Sessiz ağıtlarla, sessiz âlemleri kucaklamak; sessiz-sedasız bu dünyayı zindanın soğuk duvarlarına bakarak terk eden yalnızlığın kalbine diri olarak sokulmak...
Bir insanın zindanda ölümü beklemesi ne demektir bilmiyorum. Belki fiilen böylesi bir ölüme şahit olanlar bunu anlatabilir, belki de o acıyı bütün boyutları ile yaşayan bir eş, bir evlat, bir anne, bir baba... Dayanılmaz ve kahredici olduğuna ise zerre kadar şüphe duymuyorum. Hayatın bir parçası olan ölümün zindanda Müslümanlardan birisini kucaklamasına değil feryadım; ölümün sessizliğine kim bilir hangi düşünceler, kaygılar, tarafgirliklerle terk edilmişliğe... Belki kimi insan hakları çalışmalarına ancak istatistiksel bilgi olarak girmeye… Belki sadece ölülere sahip çıkılmaya… Belki ölüme karşı gösterilecek metanet ile zalime karşı gösterilmesi gereken çabanın karışımından geriye kalan kaderciliğe!
İnsanları ağır ağır ama tarif edilemez acılarla ölüme sürükleyen infaz rejiminin ve topyekûn yapısının Avrupa normlarına uyuyor olması onun işkenceci, ayrımcı yüzünü örtmeye yetmiyor ya da onu iyi bir makyaj ile kapatmaya yarıyor. Avrupa normlarına ayak uydurmakla övünen sistem, hücresinde ölümü bekleyen bir mahkûmun son günlerini ailesinin yanında geçirmesine izin vermiyor. Kırtasiyesi bol olan bu övüncün de norm değerlerinin de vicdanı yok!
İdamlıklara son arzuları sorulur ve istekleri yerine getirilir. Hücresinde ölüme gidenin idamlıktan tek farkı, üzerinde kefen ve önünde darağacı olmamasıdır. Böyle birinin son isteği ailesi ile birkaç gün geçirmek olacaktır. Bundan kısa bir zaman önce Güler Zere uzun uğraşlar sonucunda oluşturulan kamuoyu baskısı sayesinde son arzusu olan ailesi ve dostları ile birkaç gün geçirebilmek emeline kavuşabilmiş; sonrasında hayatını kaybetmişti. Güler’in durumundan etkili-yetkili her kademenin haberi olmuş, açıklama yapmak zorunda kalmışlardı.
Cahit Durmaz ve ailesi en masum arzularına kavuşamadı. Ona ve ailesine bunu çok görenler yüksek güvenlik ile kuşattıkları vicdanlarına, kutsal yönetmeliklerine, ilgili kanun ve tüzüklerine, ekmek paralarına sığındılar. Onlar için yapılacak bir şey yoktu ve kanun öyle diyordu.
Güler Zere için oluşturulan haklı kamuoyunun onda biri Cahit ve ailesi için oluşturulamadı. Cahit’in hastalığını ve yaşadığı sıkıntıları kamuoyu oluşturmak için duyuran başta Doğru Haber gazetesi ve ilgilenme lütfunda bulunanların çabaları çok cılız kaldı. Cahit’in vefatının öğreticiliği doğrultusunda benzer durumda olan mahkûmlar için çok daha güçlü, çok daha yoğunluklu çaba gösterme zorunluluğu bir sorumluluk olarak orta yerde durmaktadır. Çünkü zindanlarda ölümcül hastalıklarla boğuşan değişik çevrelerden birçok hasta var. Ayrıca bunlara kendi kendine bakabilecek yeterliliğe sahip olmayan bedensel özürlü hastaları da eklemek lazım.
İnsan Hakları Derneği 2010 Cezaevi Raporuna göre; işkence ve kötü muameleye maruz kalan mahkûm sayısı 725, sağlık ihlali 693, beslenme ısınma ve fiziki koşullardan doğan ihlaller 503, sevk uygulamaları konusunda yaşanan ihlaller 181, bunların dışında disiplin soruşturmaları, keyfi uygulamalar ve benzeri hak ihlalleri ile bu yıl cezaevlerinde yaşanan hak ihlali sayısı 6214. Başvurular göz önüne alındığında geçen yıla göre bilançonun iki katına çıktığı görülmekte. Hasta mahpus sayısı 325. Bunlardan 55’i hemen tahliye olması gereken hastalıklara yakalanmış durumdalar. Kanser, zatürre, kalp rahatsızlıkları olan hastalar… İHD raporundaki istatistiksel bilgilerin gerçeğin tamamını yansıtmaktan uzak olduğunu da bilmek gerekir. Çünkü değişik nedenlerle zindanda yaşananların ancak çok azı dışa yansıyor. Yine zindanlarda atılan çığlıklar değişik nedenlerle sessiz olabiliyor.
29.06.2010 tarihinde Hizbullah davasından hükümlü Cahit Durmaz, Sincan 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kaldığı beş yıldızlı hücresinde vefat etti. Ölüm nedeni kolon (bağırsak) kanseri… O, Rabbine doğru yolculuğa çıktı. Ağır şartlar altında şahitlik görevini yaptı. Rabbim günahlarını bağışlasın, adını şahitler kervanına şehit olarak kabul buyursun. Sevenlerine, arkadaşlarına, ailesine Rabbim hayırlı ameller nasip etsin, sabırlar bahşetsin.