Yeni TCK geçen ayın sıcak gündem maddesiydi. Yoğun polemiklere, tehditlere varan tartışmalar yaşandı. Ve sonunda düğüm AB'den gelen direktiflerle "tatlıya bağlandı". Aslında neler olup bittiği, bunca tartışma ve gelgitlerin niçin yaşandığı dün de anlaşılmadı, bugün de anlaşılabilmiş değil.
Hükümetiyle, muhalefetiyle herkes bol bol zina konusunu tartıştı ama Adalet Bakanı'nın büyük hukuk reformu diye gururla sunduğu yeni ceza kanununda mayın nitelemesini hak eder tarzda düzenlenmiş bir dizi madde bir türlü gündemde kendine yer bulamadı. Sonuçta TCK açısından başlanılan yere pek uzak sayılamayacak bir yerde olduğumuz rahatlıkla söylenebilir. Bakan'a bakılırsa hakimlere güvenmemiz ve endişelenmememiz gerekiyor. Ne var ki, biz bu ülkede yargı mekanizması ile ta İstiklal Mahkemeleri'nden tanışıyoruz. Bu zincir Yassıada ile, sıkıyönetim mahkemeleriyle, DGM'lerle ve 28 Şubat brifingleriyle birbirine eklenen halkalar şeklinde bugünlere uzanıyor. Bu ülkede hukukun resmi ideolojinin hizmetinde muhaliflere karşı nasıl bir giyotine dönüştüğüne defalarca şahit olanlar için politikacıların teminatları anlam ifade etmiyor. Herkes de biliyor ki yarınlarda işler biraz sarpa saracak olur ve düzenin kronik irtica/darbe nöbetleri tutmaya başlarsa, durumdan vazife çıkartmaya teşne zihniyet en olmayacak yorumlarla, haksız adaletsiz hükümlerle yine halkı hizaya getirmeye girişecektir.
Bu sayımızda yeni ceza kanununun gündeme geliş tarzını ve içeriğini ele alan yazılar ağırlıkta. Sisteme egemen oligarşik mekanizmanın kendi programını nasıl dayattığının ve buna karşın politikacıların acziyetinin bir kere daha altı çiziliyor. AB'yi özgürlükler konusunda haklı olarak ikiyüzlülükle suçlayanlar arada bir aynaya baksalar ne kadar iyi olacak! Müslümanlar ve her türden muhalifler açısından ustalıkla gizlenmiş çeşitli tuzaklar barındıran yasa maddelerini görmezden gelip, "özgürlük" kavramını zina serbestisine bağlayan Avrupalı mantık ne kadar ikiyüzlü ve ahlaksız ise; ülkenin önünü açıyoruz diye böbürlenip de tuzaklarla dolu düzenlemeyi apar topar kanunlaştırmaktan çekinmeyenler de en az o kadar ahlaksız ve ikiyüzlü bir tutum sergilemektedirler. Sormak gerekmez mi, AB'yi dinlediğiniz kadar, hatta onun çok azı kadar olsun halkın taleplerini dikkate almanız gerekmez mi? Efeliğiniz, "dik duruş"unuz niçin sadece halka karşı, mazlumlara karşı geçerli?
Aynı edilgen, samimiyetten uzak tutumu başörtüsü meselesinde de izliyoruz. Gelişiyoruz, güçleniyoruz, itibarımız hızla yükseliyor diye performanslarına övgüler yağdıranlar kangrenleşen başörtüsü yarası karşısında utanç verici bir suskunluk içindeler. Hiçbir şey yapmadıkları gibi, gündemlerinden de çıkartmış bir izlenim vermekteler. Oysa birileri görmezden gelseler de, gizleseler de başörtüsü sorunu Türkiye'nin nasıl akıldışı, vahşi bir dikta sistemiyle yönetilmekte olduğunun en açık göstergesi olarak tarihe kazınıyor. Ve bu zulme şahit olanları bir kere daha saflarını netleştirmeye çağırıyoruz: Ya sessiz kalarak utancı, ya da hakkı haykırarak direnişi paylaşmak durumundasınız!
Saflarımızı netleştirmek zorundayız. Bir yanda sömürgeci zalimler var. Kardeşlerimizi katletmeyi sürdürüyorlar. Ne hazindir ki, "adalet" kavramını istismar edenler Irak'ta, Filistin'de emperyalist-siyonist canilerin zulümlerini boş gözlerle seyrediyor; hatta seyretmekten de öte zulme katkı sunuyorlar. Sessiz sedasız ülkemiz limanlarının Amerikan saldırganlarının hizmetine açılmış olması bu katkının somut bir adımıdır. Aynı şekilde dizginsizleşen Siyonist saldırganlığa karşı birkaç çıkışın ardından "süt dökmüş kedi" haline ne demeli? Önce Siyonistleri devlet terörü uygulamakla eleştirip, ardından gelen tepkileri yumuşatmak amacıyla işbirlikçiliği ruhlarına işlemiş bir heyeti Siyonistlerin gönlünü almaya göndermenin adı şahsiyetli dış politika, öyle mi?
Tüm bu manzara zulme ve işbirlikçiliğe karşı kardeşlerimize, dostlarımıza daha fazla sahip çıkma konusunda bize ışık tutmalı. Gün sahte iyimserliklere, zayıf dallara tutunma günü değil; irademizi ve bilincimizi kuşanma günüdür. Bu iradenin bir yansıması ve bu bilincin birikimi olma çabası içindeki dergimizin yeni sayısında tekrar birlikte olmak dileğiyle, Allah'a emanet olun!