Zorunlu Askerlik Dayatmasına Karşı Ortak ve Örgütlü Mücadele Şart

Serdar Bülent Yılmaz

Sorular:

1-Türkiye’de zorunlu askerlik uygulaması sistem ve halk açısından ne anlam ifade etmektedir?

2-Uluslararası sözleşmelerde de bir insan hakkı olarak kabul gören “vicdani ret” tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

3- Enver Aydemir’in İslami kimliğinden ötürü askerlik yapmama tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

4- Müslümanlar Enver Aydemir’in eylemine nasıl yaklaşmalı? Bu tavır örnek alınması gereken ve yaygınlaştırılabilir bir tutum mudur?

 

1- Zorunlu askerlik, bir ulus devlet uygulamasıdır. Uygulamanın ilk örneği 1798 Fransa’sında uygulamaya konmuş ardından da tüm Avrupa’da kısa sürede benimsenmiştir. Ulus devletle birlikte gündeme gelen, ulus, ulusal güvenlik, ulusal birlik ve ulusal egemenlik kavramlarının yerleştirilmesinde ve özellikle türdeş bir topluluğun meydana getirilmesinde zorunlu askerliğin fonksiyonelliği fark edildikçe bu kurum da önem kazanmıştır. Ülke savunmasında zorunlu askerliğin 19. ve 20. yy şartlarında getirdiği avantajların yanında ve ötesinde ulusçuluk ideolojisinin yerleşmesinde ve istenilen yurttaş tipinin üretilmesinde zorunlu askerlik, okul kadar önemli bir yer tutmuştur. 

Zorunlu askerlik kurumu böylece “yurt savunmasını” “yurttaş” bireye yükleyerek “ulusal birlik” anlayışını pekiştirmiştir. Bu bakımdan eğitim kurumu fonksiyonu görmüştür. Ordu, uluslaşmanın sacayakları olan dil birliği, ortak tarih bilinci, ortak kültür gibi soyut kavramları mücessem kılmak bakımından bir nevi okul kadar yaygın bir “yurttaşlık okulu” vazifesi görmüştür.

Türk uluslaşmasında da ordu ve zorunlu askerlik aynı misyonu görmektedir. Kurulduğu günden bu yana Türk ulus devleti orduyu modernleşmenin ve uluslaşmanın itici gücü olarak görmüş, bu amaçla zorunlu askerlik avantajını yukarıda ifade edildiği şekilde kullanmıştır. Ordu-millet anlayışıyla orduyu milletin bağrından çıkmış bir kurum olarak tanımlayan devlet, halk arasında yaygınca kullanılan ve cumhuriyet öncesi döneme ait “Mehmetçik”, “Peygamber Ocağı” kavramlarını da uluslaşma projesini gerçekleştirmek için kullanmıştır. Zorunlu askerlik uygulamasına “kutsal vatan” anlayışına yaslanan “vatan borcu” veya “vatanî görev” söylemiyle kutsi bir değer kazandırılmış ve böylece yaygınlaştırılmıştır. Öyle ki askerlik yapmama vatandaşlıktan çıkarma gerekçesi kılınmıştır.

Zorunlu askerlik sistem için “uygun vatandaş” yaratma ve uluslaşmayı tamamlamak bakımından vazgeçilmez bir unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle zorunlu askerliğin tarih dışı bir uygulama olarak sürdürülmesinde diretilmekte, bunun ülke ekonomisine getirdiği ekonomik maliyet dikkate alınmamaktadır.

TC Anayasasında askerlik 72. maddede “Vatan Hizmeti” başlığı altında düzenlenmiştir ve şöyle ifade edilmiştir:

“Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.”

Dikkat edilirse düzenlemeye vatan merkezli katı milliyetçi bir dil hâkimdir. Ancak bunun yanında görülüyor ki “vatan hizmeti”nin (askerlik görevinin) nerede ve nasıl ifa edileceği yasamanın inisiyatifine bırakılmıştır. Buna karşılık 21.6.1927 gün ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu’na göre "Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur." Böylece Anayasa “alternatif hizmet”e kapı aralarken Askerlik Kanunu, askerliği zorunlu kılmaktadır.

Dünyada Soğuk Savaş’ın bitmesi ve modern ulus devletlerin aşınması, ayrıca askeri teknolojilerin ve savaş anlayışının değişmesi ile zorunlu askerlik uygulaması da giderek gevşetilmiştir. AB ülkelerinin birçoğu zorunlu askerlik uygulamasını kaldırırken tamamı vicdani retçiliği bir hak olarak kabul etmiştir. Bu şekilde Almanya gibi zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde vicdani retçilere alternatif hizmet seçeneği sunulmaktadır. 

Buna karşılık ideolojik olarak 1930’larda donmuş olan Türkiye’de zorunlu askerlik hâlâ yukarıda bahsedilen fonksiyonu yerine getirmek, toplumun tamamını ideolojik askeri eğitimden geçirerek askeri vesayeti sağlamlaştırmak gibi nedenlerle devam ettirilmektedir. Vatan hizmeti ve vatan hainliği kavramlarının cenderesi arasında zorunlu askerliği veya vicdani retçiliği tartışmak dahi bugüne kadar mümkün olmamıştır.

Seksen yılı aşkın bir süredir milliyetçi propagandaya tabi tutularak zihinleri devlet söylemiyle inşa edilmiş toplumun askerlikle ilgili düşünceleri ise genel olarak devlet söylemiyle paralellik göstermektedir. Mehmetçik ve Peygamber Ocağı ve şehitlik kavramlarının askerlik kurumu için kullanılıyor olması toplumun bu etkilenmişliğinin en açık ve vahim göstergesidir.

Ancak devlet söyleminin toplum üzerindeki tesirini giderek yitirdiği de bir gerçek. Bunun sonucu olarak toplum giderek daha fazla zorunlu askerlik uygulamasına alternatif arayışlar içine giriyor. Katı ulusalcı/vatancı söylem aşındıkça ve insan hakları konusunda toplumsal duyarlılık yaygınlaştıkça bu arayışlar kuşkusuz daha fazla toplumsallaşacak ve ciddi bir talebe dönüşecektir. Elbette şunu da ifade etmek gerekir ki dindar halkın zorunlu askerliğe gerçekte itiraz gerekçesi öncelikle imani nedenlere dayanmalıyken bu neredeyse yok mesabesindedir. Bunun nedeni de topluma hâkim olan senkretik din anlayışıdır.

2- Vicdani retçilik Batı’da yüzyıllık bir tartışma iken Türkiye’de 1990’dan itibaren gündeme gelmiştir. İlk vicdani ret hadisesi de bu tarihe rastlamaktadır. Bugüne kadar onlarca vicdani ret vakası yaşandığı halde bunların bir kısmı, özellikle de tutumunda diretenlere karşı hukuksuz cezalandırmaya maruz kalanlar gündeme gelmiştir.

Genellikle vicdani ret tutumunun medyadan da toplumdan da hak ettiği ilgiyi görmediğini söyleyebiliriz. Gerek bu tutumun önemi gerekse de bu kişilere reva görülen işkence ve kötü muamele basına yeterince yansımadı bugüne dek. Bu konu hakkında pek az sayıda yazı yayınlandı, konu, akademik ilgiye bir iki istisna dışında pek mazhar olmadı. Hükümetler, bırakın yasal düzenlemeler yapmayı yaşanan işkence vakalarını dahi soruşturma ihtiyacı duymadılar. Bir blok halinde sağ ile merkez ve Kemalist sol bu konuya hiç ilgi göstermedi. Anti-militarist kesimler ile bazı insan hakları çevreleri dışında sivil örgütlenmeler de konuyu gündemlerine almadılar.

Bunun temel nedeni kuşkusuz yukarıda bahsedildiği üzere askerlik olgusuna atfedilen kutsiyettir. Ancak vicdani retçiliği ateşten gömlek yapan diğer bir husus da PKK ile sürdürülegelen düşük yoğunluklu savaştır. Bu savaş hali psikolojisi vicdani retçiliği “vatan hainliği” kavramıyla birlikte değerlendirmeye neden olmaktadır. Öte yandan medya ve siyasete egemen olan, orduyla ters düşmeme gibi hâkim bir eğilimi de bu meyanda ifade etmek gerekir.

1930’lu yılların ulusçuluğunu devam ettiren devlet için ise vicdani retçiler türdeş toplumu bozan tehlikeli bir unsur olarak algılanmaktadır. Bu nedenle devletin vicdani retçilere karşı tavrı son derece sert ve acımasızdır. İbretlik cezalarla bunun toplum ve ordu içinde yayılmasını engellemeye çalışmaktalar.

Zorunlu askerlik konusundaki hoşnutsuzluk toplumda giderek yaygınlaşmaktadır. Gerek ekonomik kaygılar, gerekse farklı dini, ideolojik, ahlaki ve felsefi nedenler zorunlu askerliğe karşı bir kitlenin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Nitekim yüz binlerce hatta milyonlarca insanın askere gitmemek için çeşitli yollar araması, kaçak duruma düşmesi ve en azından bedelli askerlikte ısrar etmesi bu hoşnutsuz kitlenin büyüklüğünü gözler önüne sermektedir.

Batılı ülkelerde vicdani retçilik özellikle savaş dönemlerinde artış göstermiştir. Bunun nedenlerinin başında insanların, ülkelerinin sürdürdüğü savaşın gerekçesine inanmayışları veya savaşta kendi ülkelerini haksız bulmalarıdır. Bu tutum giderek genel bir savaş karşıtlığına dönüşmüştür. Buna örnek olarak Fransa’nın Cezayir’e, ABD’nin Vietnam ve Irak’a karşı giriştiği haksız savaşları gösterilebilir.

Benzer bir durum Türkiye için de geçerlidir. Yıllardır Kürt bölgesinde sürdürülen kirli ve haksız bir savaş söz konusu. Ve bu savaşın gerek insanlık suçları ve gerekse de insan kaybı açısından bilançosu oldukça kabarık. Buna karşın Türkiye’de savaş karşıtı bir blok örgütlenemedi. Elbette bunda ağır faşizan baskıların rolü asla yadsınamaz. Ayrıca savaşın gerekliliğine inandırılmış milliyetçi halk yığınlarının bilinç düzeylerinin düşüklüğü ile sorumluluk alması gereken aydınların zihinlerinde küçük bir devlet taşıyor oluşları da bu tavır alamayışta etkilidir.

Buna karşın son yıllarda giderek sayıları artan ve daha örgütlü hareket eden ve de seslerini daha yüksek duyurabilen bir kesimin ortaya çıkmaya başlaması umut vericidir. Her ne kadar vicdani ret gerekçeleri ve geliştirdikleri karşıt söylem genel anlamda pek sağlıklı olmasa da bu kesimin böylesi tabulaştırılmış bir konuyu tartışmaya açmış olmaları önemli ve ileri bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Bu bağlamda tartışmanın kuru bir anti-militarizm veya savaş karşıtlığı söylemini aşması ve derinlik kazanması bir zorunluluktur. Savaş mekanizmasının bir parçası olmak istemeyen veya savaşmıyorsa da militer bir gücün varlığına karşı çıkan ya da bu ikisinin dışında farklı ideolojik, felsefi ve dini gerekçelere dayanan kesimlerin daha nitelikli bir fikri zemin kazanmaları, derinlikli bir sistem eleştirisine dayanmaları vicdani ret fikrini güçlendirecektir.

3- Bildiğimiz kadarıyla İslam inancından kaynaklanan nedenlerle vicdani retçi olan ilk kişi Enver Aydemir’dir. Daha başta ifade etmek gerekir ki Enver Aydemir’in bu tavrı oldukça erdemli, desteklenmesi gereken bir tavırdır. Bilinçle başlanan ve öylece sürdürülen bir tavır olması da ayrıca bu duruşu önemli kılmaktadır.

İlk olması nedeniyle Aydemir’in duruşu ön açıcı ve öğretici olması yanında İslami kesimi -açık söylemek gerekirse- hazırlıksız yakalamıştır. Bu noktada İslam düşmanlığı ile maruf bir orduda asker olmayı açıkça reddetmek Müslümanların bugüne kadar denemedikleri bir yöntem. Müslümanlar, teorik olarak tâğuta askerlik yapma konusunda net olmalarına rağmen, pratik çözümler üretemediler. Genel tavır olarak bedelli askerlik beklenmiş, yurtdışına gidilmiş veya sonunda mecbur kalındığında da askere gidilmişti. Bugün ise farklı bir pratikle karşı karşıyayız. Bu yönüyle bu tutum iyi değerlendirilmelidir.

4- Müslümanlar Enver Aydemir’in tavrını desteklemeli ve ona sahip çıkmalıdırlar. Aydemir, bu tavrından dolayı haksızlığa uğramakta, işkence görmekte, mağdur olmaktadır. Bu noktada mutlaka örgütlü bir şekilde desteklenmeli, hakları savunulmalıdır.

Ancak bunun ötesinde Müslümanların, Aydemir’in eylemini bir alternatif sunabilir mi, geliştirilebilir mi ve bir kazanıma dönüştürülebilir mi diye enine boyuna istişare etmeleri gerekir.

Enver Aydemir’den sonra İslami kesimden bu eyleme bireysel katılımlar olabilecektir. Ancak sürecin çok meşakkatli ve uzun olması yaygınlaşma ihtimalini azaltıyor. Fakat en azıdan bireysel eylemleri engellememek, onlara destek olmak ve konuyu gündeme taşımak hususunda ciddi adımlar atılırsa bu bir kazanıma dönüşebilir. Fakat etkili olabilmek, sonuç alabilmek ve yaygınlık kazandırabilmek için vicdani ret konusunda örgütlü hareket etmek şarttır. Bu da bir grubun çabasıyla değil, ancak Müslümanların ortak işbirliği ile mümkün olabilir.

İyi bir organizasyon, işbirliği ve kararlılık ile bu konuda mesafe kat etmek mümkündür.