Sömürü Vahşeti
İşgal altında iki küçük masum ve direnişçi çocuk. Ellerinde önemsiz gibi görünen sapanlarıyla iki kardeş. Birbirlerine sımsıkı sarılmış, savaştan önceki günlerini hatırlıyorlardı. Tozu toprağı üzerlerine savuran buz gibi rüzgar üzerlerinde paçavraya dönen elbiselerinin içine kadar işliyor, bedenlerini buz kesiyordu. Tir tir titriyordu elleri. Anne ve babalarının şefkatli bakışlarını hatırlayınca içleri bir an bile olsa ısınıyor, gözlerinden süzülen yaşlar, yüzlerine kırbaç gibi çarpan rüzgarın etkisi ile yanaklarında neredeyse donuyordu.
Kardeşin küçüğü fazla bir şey anlamışa benzemiyordu ama ağlıyordu. İşgalcilerin vahşet dolu bombalarını, askerlerini, acımasız kurşunlarını anlamadığı suratından belliydi ama ablasının o onurlu duruşunun üstüne akan gözyaşlarının bir anlamı olduğunu düşünüyor, o da ağlıyordu. Küçük kardeşine sarılarak sarsıla sarsıla ağlayan abla, ağlamasını ağıta dönüştürmüş sesli sesli soruyordu: Niye? Bu vahşet, bu canilik niye? Küçücük masum bebelere bile acımayan, onları hiçe sayan vahşilik niye? Ablası böyle dese de Allah'a dayanmışlar ve sonuna kadar yardımı ondan bekliyorlardı. O’nun nurunu söndüremeyeceklerine dair de ahitleri vardı. Kardeşinin iç parçalayan ağıtları artmıştı. Ama bu sefer aç olduğu için ağlıyordu. Haykırmaya devam edecekti ama kardeşine baktı, dudağını büzdü, kendisini sıktı “Neyin var?” diye sordu sonunda. Yüzündeki hatlarda eski günlerden kalan az buçuk şefkat vardı. Direngen duruşun merhametli anlarındandı. Küçük kardeşi ince sesi ile anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı: “Ablacığım acıktım ve susadım!” dedi. Abla iyice sessizleşti, başını öne eğdi, gözleri doldu ve ardından ağlamaya başladı. Ama bu kadar çabuk yılmamalı, taviz vermemeliydi onurlu duruşundan. Sustu, sustu... Ama ne yapacakalrını bilmiyorlardı. Üşümüşlerdi, acıkmışlardı, susamışlardı ve özlemişlerdi; her şeyi özlemişlerdi. O mutlu günlerini, zeytin bahçelerinde yaptıkları pikniklerini, coşku dolu şarkılar söyleyerek yaptıkları gezileri... İçindeki nefret büyüyordu. O sömürgeci güçlerin kendilerine onlar gibi birçok çocuğa yapıp ettiklerine, yapılan katliamlara katlanamıyordu; büyüyordu, büyüyordu öfkesi. İşgalci İsrail sorunu kökünden yok ettiğini sanıyordu. Ancak arkadan gelen neslin onlara karşı nasıl kin ve nefretle büyüdüğünü fark etmiyorlardı...
En sonunda ayağa kalktılar, talan olmuş, yerle bir edilmiş mahalleyi gezmeye başladılar. Yerde üstüne molozlar düşmüş sekseği gördüler. Ablası, küçük masum kardeşinin elinden tuttu. Onu mutlu etmek umuduyla yerden bir taş aldı ve sekseğin üstünü temizlediler. O heyecanla sapanlarını kenara bırakıp başladılar oyuna. Oyuna o kadar daldılar ki her şeyi unuttular. Açlıklarını, susamışlıklarını, üzerinde oyun oynadıkları yıkılan mahallelerini, katliamları ve de küçücük bebekleri bile acımasızca katleden işgalcileri... Onlar oyunlarına dalmışken onların mutluluğunu hedef alan bir silah belirmişti. Bir tüfek onlara doğrulmuştu. Rüzgarın uğultusuna bir kurşun sesi de katıldı ansızın. Ablası ürpererek küçük kardeşine sarıldı ama artık çok geçti. Hain kurşun sırtından saplanmıştı beline. O, kardeşine sıkı sıkı sarılmıştı. Her şey gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başladı, zeytinlikler, mavi gökyüzü, gülümseyen anne ve babasının yüzleri ve birlikte hayal kurdukları kardeşi... Kurşun bir oyunu bile tamamlamalarına izin vermemişti. Oysa o taşı alıp devam edecekti oyuna. Sarıldığı kardeşi ile orada yığıldı kaldı. Oysa ne hayalleri vardı. Allah yolunda yürüyen muvahhidler olacaklardı. Ama hiçbiri olmadı, bir kurşunu diğer kurşunlar izledi. Ve ortalığı bir sessizlik kapladı. Etrafta kimsecikler yoktu. Küçük ablasının bedenini saran kollarını açarak ayağa kalktı. Hiçbir şey anlamamıştı. “Abla, şimdi uyuma daha oynayacaktık!” dedi. Sonra kabullendi ki “Tamam şimdi uyu, sonra oynarız!” dedi. Kendisi de ablasının yanında uzanıp uyumaya başladı. O çok küçüktü ve bir şey anlamıyordu. Ama bir gün büyüyecek ve anlayacaktı olan biten her şeyi. O bir gün büyüyecek; yere bıraktığı sapanını daha bir hışımla alacaktı. O bir gün büyüyecek; İsrail’in korkulu rüyası olacaktı. Bir fedai, bir kahraman bir mücahid... Kork Livni! Kork Peres! Kork Olmert! Şimdiden korkun bu küçükten, büyüyeceği o gün gelecek ve şer devletinizi paramparça edecek. O; adalet için, tevhid için ve özgürlük için büyüyecek! Herkes ahdinde duracak, Allah'ın vaadi gerçekleşecek ve yeryüzü mustazafların olacak. Korkun zalimler, işte şuracıkta katlettiğiniz ablasının yanında, üstünde paraçalanmış elbiseleri ile uyuyan o çocuk eceliniz olacak!
- Seçimimizi İnancımız ve Kimliğimizden Yana Yaptık!
- Ergenekon Davası Askeri Müdahalelerle Savsaklatılmaya Çalışılıyor!
- Çatışan İdeolojiler, Uzlaşan Kavram ve Semboller
- Bayrak Tartışması Ne İfade Ediyor?
- İstanbul Valiliği Özgür-Der'in Kapatılmasını Talep Ediyor!
- Özgür-Der Neden Kapatılmak İsteniyor?
- Gazze Direnişinin Ardından
- Filistin ve Arap Rejimleri Problemi
- Gazze’de Kazanmak
- Filistin İslami Direnişi ve Sorumluluklarımız
- Filistin ve Kürt Sorunu: Benzerlikler ve Farklılıklar
- Gazze ve Filistin’deki Direnişten Dersler
- Somali’de barış ne zaman?
- Hizmet Nesli ve Kurumlaşma Sorunu -Hayreddin Karaman’ın Sevinçleri ve Üzüntüleri-
- Kur'an ve Tevrat'a Göre Lut Kıssası
- Ne Genetik Felah, Ne Genetik Günah; Fıtrî Misak ve Ahdullah
- Osmanlı Filistininde Bir Posta Memuru: İzzet Derveze’nin Anılarından...
- Mustafa Kutlu’dan Benzer Fotoğraf: “Huzursuz Bacak”
- Günlerden 28 Şubat…
- Sabır
- Sömürü Vahşeti
- Gazze Duası
- Gazze Üzerine Prelüd