Bu ülkede, modernleşmeyi zorbalıkla, halkın inançları ve değerleriyle çatışarak gerçekleştirebileceklerini sananlar, hayalci birer "gavur aşığı" olmanın ötesine geçemediler.
Batılılaşmayı, köklü bir değişimle ya da köklerinden uzaklaşarak imkanlı kılabileceklerini umanlar, önlerindeki en önemli engelin, İslam Dini ve onun uygulamaları olduğunu düşünüyorlardı.
Bu düşüncelerini bir müddet sonra tartışma konusu olmaktan da çıkarıp iman umdesi haline getirmeye çalıştılar. Cumhuriyet'in ilk dönem uygulamaları bunu açık bir şekilde yansıtmaktadır.
Çok partili sisteme geçiş, batılılaşmanın zorbalık ve dayatma dışındaki alternatiflerinin olamayacağını söyleyenlere bir tepki olarak okunabileceği gibi; zorbalık yolunun tükendiği ya da onların yorulduğu yerde başkalarının aynı hedefi farklı yöntemler kullanarak devralması şeklinde de algılanabilir.
Tabloya nasıl ve nereden bakılırsa bakılsın, görmezden gelinemeyecek kadar aşikar olan, iki dönem arasındaki farklılıkların önemli sonuçlar doğurduğudur. Her ne kadar bu farklar esasa ait olmayıp furuata; gidilmek istenen hedeften ziyade, oraya ulaşmayı gerçekleştirecek vasıta ve yöntemlere ait olsalar bile durum böyledir.
Ezanın aslına döndürülmesi, İmam Hatip okullarının ve ilahiyatların açılması gibi kimi gelişmeler ya da değiştirmeler yukarıda sözü edilen yöntem farklılığının tezahürlerinden oldu.
Neticede sistemden bizar olan kitlelerin isteklerinin ve taleplerinin karşılanma ihtiyacı kendisini dayattığı için egemen irade halkın yükselen bu çığlığını önceki yılların tersine, "bastırma" yerine "kuşatma" yolunu (belki de zorunlu olarak) tercih etti. Böylece, misal olarak Doğu Medreseleri'nin ve gizli Kur'an Kursları'nın faaliyetleri, resmi din okullarının varlığı ile etkisizleştirilebilir, giderek de engellenebilirdi! Yine bir zaman sonra, bu okullara kız öğrenci atma girişimleri de, diğer okullarda çocuklarının ahlaklarının bozulmasından endişe edenlerin önüne açılan bir kapı oldu. Bu kapı, pek çok müslüman nezdinde surda açılmış bir gedik olarak telakki edilirken; kimi müslümanlar içinse (özellikle ilk zamanlar) bir tuzak olarak yorumlandı.
Elbette sistemin kuruluşunu, amaçlarını, hedeflerini ve tabii ki hilelerini unutmak safdillik olurdu. Özellikle de tedrici ve takiyyeci kimliğini pek çok kez kullanmakta beis görmeyen bir yapının önümüze açtığı, bize sunduğu "imkanlara" kuşkuyla bakabilmeliydik. Ama öte yandan, fert olarak ya da halk olarak devlet ve sistem karşısında insanların tümden edilgen birer nesne olmadıkları, olamayacakları gerçeğini de gözönüne getirmeliydik. Nitekim öyle de oldu. Pek çok insan çocuklarını özellikle de kız çocuklarını hiç değilse daha "güven içinde" okuyabilecekleri bir yer olarak gördükleri için bu kurumlara gönderdiler. Bu bir yönüyle egemen sistem açısından da bir imkandı. İşte, insanlar çocuklarını devletin egemenliği ve denetimindeki kurumlara, devletin ders kitabından, eğitim müfredatına, öğretmen atamasından, teftiş yetkisine kadar tek yetkili olduğu müesseselere gönderiyordu. Halkın beklentisi, talebi çocuklarının en genelde ahlaklı ve terbiyeli olması daha da doğrusu terbiyelerinin ve ahlaklarının bozulmamasıydı.
Mevcut eğitim sisteminin çocukların ahlaklarını bozma endişesi gereksiz bir vehimden ve kuruntudan ibaret de değildi. Sayısız derecede örnek, sistemin ideallerinden ya da iddialarından farklı sonuçlara işaret ediyordu. Neydi iddia? Resmi eğitim kurumları ve onların tarzı -Reşat Nuri'ye atfen söyleyecek olursak- "Çalıkuşu Feride'leri" yani idealist, ahlaklı ve de çağdaş nesilleri (özellikle de kızları) var edecekti. Ama bugüne, yani hayallerden, iddialardan gerçeklere geldiğimizde karşımızda idealist ve ahlaklı bir nesil yok. (Eğer sistem istisnaların arkasına saklanmayacaksa) Cumhuriyet kadrolarının çağdaşlık anlayışı -velev ki onlar bunu istemiş olmasınlar- Çalıkuşu Feride'de değil; kapak kızı Feride'de karşılığını bulmuş gibi...
Satanist gençler, -yönetmelikçe (sakın ola başörtüsü yasakçılarının dayanaklarının da böylesi bir yönetmelik olduğunu hatırlatmayın bu nafile olacaktır) yasak olmasına rağmen- mini eteğin de minisi etek boylarıyla salınmayı marifet belleyen, makbul addeden öğrenciler, içki, uyuşturucu ve fuhuş sektörünün en rahat faaliyet gösterdiği alanların okullar olduğu hususu bu ülkenin acı bir gerçeği değil mi? Eğer böyleyse (ki böyle!) birilerinin kendilerini bu "bataklıktan" kurtarma çabalarına karşı bu kin, bu düşmanlık ve saldırılar ne kadar anlamlı, ne kadar insalcıl, ne kadar adil?! Kin ve düşmanlık yok, saldırı yapılmıyor diyorsanız o halde, bizzat devletin okulları olarak açılmış ve "ahlaki yozlaşma"ya karşı duyarlı insanların rağbet ettiği başta İmam Hatiplere ve orada okuyanlara karşı gösterilen saldırganlıklar neyin nesi? Küçücük kız çocuklarını en başta inançları ve okudukları tefsir ve hadis derslerinin gereği olarak örtülü okumak istemelerinden dolayı dövenler, yerlerde sürükleyenler, velilerini gözaltına alanlar hangi ülkenin insanları? Eğer bu ülkenin, bu coğrafyanın insanıysalar hatırlamalılar ki Fransız işgalcileri de böyle yapmışlardı. Oysa bu halk biliyor -ya da sanıyor- ki işgalciler gittiler. Öğrenmek istiyoruz. Evet, öğrenmek istiyoruz, biz yanılıyor muyuz?
Çocuklarımızın Satanist olmasına, kapak kızı ya da uyuşturucu müptelası olmasına, sokağa düşmesine mani olamadınız. Sizin yönteminiz sonuç vermedi. Çıkan neticeler hayır getirmedi. İhsandan geçtik, hiç değilse gölge etmeyin, bize mani olmayın. Biz ahlaklı ve iffetli olmayı inançlarımızla, onlara bağlı kalarak, öylece yaşayarak, okuyarak, çalışarak gerçekleştirebileceğimize inanıyoruz. Var sayın ki bu yanlış, bu yalan... O halde siz daha doğrusunu, daha gerçeğini gösterin. Ama sakın ola hergün gördüğümüz, şahit olduğumuz çirkinlikleri bize güzellik olarak pazarlamayın. Biraz olsun, bir an olsun insaf ve adaletle bakmayı deneyin.
Tarih, adaletsiz gücün yani zorbalığın nice medeniyetleri, devletleri helak ettiğini, yıkıp yok ettiğini anlatıyor. Firavunlar, Nemrutlar, Roma'nın kralları da güçlüydüler. Ama hiçbiri zayıf Musa, genç İbrahim ve muvahhid hristiyanlar karşısında tutunamadı. Ne ağır işkenceler, ne ateş ne de arslanlı arenalar mazlumların ahına galebe çalabildiler.
Şimdi aynı 'ah'ı okul önlerinde, küçücük çocukların çığlığında duyuyoruz. Demek ki tarih tekerrür ediyor, demek ki tarih tekerrür edecek...