Haksöz'ün Eylül-Ekim sayısında, Tekirdağ F Tipi Cezaevinden bir mektup gönderen sol devrimci bir arkadaşımızın, Ağustos sayısında yer alan, yasadan yararlanma girişimimizi içeren yazımıza ilişkin eleştirel bir mektubu yayınlandı. Derginin editörü kardeşimiz de bu hususta benim diyeceklerim olduğunu belirterek, bir bakıma sözü bana bırakmış oldu.
Öncelikle bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Haksöz'de yayınlanmış yazımız, yayınlanmak üzere dergiye gönderdiğim bir yazı değildi. Özelde kendimle ilgili, genelde cezaevlerindeki insanların karşı karşıya kaldığı zorluklar konusunda kamuoyumuzun ilgisizlik ve tepkisizliğine karşı avukatımıza yazılmış bir serzenişti. Ancak avukatımız bu bilgi ve serzenişin kamuoyuna yansıtılmasında bir yarar görmüş olmalı ki, dergide yayınlanmasına vesile oldu...
...Söz konusu yasa hazırlanırken içeriğine ilişkin kamuoyunda oluşturulan intiba ile, yasanın yürürlüğe girmesiyle ortaya çıkan gerçek birçok açıdan birbiriyle çelişmektedir. Hükümet bu yasayı gündeme getirirken "eylemi olanlar" ile "eylemi olmayanların ayrılacağını", "eylemi olmayanların ise dosyaları incelendikten sonra serbest bırakılacaklarını" açıklamıştı. Ancak "bir örgüte üye olup da eylemi olmayanlar" deyimi uygulamada sadece dışarıdan gelip teslim olacak "örgüt üyeleri"ne hasredildi. Cezaevlerinde "eylemi olmayan örgüt üyesi tutuklu ve hükümlüler" bu değerlendirmelerin dışında tutuldu. Cezaevlerinde bulunan "eylemsiz" tutuklu ve hükümlüler açısından bu yasa bir "ceza indirimi" olarak algılandı. Fakat başvurularla birlikte görüldü ki, sosyal ve kültürel etkinliklerinden, propaganda faaliyetlerinden, hatta yasal zeminlerde düşüncelerini açıkladıkları için TCK'nın 168/2'nci maddesi uyarınca DGM'lerce "yasadışı örgüt üyeliği" isnadıyla mahkum edilenlerde "eylemi olan örgüt üyeleri" kapsamında mütalaa edildi, resmi işlemler bu kabule göre tanzim edildi.
Bu yasanın bir tarafıyla tamamen bir "itirafçılık ve muhbirlik" yasası olduğu, önceki "pişmanlık yasaları"ndan farklı hiçbir yanı bulunmadığı; tutuklu ve hükümlü siyasileri belli ceza indirimlerine tamahlandırarak çok çirkin bir itirafçılık ve ihbarcılık kapanına çektiği apaçık ortadadır.
Ancak yasanın bir başka yanıyla "eylemsiz olan örgüt üyeleri"nin "ceza indirimi"nden yararlandırılacağı yönündeki kanaatin de yanlış olduğu; bu noktada kamuoyunun, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yanıltıldığı da bir gerçektir.
Bu durumda benim bu yasadan yararlanma noktasındaki başvurumun ne anlamı olabilir? Ya da hakkımda isnad edilen suçlamalardan pişmanlık duymam, ilişkilendirildiğim Lübnan Hizbullah örgütü ile, Filistin Hamas ve İslami Cihad örgütlerinin "terör örgütü" olarak tanımlanmaları karşısında bu hareketlerden uzak olduğumu, bu hareketlere karşı olduğumu, bu hareketleri savunma ve desteklemekten artık vazgeçtiğimi söylemem ve bunun karşılığında "ceza indiriminden yararlanma talebi"nde bulunmam söz konusu olabilir mi? mahkum edilmeme sebep olan konu "Sincan Kudüs Günü" programıdır. Bilindiği üzere yıllar boyu Türkiye'nin değişik illerinde ve dünyanın birçok yerinde Ramazan ayının son Cuması münasebetiyle düzenlenen Kudüs Günü etkinlikleri, İslami sorumluluk ve görevlerimizin başında gelen Kudüs ve Filistin'i savunma ve işgalci Siyonist İsrail'e karşı onurlu ve destansı bir direniş sergileyen Lübnanlı ve Filistinli müslümanlarla dayanışma içinde bulunmanın bir tezahürüdür. Bu savunma ve dayanışma bizler için politik ve örgütsel bir tercih değil, bütünüyle imanımızın ve İslam'ı kimliğimizin kaçınılmaz bir gereğidir...
Yine kamuoyunca bilinmektedir ki "Sincan Kudüs Günü davası" 28 Şubat senaryosuna göre "psikolojik harekatı"n "postmodern" olarak tanımlanan "darbe"nin odaklandığı bir davadır...
O halde "başlı başına bir ihtilal gerekçesi" olarak görülüp ardından bir tank birliğinin yürütüldüğü Kudüs Günü davasının, Yarbay bir savcı tarafından iddianamesi hazırlanan ve yine asker üyeli bir mahkeme heyeti tarafından görülen bir mahkemeden nasıl bir sonuç çıkacaktı ki?
Burada açıklamayı gerekli gördüğüm bir nokta da, söz konusu "psikolojik harekat"ın mahkumiyetimizden sonra da devam etmiş olmasıdır...
Bizim "Kudüs Günü" davasından dolayı bu konjontür ve denklemler bağlamında yargılanıp mahkum edilmiş olmamıza o zaman verdiğimiz cevabı bugün de vermek isterim: "Kudüs davası, ömrümüzün zindanlarda geçmesinden veya göğüslerimizin kurşunlarla parçalanmasından gam duymayacağımız kadar azizdir. Kudüs davası ilelebet bir sevdadır; bizi Kudüs'e bağlayan hem imandır, hem de aşktır! "...
Şimdi bu durumda "topluma kazandırma yasası"ndan yararlanma başvurusunda bulunan Nureddin Şirin, yararlanma koşulu olarak "bilgi" istendiğinde ne diyecektir? "Kudüs davası"nda yer aldığından, Siyonizme karşı düşman olduğundan ve Siyonist düşmana karşı destansı bir mücadele veren direniş hareketlerini destekleyip savunduğundan veya "Kur'an'a dayalı bir düzenin taraftarıyım" demesinden duyduğu pişmanlığı mı?
... Tekirdağ F tipinden mektup gönderen sevgili dost, ne sen ne de bir başkası hiç kaygılanmasın; dışarı çıkma hesabıyla satacak en küçük bir değerimiz, sırt dönecek bir davamız ve aşağılanmasına fırsat verecek bir onurumuz yoktur bizim. Zaten ben kendi öz irade ve ihtiyarımla Kudüs davasına katıldım, oklanmak istenen değerlerimiz, onurumuz ve şerefimiz alçakça saldırıların hedefi olmasın diye göğüslerimizi bilerek ve saldırıların hedefi olmasın diye göğüslerimizi bilerek ve isteyerek siper ettik!...
İşte bizim serencamımız budur!
1 Nolu F Tipi Cezaevi Kandıra Kocaeli