldı. Her defasında olduğu gibi yine istikrarı yakalama ve düzlüğe çıkma hedefleriyle takdim edilen antlaşmanın sihirli sözcüğü yine bildik bir beste: "Kemerler biraz daha sıkılacak." 3 yıl içerisinde aşamalı olarak alınacak 4 milyar dolarlık kredi karşılığında hükümet özetle devlet giderlerinin azaltılması, gelirlerinin çoğaltılması şeklinde formüle edilebilecek bir takım taahhütlerde bulundu.

Hükümetin taahhütlerinin başlıkları; yeni vergi düzenlemelerine gidilmesi, kamu harcamalarının kısılması, bu çerçevede kamu personelinin azaltılması, tarım üreticisine verilen sübvansiyonların kademeli olarak kaldırılması, işçiye, memura, emekliye ve tarıma düşük ücret ve zam gibi sonuçta bütün yükün halkın sırtına yüklendiği bir mahiyete sahip. Hükümet IMF'ye gönderilip onaylanan 64 maddelik niyet mektubunda "program yeterli olmazsa, programı başarıyla sürdürebilmek için fon ile temas ederek ek tedbirler almaya hazırdır" diyerek ekonominin tamamıyla IMF'ye teslim edildiği adeta yeni bir duyun-u umumiyi ilan etmiştir. Hükümet IMF'nin politikalarını uygulayan memurlardan ibaret hale gelmiştir.

Niyet mektubunda ön koşul olarak 2000 yılı için yeni vergilerin olduğu emekçiye, öngörülen enflasyon oranında zam verileceği tarım desteklerinin kaldırılacağı, düşük faizli kredilerden vazgeçileceği taahhüt edilmektedir. Bir yandan Tarım Bakanı H. Yusuf Gökalp'in hazırlayıp basına tanıttığı Tarım Reformu Raporu'nda; tarım ve hayvancılığın bittiği, tarım üreticisinin zor şartlarda yaşadığı vurgulanıyor, tarımın desteklenmesi gerektiği belirtilip aksi takdirde Türkiye'nin Avrupa'nın açık bir pazarı haline geleceği anlatılırken, diğer taraftan IMF bu kesime verilen sübvansiyonların kaldırılmasını salık vermektedir. Gerçi Tarım Bakanı "IMF ve Dünya Bankası Türk çiftçisinin, üreticisinin sıkıntısını bizim kadar bilemez" diyerek egemen tavrına toz kondurmamaya çalışıyor olsa da IMF'nin vereceği kredinin, verilen taahhütlerin uygulanmasına bağlı olduğu da bir gerçek.

Önümüzdeki üç yıl, mezkur program çerçevesinde, taahhütlerin içeriğinden de anlaşılacağı üzere halkın gelir seviyesinin bugünkünden daha aşağı ineceği ve üzerindeki vergi yükünün ise artacağı görülmektedir. Şimdiye kadar kemer sıkmanın her dönem bir yolunu bulan halk için, bu program, öngörülen hedeflere varılabilecekse katlanılmaya değer bir mahiyete sahip olsa da, ufkun aydınlık olacağının, bundan öncekilerde olduğu gibi bu programın da yeni bir stand-by'a ihtiyaç duyacak hale gelmeyeceğinin bir garantisi yok.

Niyet mektubunun onaylanmasından önce IMF'nin beklentileri doğrultusunda Merkez Bankası (MB) bir dizi kararlar alarak uygulamaya koyacağını açıkladı. Enflasyonun ciddi bir şekilde düşürülmesinin hedeflendiği program, Gazi Erçel tarafından "enflasyonun yok edilmesi için belki de son şans" denilerek halka takdim edildi. Temelde kur politikalarına dayanan programa göre, MB elindeki döviz karşılığında piya­saya para sürecek, böylece döviz kurunun yükselmesini kontrol altına alabilecek, yılsonuna da %20'lik bir artışla varılacak. Programın ikinci ayağını ise devlet tahvil ve bonolarına düşük faiz verilmesi suretiyle reel faiz oranlarının düşürülmesi oluşturuyor. Böylece TL'nin değer kaybetmesi önlenerek döviz ve faize yatırılmasının önüne geçilerek reel ekonomiye kayması sağlanacak, yatırım ve üretim hızlanacak ve enflasyon düşecek. 2000 yılı için bugünden öngörülen enflasyon oranı %25.

Bu programla ilgili endişelerin başında; TL'nin değeri yükseleceğinden ihracatın ciddi bir darbe alacağı, bunun da üretimi azaltıp işsizliği arttıracağı gelmektedir. Faiz hadleri ve döviz kurunda düşüş beklentisinden dolayı daha şimdiden borsa hareketlense, hisse senetlerine yatırım artsa da, yeni getirilen vergi uygulamalarının ekonomiyi olumsuz etkilemesi ve he­deflerin tersine sonuçlar doğurması beklentisi programa getirilen eleştirilerin temel noktalarından biri olarak dikkat çekicidir. Öte yandan hükümet, enflasyon hedefine ulaşabilmek için; kira artışlarını sınırlamaya dönük düzenlemeler hazırlamakta, ilk altı ay boyunca fiyatları dondurabilmek için de aralık ayı çıkmadan büyük bir telaşla A'dan Z'ye her şeye zam yapma kurnazlığını göstermektedir. Benzinden tüp gaza, çimentodan taşkömürüne, çaydan şekere, telefondan elektriğe kadar KİT ürünlerine bir ayda 18 ayrı zam yapılarak 2000'in ilk altı ayının zamları öne alınmış oldu. Bu açıkça bir saptırmadan başka bir anlam taşımamaktadır.

Bu arada sorgulanması gereken bir diğer husus da, MÜSİAD Başkanı A. Bayramoğlu'nun dile getirdiği, madem 2000 yılında faizler düşecekti o halde MB'nin kararları açıklanmadan hemen önce neden %105 faizle borç alındığıdır. Yoksa yine rantiyenin gönlü mü alındı?!

Daha önce İsrail ve Arjantin'de uygulanıp başarılı olunan bu program, çok kapsamlı bir içeriğe sahip olmasına rağmen hükümetten herhangi bir temsilci olmaksızın ekonominin her alanına hakim olamayan MB'nin başkanı tarafından açıklandı. Oysa ki programın başarıya ulaşabilmesi için mutlaka hükümetin desteğine ihtiyacı vardır. Zira hükümet ekonomi politikalarını programa uygun yürütmezse programın başarısızlığı kaçınılmaz olacaktır. Fakat böyle bir durum zuhur ederse hükümet işin içinden çıkıp başarısızlığı MB'nin sırtına yükleyebilecek -çünkü MB özerk bir işleyişe sahip-.

Programın başarıya ulaşabilmesi için devletin borçlanma ihtiyacının düşürülmesi gerekmektedir. Kamu açıklarını kapatmak için mevcut vergi oranlarında artışlar yapılıp yeni vergi­ler getirilerek devletin ihtiyacı olan para bulunmaya çalışılacak. Eğer öngörüler çerçevesinde ihtiyaç duyulan kaynak temin edilemezse bu, devletin tekrar tahvil ve bonolara yüklenmesi sonucunu doğurur ki, bu da programın temelini oluşturan faiz oranlarının düşürülmesi hedefinin tersine bir gelişime yol açar.

Aslında bu tablo, ekonominin iflasını resmetmektedir. Borçlanma sınırının sonuna gelmiş tüm kaynaklarını tüketmiş, itibarı kalmamış bir ekonomik sistemde yapılacak başka bir iş de yoktur zaten. MB başkanı Gazi Erçel muhtemelen bu yüzden son şans demektedir. TC; I- Avrupa birliğine üye olmanın insan hakları, özgürlükler, demokrasi gibi konulardan daha önce, AB'nin böyle bir ekonomik enkazı yüklenmesinin sözkonusu olmamasından dolayı ve üyelik şartı olarak enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek zorunda oluşu II- AGİT öncesi ABD'nin bizzat Clinton'ın ağzından dillendirdiği demokrat-laik-müslüman kimliği ile Ortadoğu'da öncü ve güçlü bir Türkiye misyonunun gerçekleşebilmesi için zaruri olan ekonomik istikrarı sağlayabilmiş olması ve belki buna üçüncü olarak ekleyebileceğimiz bir toplumsal patlama noktasına gelen halkın ekonomik sıkıntılarının hafifletilmesi zarureti gibi nedenlerden dolayı ekonomide ciddi atılımlar kaydetmek zorundadır. Bu zorunluluklar yeni programın başarıya ulaşması için yeterli nedenleri oluşturabilir. Fakat başarının önündeki en büyük engel, hiç kuşkusuz ülkenin tüm kaynaklarını büyük bir iştahla yiyen devletin hakimi oligarşik erkdir. Şimdiye kadar bedeli her seferinde halka ödettirilip defalarca başvurulan ekonomik istikrar programlarının başarısız olup ülkenin bu noktaya gelmesinin nedeni, programların yapısal hata ve yanlışlıklarından ziyade -kuşkusuz bunların da payı vardır- bu harami sınıfının doymak bilmeyen iştahlarının ülkeyi talan etmesidir.

Hortumlama Stand by'a dahil mi?

İşte bunun en taze örneği bu sınıfın gazetelerinin büyük bir mutluluk içerisinde hükümeti överek halka duyurdukları banka vurgunlarıdır. Sonunda bedelinin halktan çıkacağı milyarlarca doların hortumlanmasını seyretmek sanki bir marifetmiş gibi, "Cesur Operasyon", "Millet Onayladı", "Yakın Akraba Dinlemedi" gibi başlıklarla Sabah, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde haberleştirilen operasyonun arkasında yatan vurgun gözlerden saklanmaya çalışıldı. MB; Yurtbank, Esbank, Sümerbank, Yaşarbank ve Süleyman Demirel'in yeğeni Murat Demirel'in Egebank'ının da aralarında bulunduğu 5 bankanın yönetimine el koyarak Mevduat Sigorta Fonu'na devretti. Bu bankaların kurtarılması için devletin katlanacağı zarar 5 milyar dolar olacak. Operasyon IMF'ye gönderilen niyet mektubunda yer alıyor. Yani bu tür operasyonların IMF tarafından istendiği anlaşılmaktadır. Bu bankaların aylar öncesinden izlenmeye alınmasına rağmen müthiş reklam kampanyaları yapıp halktan para toplamalarına göz yummak açıkça bir soyguna seyirci kalmak anlamına gelmektedir. Kaldı ki bankaların yönetimlerinde MB'nin görevlendirdiği yeminli murakıblar olduğu halde nasıl bu bankaların içinin boşaltıldığından haberdar olunamıyor. Hükümet bir taraftan kamu açıklarını kapatıp enflasyonu düşürmeyi hedeflerken bir taraftan da kaynaklarını bol keseden dağıtmaya devam ediyor. Stand-by çerçevesinde IMF'den alınacak 4 milyar dolarlık kredi bile bu bankaların kurtulabilmesi için yeterli gelmiyor. 2000 yılı için memurlara verilen zam, devletin batık bankalar için katlanacağı giderlerle iki katına çıkarılabilirdi. Maliye Bakanlığı'nın 870 bin götürü mükellef, 473 bin şirket, 4.5 milyon asgari ücretli, 81 bin serbest meslek erbabı, 63 bin çiftçi ve milyonlarca çalışandan toplamayı hedeflediği 6 katrilyon 276 trilyon liralık gelir vergisinin %40'ıyla batık bankalar kurtarılabiliyor. 3 yıl içerisinde devlete 6-7 milyar dolar zarar vererek el konulan bankaların sayısı 8'i bulurken bu sayının artacağı, sırada 20 bankanın daha yer aldığı, çeşitli kayırmalar neticesinde, bazı bankalara el konulması gerekirken el konulmadığı şeklindeki haberler her gün gazete sayfalarında arz-ı endam etmektedir.

Araştırıldığında bu bankaların sahip ve yöneticilerinin ilişki ağlarının Çankaya'dan 28 Şubat'çı paşalara, Mesut Yılmaz'dan çeşitli bakan ve bürokratlara kadar uzandığı görülmektedir. Egebank bizzat Demirel'in yeğeninin iken, yine daha önce batan bankalardan İnterbank'ın sahibi Cavit Çağlar Demirel'in aile fotoğrafında Kamuran Çörtük'le birlikte yer alan isimlerden biriydi. Bank Ekspress'in sahibi Korkmaz Yiğit'in K. Çörtük ve Mesut Yılmaz'la olan ilişkilerini ise Alaattin Çakıcı'nın kasetlerinden öğrenebilmiştik. MB başkanı Gazi Erçel, yeni el konulan bankalardan Yaşarbank'ın genel müdürlüğünü yapmış bir isim. El konan bankaların sahip ve yöneticilerine yurt dışına çıkış yasağı getirildiği halde Yaşarbank'ın bundan muaf tutulmasının nedeninin bu ilişki olduğu iddia ediliyor. Banka batırma konusunda özel bir yetenek kesbetmiş olduğu anlaşılan, daha önce sırasıyla batan bankalardan Çağlar'ın Interbank, Yiğit'in BankEkspress'inde danışman olarak çalışan MB eski başkanlarından, Anap'lı eski milletvekili ve bakan Rüştü Saraçoğlu'nun son görevi ise Egebank'ta danışmanlıktı. Yurtbank'ın sahibi Ali Balkaner Demirel'in hemşehrisi iken Esbank yönetim kurulu başkanı eski bakanı, Yaşarbank patronu Selçuk Yaşar ise dava arkadaşı. (T. Kıvanç, 26.12.1999-Yeni Şafak)

"Bu ilişkiler ağının en ilginç noktalarını ise emekli olmadan önce laik devletin iç ve dış tehditlere karşı birlik ve bütünlüğünü korumak için kendilerini aşk ile mücadele alanına atan 28 Şubat'çı paşalar oluşturmaktadır. Her daim vatan millet edebiyatıyla kahramanlık türküleri söyleyip, 10. yıl marşında vecde kapılan paşalar, emeklilikleriyle beraber holdinglerin yönetim kurullarında oturtuldukları koltuklardan, devletin soyulup soğana çevrilmesi karşısında uygun bir marş bulup söyleyememişlerdir. Muhtemelen bu durumun laik cumhuriyeti tehdit etmediğini düşünmektedirler. Interbank'ta yönetim kurulu üyeliği yaparken bankaya el konulunca yine Çağlar'ın Nergis Holding'inin yönetim kurulu üyeliğine getirilen 28 Şubat'ın teorisyenlerinden Teoman Koman dolandırıcılık suçundan yargılanırken, yine 28 Şubat'çılardan Güven Erkaya da Korkmaz Yiğit'in BankEkspres'inde danışmanlık yapıyordu. Batık bankalardan Sümerbank'ın yönetim kurulunda ise yine tanıdık bir isim vardı. 28 Şubat'ın Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu. Fisunoğlu "Hayyam Garipoğlu son derece dürüst bir insandır" deyip (28.1 2.99-Y.Şafak) durumu kurtarmaya çalışsa da Sümerbank'ın da içinin hortumlandığı ortadadır. Daha kısa bir süre önce özelleştirilen Sümerbank'ın devleti zarara uğratacak şekilde tekrar devletin eline geçmesi, özelleştirmenin nasıl bir mantıkla yapıldığını çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Devlet önce zarar ederek satıyor, sonra zarar ederek geri alıyor.

Soygunlar bankalarla da sınırlı kalmıyor. Mavi Akım projesiyle ilgili yolsuzluk haberleri sıcaklığını muhafaza ederken, 17 aydır çivi çakılmayan 8 ayrı doğalgaz projesine de trilyonlarca lira akıtılmış. Toplam olarak 1 35 milyon dolar bu projelere aktarılırken karşılığında hiçbir yatırım yapılmamıştır. (27.12.1999-Y.Şafak)

Tam anlamıyla bal tutanın parmağını yaladığı bir siyasi-ekonomik işleyiş yürürlüktedir.

Kendi konumlarını muhkemleştirip, meşruiyet kespetmek için Atatürk ve laiklik kavramlarını dilinden düşürmeyen asker-sivil bürokratlar, siyasetçiler ve sermayedarların ülkeyi talan etmek için her fırsatı ganimet bildikleri ortadadır. İdeolojik argümanlarla soygunlara kamuflaj malzemesi oluşturulmakta, son derece abartılı ve akıl dışı tepkilerle laik cumhuriyetin yılmaz bekçileri olduklarını iddia edenler, soygunlar karşısında sessiz kalmaktadır. Bu ideolojik kılıf altında örneğin daha önce YÖK'ün kaldırılması için yazılan bildiriye imza atıp da, sonra YÖK'ün en sadık hizmetçisi olan Kemal Alemdaroğlu gibi bizzat soygunu yapan kişiler, düşündürücü, devletin işleyişini ortaya koyucu bir tabloyu yansıtmaktadır.

Bir taraftan devletin açığının kapatılabilmesi için neredeyse "devlete çalışıyoruz" dedirtecek kadar ağır vergilerle halk ezilirken, enflasyonu önleyebilmek için IMF ve Avrupa Birliği'nden krediler imdada çağrılırken, diğer taraftan tüm bu kaynaklar sayıları ancak 10'larla ifade edilebilecek kadar olan haramilere hortumlanmak-tayken, enflasyonu düşürmek, ekonomiyi istikrara kavuşturmak mümkün değildir. Kötü yönetim, teknik hatalar gibi nedenlerden ziyade, devletin bu hale gelmesinin temelini oluşturan soygun ve vurgunlar bitmedikçe, kepçeyle alıp hortumla verme işleyişi sona ermedikçe ortaya konulan hedefler hayal olarak kalacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR