15 Temmuz halkımız ve tüm İslam ümmeti için onurla, iftiharla anılmayı hak edecek bir gün olarak tarihe geçti. Firavunlaşmış, aşağılık bir cunta eliyle inancımızı, kimliğimizi, özgürlüğümüzü ezmek üzere yürütülen tankların Allahu Ekber nidalarıyla durdurulup teslim alındığı bu tarih, aynı zamanda 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar uzanan eziklik, çaresizlik ve acziyet örtüsünün de yırtılıp atılmasını simgeleyen bir dönüm noktası oldu.
İnancı ve özgürlüğü için neyi, ne kadar göze alabileceği hususunda hep sorgulanan, tartışılan bu halk ortaya koyduğu destansı direnişle sadece Gülenist darbecileri püskürtmekle kalmadı, tüm zorbalara ve zorbalaşma potansiyeli taşıyan güçlere de asla unutamayacakları sıkı bir ders verdi. İradesine el koymaya yönelik darbe girişimini etkili bir direnişle püskürten halkın taleplerinin bundan böyle adı konulmamış birtakım korkularla geçiştirilmesi, ertelenmesi tutumunun hiçbir mazeretinin kalmadığını da vurgulamakta yarar var.
Ve elbette Müslüman halkın kanlarıyla, canlarıyla elde ettikleri zaferi Kemalist statükoyu takviye amacına matuf olarak istismara kalkışanlara karşı teyakkuzda olmak şart. Bunun için ise darbecilerle birlikte darbeciliği de açık ve net biçimde mahkûm etmek önemli. Allah için ödenen bedellerin herhangi bir beşerî ideolojinin kâr hanesine yazılmasına asla razı olmayacağımız gibi, bir asırdır inancımızla, kimliğimizle savaş halindeki resmi ideolojinin yüceltilmesine malzeme kılınmasını da elbette şiddetle reddetmeliyiz!
15 Temmuz zaferini gölgeleme riski taşıyan bir tutum da darbe kalkışmasının bastırılmasının ardından yürütülen bazı operasyonların ve yapılan kimi düzenlemelerin mağduriyetlere yol açması. Gülen yapılanması ile irtibatlı odluğu iddiasıyla binlerce, on binlerce kamu çalışanı hakkında verilen açığa alma kararları, birtakım özel kuruluşların sahibi ve yöneticilerine ve Gülen medyasının eski çalışanlarına yönelik gözaltı ve tutuklama kararlarının birtakım haksızlıklara, hukuk mantığıyla bağdaştırılması zor kimi uygulamalara sebebiyet verdiği görülmekte. Bu tür kaotik ortamlarda sık karşılaşılan ihbarcılık, iftira, ayak kaydırma, intikam vs. saiklerle meydana gelen mağduriyetlerin, insaf sınırlarını zorlayan kimi uygulamaların adalet ilkesiyle çeliştiği gibi, 15 Temmuz direnişinin onuruna, berraklığına gölge düşürme riski de içerdiği görülmekte.
Tam da bu noktada zulme karşı direniş şiarıyla açılan görkemli sayfanın herkes için adalet prensibiyle taçlandırılmasının öneminin altını çizmekte yarar görüyoruz. Gülenist kalkışmanın vahşiliği, zalimane niteliği ölçüsüz, hukuksuz bir tedbir ya da cezalandırma mantığını meşrulaştırmamalıdır. Zulme, tuğyana karşı mücadele mutlaka adalet ilkesi ve hukuk kuralları dâhilinde yürütülmeli ve temiz vicdanlar asla “kurunun yanında yaş da yanar” mantığıyla bulandırılmamalıdır. Evet, zalimler hak ettikleri cezaya çarptırılmalı ama bundan önce masumlar ile mücrimlerin mutlaka ayrıştırılması sağlanmalıdır. Ve ayrıca “gerekirse suçluların cezasız kalması pahasına da olsa, masumların mağdur edilmemesi” temel ilke kabul edilmelidir!
15 Temmuz’da canlarını Rablerine sunan aziz şehitlerimize bir kere daha rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dilerken, zulme ve tuğyana karşı bize direniş onurunu bahşeden Rabbimize hamd ediyoruz. Eylül sayımızda tekrar birlikte olmak dileğiyle Allah’a emanet olun!