Günümüz insanının büyük bir belirsizlik yaşadığı sık sık dile getirilir. Gerçekten de hem kendi varlığını anlama, hem de kendisi aşındaki varlıklarla ilişkisini tanımlama açısından derin bir boşluk yaşandığın, söylemek abart, sayılmamalıdır. Yaşanılan su anki kuşatıcı zulüm ve ne yapılması gerektiği hususundaki karmasa da bunu doğruluyor.
Hayatın, gerektiği şekilde tanımlama sorunu yaşayan insanın. hayatın herhangi bir anında karşısına çıkabilecek bir olay, bir durumu kavrama sorunu yaşaması demek, sonuç olarak bu insanın nasıl davranması gerektiğini tanımlamada sorun yaşaması demektir. Takdir etmek gerekir ki, hayatın en zor sorunudur bu. Rabbine, içerisinde yaşadığı topluluğa, sisteme, tabiata ve nihayet kendisine karşı doğru bir duruş alamayan insanın derin bir boşlukta ve yönünü bilemez halde bulunması yakıcı bir sorundur. Kur'an bu belirsizliği, insanın Rabbine verdiği 'ahd'ini unutması ile açıklamakta (bkz. Taha, 115). Ve kendisi de, unutulan bu ahid ile gereklerini 'hatırlatmak' için indiğini söylemektedir, (bkz. 68/52).
Zikr'in Kur'an'daki kullanımları
Kuran, 'zikr' ifadesine çokça yer veriyor, özellikle kendisinin işlevini ifade etmek için bu kavramı kullanması üzerinde durmak gerekmektedir.
Zikir'in Kur'an'daki kullanımları çeşitlilik gösterse de bütün bu kullanımlar arasında yakın bir anlam bağı bulunuyor. Anma, yadetme, hatırlama (12/85), şükretme, hatırda tutma (2/40,47), diline dolama (21/36, 60), anlama, akletme, düşünme, ibret alma (6/80,126; 7/57), ün, şan, kendisi ile bilinen, izzet kazanılan şey (94/4), öğüt verme, öğüt alma (3/7; 13/19; 37/13) gibi anlamların hemen hepsi arasında yakın bir anlam örgüsü mevcuttur. Bizce, Kur'an kendisi 'zikr' olarak tanımlarken (43/36; 37/168-170; 38/1; 16/44; 68/52; 15/9) bütün bu anlamları kuşatan bir çağrışımı muhayyilemizde canlandırmayı murad etmektedir: 'Siz müsrif bir kavimsiniz diye şimdi o 'zikr'i sizden uzaklaştırıp bir yana mı bırakalım?" (43/5)
Bu ayette kullanılan "zikr" teriminin yanına ister "öğüt veren' anlamını, isterse -kullanım kipine uygun olmak üzere- 'akletme, düşünme, anma vb: anlamlarını, verelim, ayetteki maksadın anlaşılabilirliği görülecektir.
Kaçınılmaz olarak bu durumda Kur'an'ın 'Zikr' olmasının ne anlam ifade ettiğinin üzerinde durmakta yarar görüyoruz.
Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi, doğru bir tavır takınabilmek için doğru ölçülere sahip olmak gerekiyor. Yoksa insan, Rabbinin kendisine verdiği nimetleri gereğince algılayamadığı için nimete nankörlük edebilir. Zikrin, gafletin karşıtı bir anlamda kullanılması bu açıdan manidardır (7/205; 18/28, 63 gibi) Bu gerçeği bir an bile gözardı eden insana şeytanın musallat olacağını Kur'an bizzat bize haber veriyor (Zuhruf, 36). Zaten insan, tam da bu noktada varlığa yabancılaşmaya başlıyor. Yabancılaşan insan ise çevresi ve Rabbi karşısında yerini, konumunu takdir edemez; dolayısıyla da Rabbiyle, toplumla ve nihayet kendisiyle sorunları olan bir insan olur. Artık bu noktada insan ölçüsünü yitirmenin bütün sancılarını çeker. Bahsi geçen bütün varlığın "yaratıldığı ölçü"yü anlamayan insan kaçınılmaz olarak bu duruma düşer. Rahman ve Rahim Allah, bu nedenle insana bir hatırlatma olması için Kitab'ı indirmişti, Kur'an'ın kendisinden zikr olarak bahsetmesi (Hicr, 9) bu bağlamda ele alınmalıdır.
Zümer suresinin 234. ayeti, insanın olup biteni doğru anlaması ve buna bakarak Rabbinin rahmetini hatırlayıp sükun bulması için Kur'an'la irtibatın önemine dikkatlerimizi çekmektedir: "Allah bütün öğretilerin en güzelini, kendi içinde tutarlı, gerçeğin her türlü ifadesini çeşitli biçimlerde tekrarlayan bir ilahi kelam şekline indirir; (bu ilahi kelam ki) Rabblerinden korkanların ondan tüyleri ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah'ın zikri'ne yumuşar. İşte Allah'ın rehberliği böyledir: (Doğruya yönelmek) isteyeni bu şekilde doğru yola eriştirir; Allah'ın saptırdığı (kişi) ise, hiçbir yol gösterici bulamaz"
Kendilerini müslüman olarak tanımladıkları halde büyük bir itminansızlık içerisinde olan herkes bu ayetten gerekli dersi almalıdır. Hem Zümer suresinin ilgili ayeti hem de Ra'd sûresinin 28. Ayeti bu konuda söylenmesi gereken en son sözü söyleyerek meseleyi açıklığa kavuşturuyor. Gerisi insanın kendi tercihidir. Dilerse arınır, dilerse azar: "Onlar iman etmiş ve kalpleri Allah'ın zikriyle huzura kavuşmuştur. Dikkat edin! Kalpler sadece Allah'ı zikirle huzura/itminana kavuşur" (13 / Ra'd, 28).
Şimdi de son olarak zikredilen bu iki ayetle, bu ayetlerden hemen önce ifade ettiğimiz Hicr suresinin 9. ayeti arasındaki bağıntıya geçebiliriz.
Hicr suresinin 9. ayetinde şöyle buyrulur: "Kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu zikr'i (uyarıcı/hatırlatıcı mesajı) ayet ayet/adım adım Biz indirdik; ve yine kimsenin kuşkusu olmasın ki (bütün tahriflerden) onu yine Biz koruyacağız."
Buradan hareketle; 'kalpler ancak Kur'an ile itminan bulabilir' dersek isabetli bir çıkarımda bulunmuş oluruz. Çünkü, madem ki, kalpler ancak 'zikr' ile itminan buluyor ve yine madem ki 'zikr' Kur'an'dır, o halde selim bir akıl sahibinin varacağı sonuç şu olacaktır: 'Demek ki, kalpler ancak Kur'an'la itminan bulur'.
Geleneksel algılayışın etkisiyle anlam daralması yaşayan ve büyük ölçüde 'dil ile ikrar etme'ye dayalı bir anmayı/hatırlamayı ifade eden 'zikr'i bu şekilde değerlendirmemiz ilk anda yadırganabilir. Ancak, unutmamalıyız ki, biz, Kur'ani kavramları, Kur'an'ın kendi iç tutarlılığı içerisinde, bağlamına uygun anlamak ve hakikate ulaşabilmek için her türlü önyargıyı aşmakla yükümlüyüz. Böyle düşünerek Kur'an'da kullanılan 'zikr' ifadelerini yeniden gözden geçirdiğimiz zaman, Kur'an'la irtibatımızın daha çok olması gerektiğini yeniden keşfedeceğiz. Çünkü, birçok mealde ve tefsirde basit anlamda 'anma/hatırlama' anlamında kullanıldığı için anlam daralması yaşayan bu ifade, vurgusu kaçırıldığından dolayı, okuyucunun zihninde gerekli anlamı çağrıştırmamaktadır. Bu nedenle, büyük ölçüde 'törensel' bir ibadet'e dönüşen 'zikr'in bu anlam daralmasını önemsiz bir durum olarak algılamamalıyız.
Elbette bir şeyi anmanın/dile getirmenin de Zikr (6/En'am, 121'de ifade edildiği gibi) olduğunu biliyoruz ama bu anlama takılıp kalmak, tuğyana dayalı iktidarların da teşvik ettiği bir anlayışı sahiplenmek olur. Zira, Allah'ı zikretmekten öncelikle, lafız olarak 'Allah, Allah...' demeyi anlamanın doğuracağı insan kişiliği ve kimliği ile Allah'ı zikretmekten Kur'an'la (ki; O Zikr'dir) sürekli irtibat halinde olmak ve bu ilahi buyruklara göre hayatın bütün alanlarının tanzim etmek gerektiğini anlayan insanın kimliği arasında büyük bir fark olacaktır. Binaaleyh, zulm üzere iktidar olmuş ve sulta sürdürmüş olan egemenlerin tercihinin birincilerden yana olması doğal karşılanmalıdır. Çünkü; Zikrin bu tarz algılanışı, insanı büyük ölçüde içe dönük, toplumsal alanla ilişkileri çokça sınırlı, hatta toplum dışılığı arınmanın biricik yolu gören bir mistik yaşayışa icbar edecektir. Bu tür bir insan tipolojisi ise, egemenler açısından büyük ölçüde uygun bir toplumsal kimliği şekillendirmektedir.
Zikr'in tarihi süreç içerisinde yaşadığı bu anlam kayması ile zalim sistemlere karşı açık toplumsal muhalefet etmeyen ve/yahut edemeyen insanların kendi bireysel kimliklerini korumakla sınırlı tavırları arasında yakın bir bağın var olduğu söylenebilir. Mü'mince duyarlılıklar taşımış olsa da bazı insanların içe dönüklüğü kabul etmeleri bizatihi bir gerilemeyi içselleştirmeye neden olacak süreci başlatmıştır. Öyle ki, bu geri adımla başlayan tutum, zamanla 'gelenek'leşerek 'yeni bir İslam' tanımı oluşturdu. Oluşan bu gelenekten beslenen 'yeni dini perspektif Hz. Peygamber (a)'in öncülüğü ile başlayan devrimci süreçte de çok ciddi bir kırılmayı ifade etmektedir. Halen 'muhafazakarlık', 'gelenekçilik' vb. adlarla da anılan yaklaşımların bugün içerisinde bulunduğu açmazları, büyük ölçüde bu kırılma döneminin karakteristiğinde aramak gerekmektedir.
Mistik bir içe dönüklüğe yol açan bu tarz bir dindarlığı kendisi için zararlı bulmayan egemenlerin mevcut süreci beslemeleri ve başka kültürlerden yapılan iktibasların da etkisiyle bu tutum iyice bulandı ve kendi yaşadığı 'başkalaşım'a paralel olarak kavramları da asıl anlamlarının dışında bir çerçeveye oturtup yeniden tanımlamaya girişti. İşte bugün, 'zikr' denilince neredeyse tamamen 'anma ve öğüt verme' ile sınırlı bir şekilde algılanan 'lafızcı çerçeve' kısaca bahsettiğimiz sürecin sonucu olarak görülmelidir. Oysa, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, 'zikr'i Kur'anî bir kavram olarak anlamak demek, bu kavramı içerisinde yer aldığı Kur'an'ın anlam dünyasının bütünlüğü içerisinde değerlendirmemiz demektir. Bu önermemize uygun bir yaklaşımla hareket ettiğimiz zaman, tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan anlamla, Kur'an'ın öngördüğü anlam arasında, en azından bir anlam daralması yaşandığını görmekteyiz. Bir kavramın anlamının daralması ise, o kavramın anlamının bir kısmının benimsenmesinden çok, bütünlüğünün bozulması demektir. Bu yargımıza daha bir açıklık kazandırabilmek için, önermemizi 'zikr' kavramı çerçevesinde örneklendirelim.
Zuhruf sûresinin 36. ayetini ele alalım: "Rahmanın Zikri'ni görmezden gelip ondan uzaklaşan kimse(men ya'şu)ye gelince, onun başına bir şeytan sararız ve bu, onun öteki kişiliği (karin) olur"
Bu ayet-i kerimede geçen 'zikr' ifadesini tarihsel sapmaya uygun bir çerçeveye oturtursak 'Rahman'ın zikri' demek, 'Rahman'ı anmak, lafız olarak Rahman kelimesini dile getirmek' demektir. Bu durumda ayet-i kerimeyi şöyle anlamak durumunda kalacağız demektir: "Allah'ın Rahman sıfatını dile getirmeyene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz."1
Esasen ayette kullanılan 'zikr' ifadesini, ayetteki bağlamına uygun olarak anladığımız zaman da bu anlam ifadenin içerisinde yer almaktadır. Lakin, 'zikr'in anlamını 'bir şeyi lafız olarak ifade etmek'le sınırlandırmak demek, 'zikr' teriminin kuşatıcı anlamını gözardı etmek demektir. Tam da burada, lafız olarak zikrin önemi üzerine yapılan açıklamalar akla geliyor: "İnsan, diliyle zikirde bulunduğu, Allah'ı ve veya ayetlerini andığı, Melekut Alemi'ndeki aslını hatırladığı, evrendeki işaretler karşısında 'Allah' dediği, 'La ilahe illallah, sübhanellah, ve'l-hamdü lillah ve la ilahe illallahü ekber" dediği zaman hayalde bir eser ortaya çıkar. Hele bir hadiste buyrulduğu gibi 'karşısındakilerin mecnun diyeceği derecede dil Allah'ı zikrettiği zaman', Kur'an'ın emriyle 'Allah'ın zikri sürekle arttığı zaman' hayalde ortaya çıkan eser kalpte bir nur oluşturur; sonra bu nur dile, dilden hayale, hayalden akla yansır ve karşılıklı aynalar gibi, birbirlerini takviye eder, güçlendirirler"2
Bu mistik anlam örgüsü, belli bir doğruluk payı taşımış olsa da, hayatı daraltmakta, herkesi adeta kendinden ibaret bir enfüsi zeminin kayganlığına sürüklemektedir. Ve bu anlam dünyasında oluşan kurgusal bilincin aklileştiremeyeceği hiçbir şey yoktur. Kur'an'ın münker olarak tanımladığı şeyler batınî bir yorumla ma'ruf olarak, Kur'an'ın ma'ruf olarak tanımladığı şeyler ise tahfif edilerek tanımlanabilmektedir'.
Şimdi de Zuhruf sûresinin ilgili ayetinde geçen 'Zikr' ifadesini 'Kur'an' olarak anladığımız zaman ayetin anlamının ne olacağını görelim: "Her kim Rahman'ın Zikri (Kur'an)'a göz yumup körlük ederse Biz onun başına bir şeytan sararız ve bu onun öteki kişiliğini oluşturur." (43/Zuhruf, 36)
Şimdi, bir sonra gelen ayeti yazarsak konuyu daha rahat anlatabilmemiz mümkün olabilir: "O şeytanlar, onları doğru yoldan çıkardıkları halde onlar yine de doğru yolda olduklarını sanırlar." (43/Zuhruf, 37)
Bu iki ayeti birlikte düşündüğümüz zaman (ki; ayetleri siyak-sibakıyla birlikte düşünmenin gerektiğini klasik usûl kitapları bile teslim eder) çıkan mesaj şudur: "Eğer Kur'an'la irtibatı koparırsanız, O'nun uyarıcı, gerçekleri hatırlatıcı ve yol gösterici öğütlerini dinlemezseniz şeytan(lar) sizi saptırır ama siz bunun farkına varamazsınız. Çünkü; doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin ölçüsünü layıkıyla ancak O (Kur'an) bildirir. Zira O, Hakim olan Allah'ın hükmüdür. Bu nedenle de, karşılaştığınız sorunlara en doğru tanımları O'nunla getirebilirsiniz. Ve, yoldan çıkıp çıkmadığınızı denetlemenin en güvenilir ölçülerini O'nda bulabilirsiniz. Lakin, hayatınızın oluş sürecinin her aşamasında buna ihtiyacınız olacağı için, O'nunla sürekli bir irtibatınızın olması gerekir."
Sonuç Değerlendirmesi
Evet, giriş bölümünde bir vurgu yaparak başlamıştık yazımıza: Çağdaş insanın ciddi ve derin bir 'anlamı yitirme sorunu' var. Bu nedenle de vakıa karşısında nasıl bir duruş alacağını saptayamıyor. Yerküreyi artan bir oranda kıskaca alan bunaltıcı ve yakıcı bu sorunu çözemeyen insan, derin bir itminansızlık/doyumsuzluk içerisinde kıvranıp durmakta. Sonra da bu itminansızlığın 'Zikirsizlik'ten kaynaklandığının üzerine vurgu yaptık. Ve nihayet, 'Zikir'den yoksun olmanın şeytanın tasallutu altına girmek demek olduğunu (43/36) yeniden anlamlandırmayı denedik.
Tam da bu noktada 'Zikirsizlik'ten ne anladığımıza vurgu yapmanın yeridir. Bize göre, Zikirsizlik'in iki temel nedeninden bahsedilebilir. Birincisi, Zuhruf suresinin üzerinde durduğumuz 33. ayetinde bahsedildiği veçhile, Kur'an'la irtibatın kesilmesidir. İkincisi ise, tarihsel süreç içerisinde oluşan sapmadır. Bu şekilde sapan insanlar Kur'an'la irtibatlarını sürdürüyorlar ama, bu ilişkide 'belirleyen' Kur'an değil, bizatihi insan oluyor. Bu insanlar Kuran'ı kendi bütünselliği içerisinde düşünmeyip, parçacı bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu tutumun sonucu olarak da, Kur'an'ın diriltici mesajı, başkalarınca oluşturulmuş zihinsel inşaların payandası haline getirilmiş oluyor. Böylece bağlamlarından koparılmış Kur'anî bildirimler, sürekli bir zihinsel ve ameli dirilik oluşturacağına, hem zihinsel hem de ameli bir ataleti besleyen mistik bir itminan aracı ve/yahut da, egemen modern güçlerin her şeyi çılgınca tüketen fısklarını meşrulaştıran bir araç haline sokulmuş oluyor. Her iki durum da hayatın bütününe ilişkin doğru tanımlar yerine, her şeyi bağlamından kopararak yalnızlaştıran laik' bir zeminin değirmenine su taşımaktadır. Laik' bir yaşama mahkum edilmek istenen müslümanlar olarak, Zikri doğru anladığımız zaman bu kuşatmayı aşmanın yollarını üretebileceğiz. Temel karakteri 'tevhid' olan bir dinin mensupları olarak ancak doğru anlamları yakaladığımız oranda 'muVaHhiD' olabileceğiz. Ve ancak, 'Zikr' olan Kur'an'ı okudukça, O'nun diriltici vurguları zihnimizde yer ettikçe, hayatın gailelerinin bizi sarmalamasını önlemek için sürekli O'na başvurarak bize gerçeği hatırlatması için O'nunla yüzleştikçe itminan bulabileceğiz. Bizleri içerisinde bulunduğumuz kuşatmadan kurtaracak yegane yol budur.
"(Ey insanlar!) Gerçek şu ki, Biz size, akılda tutmanız gereken her şeyi kapsayan bir Kitab (kitab'en fihi ZİKRruhum) indirdik. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?"(21/Enbiya, 10)
Dipnotlar:
1- Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı (Meal), DİB. Yayınları,1985
2-Ali ÜNAL, Kur'an'da Temel Kavramlar, s.37, İst.,1986