Ebu Musab ez-Zerkavi; Irak'ı işgal eden gasıp ve katil Amerikan güçlerince bombalanarak öldürüldü. Son yıllarda dünyada en fazla konuşulan isimler arasında yer alan Zerkavi, Amerika'nın, kellesine en fazla ödül koyduğu iki numaralı isimdi; birinciyi ise hepimiz biliyoruz.
İşgal güçleri, Zerkavi'yi yakalatacak kişiye yirmi beş milyon dolar ödül vereceklerini açıklamışlardı. Ne var ki öldürülmesinden sonra; bunu sağlayan kişiye ödül verilmeyeceği açıklandı. Dünya medyasının verdiği habere göre nedeni ise şuymuş: Zerkavi'nin yakın ekibinden olan bu kişi, istihbari bilgiyi işkence altında vermiş; gönüllü işbirliği yapmadığı için parayı da hak etmemiş! "İşkence"; dünya basını için magazinsel bir ayrıntı sadece. Geriye Müslümanlara uygulanan işkencelerin sıradanlaşması kalıyor. Söz konusu olan bir "İslamcı terörist" ise, savaş esirlerine işkenceyi yasaklayan Uluslararası Cenevre Konvansiyonu kimsenin umurunda değil!
Zerkavi'nin bombalanmış ölü bedeninin medyaya teşhir edilmesi ise işgal güçlerinin sıkça başvurdukları bir psikolojik harp tekniği olarak ortaya çıkıyordu. Daha önce Saddam'ın oğullarına ve Rus işgalcilerce Çeçen direnişçilere de uygulanan bu yöntem insan onuruna açık bir saygısızlığın yanında, aslında "Görün, biz istersek sizi parça parça ederiz!" mesajını, kendini ilah yerine koyan bir tekebbürü ve tuğyanı içeriyor. Firavun'un Kur'an'da anlatılan; "Ben istersem can veririm, istersem de can alırım!" tekebbürünün çağdaş bir versiyonu ile yüz yüzeyiz.
Zerkavi isminin ölümünden sonra da bir sembol olarak varlığını sürdüreceği görülüyor. Denilebilir ki Zerkavi ismi aynen Usame bin Ladin gibi, bir zihniyet sembolü ve bir "fenomen" haline gelmiş bulunuyor. Mesele de burada başlıyor zaten.
Kendisine, hem taraftarlar hem de düşmanlarınca olduğundan fazla anlam yüklenmiş bu tür isimlerin hemen ardından son noktayı koyacak sözleri söylemek mümkün değil. Ancak yine de "Zerkavi olayı"nın genel hatları ile bir çerçevesini sunmanın da; hem yaşanmışlıkları hak ölçüsünde değerlendirmek, hem de üzerimize oynanan oyunlara hikmetli bir bakış üretmek açısından gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Zerkavi Kimdi; Neler Yaptı?
Öncelikle Zerkavi'nin ABD ordusunu peşinden koşturan cesur bir gerilla ve kendi ölçüsünde başarılı bir askeri stratejist olduğunu belirtmek gerek. Önce Afganistan ve ardından Irak'ta işgal güçlerine önemli kayıplar yaşatması kendisini ABD işgal kuvvetlerinin arananlar listesinin ilk sıralarına taşımıştı. Zerkavi ve örgütü işgalci koalisyon askerlerine önemli kayıplar verdirdi. Bu yönü ile böylesi bir gerillanın kaybedilmesinin son tahlilde ancak işgalcilerin işine geleceği ortada. Zalim işgalleri ve küresel istikbarı geriletecek direnişe omuz vermiş her türlü erin kaybı üzücüdür: Bu ister Zerkavi olsun, ister Ahmet Saadet, ister Chavez, isterse de Subcomandante Marcos.
Ama Ahmet Saadet'ten yahut da Subcomandante Marcos'tan bir farkı vardı tabii ki Zerkavi'nin: Zerkavi bir Müslüman olduğu gibi eylemlerini de "İslam adına" yapıyordu. Eylemleri sonrasında yayınlanan video kasetlerde İslam ümmeti adına dövüştüğünü ve her ne yaptı ise İslam'ın gereği olarak yaptığını söylüyordu. Zerkavi hakkında, savaş ortamının kasıtlı yalan haberlerini de hesaba katarak konuşursak; çelişkili haberler geldi hep kulağımıza. Kah Amerikan askerlerinin hedef alındığı eylemler, kah Şii semtlerinde masum Müslümanların kafalarının kesilerek Fırat'a atıldıkları haberleri, kah bir pazar yerinde canlı bomba eylemleri. Haber karmaşası dışında bir dehşet gerçeği ile karşı karşıyaydık.
İşte tam bu noktada "direnişe karışan bazı tekfircilerin" işgalcilerin ekmeğine yağ sürdükleri; "cahilce eylemler yaptıkları"; "bilmeden işgali meşrulaştırma amacı ile kullanıldıkları"; dahası "kullanıldıklarını fark etmedikleri" eleştirileri yükseldi. Üstelik bunları söyleyenler arasında Fadlallah, Mukteda es-Sadr grubu veya İran İslam Cumhuriyeti makamları gibi, zorlama yorumlarla bile, hiç de ABD işbirlikçisi sayılamayacak gruplar da vardı.
Adam kesme görüntülerinin de mucidi yine Zerkavi idi. Elbette ki savaşlarda insanlar ölür; ancak Zerkavi'nin eylemleri oldukça farklıydı. İşbirlikçi ya da yabancı kişilerin, koyun gibi kesilirken gösterildiği kasetlerde verdiği mesajlar ile bu eylemi "işgalcilere ve destekçilerine ibret olsun diye" yaptıklarını söylüyordu ve "dehşet" yaratmaya çalışıyordu Zerkavi ve örgütü. Zerkavi için sadece işgal orduları değil, o ordunun halkını da iliklerine dek korkutmak temel bir askeri strateji idi.
Zerkavi; Afgan cihadı sürecinde gelişen küresel bir olgu olarak "mücahit selefi ekol"ün sembolü haline de gelmişti son dönemde. Ancak vahdete gölge düşüren şaibeli eylemleri ve söylemleridir ki Zerkavi'ye, Abdullah Azzam'ın talebelerinin izinden gitmesine rağmen onun ölçüsünde bir meşruiyet kazandıramadı.
Zerkavi, Azzam'ın çizgisinden bir adım öteye giderek; sadece işgalcileri değil; işgalcilere karşı aynı safta-örgütte savaşmayan herkesi, daha da ötesi tüm gayrimüslimleri ve hatta başka mezhepten Müslümanları hedef alabilen bir çizginin savunucusu oldu. Dahası sıradan halka karşı da tekfirci bir söylem kuşanılıyordu. Irak'ta gördüğümüz camilerin bombalanması olayları tüm Müslümanların yüreğini kanatırken; farklı mezheplerin yoğun yaşadığı mahallelerde boğaz kesme cinayetleri işlenirken; sadece askeri hedeflerde değil, pazar yerleri ve otobüs duraklarında masum insanların arasında bombalar patlatılırken hep suçlanan isim Zerkavi idi. Zerkavi'nin lideri olduğu söylenen "Irak el-Kaidesi"; bu tür eylemleri kınamaya yanaşmadı, haklı gördü; üzerlerindeki sanık şüphelerini silmedi; hatta bunu pek önemsemedi de. Bildirilerinde diğer Müslümanların eleştirilerini kaale alıp cevaplamadı. Dahası Irak'taki çeşitli direniş grupları da; Zerkavi grubu ve eski Baasçı bazı grupların halka ve çeşitli sosyal gruplara saldırarak "direnişi saptırmaya çalıştıklarını" söylüyorlardı.
Zerkavi usulu'd-din, tarihsel analiz, hayatı kuşatacak tutarlı bir İslami kimlik, kimliğini Kur'an'la arındırmış olma noktasında ümmetin genel ortalamasının hiç de üzerinde değildi. Tarihsel analiz olarak ümmetin çöküşünü aynen Hizbu't-Tahrir gibi Türkiye'de hilafetin kaldırılma tarihi olan 1924'e dayandırıyor ve çöküşün içsel nedenlerini, yani ümmetin Kur'an'dan uzaklaşmasını analiz dışı tutuyordu. Mezhebinden dolayı başka Müslümanları tekfir etmesi ve camileri bombalaması iddialarının gölgesinde katı mezhepçi ve bütünleştiricilikten uzak bir çizgi gösterdi.
Zerkavi, askeri stratejisinde olsun siyasal örgütlenmesinde olsun; toplumsal tabana dayanan meşru bir örgütlenmeyi hiç benimsemedi. Kaide'nin genel tarzı olan "hücre" mantığı ile çalıştı; kendisinden olmayan herkese karşı tekfirci bir çizgide durdu. Toplumsal dönüşümün yasalarını anlamaktan uzak, salt şekilci bir düşünce yapısına tutundu. Kaide'nin tüm dünyada yaptığı gibi "Sünni" bir duyarlılık üzerinden temel bulmaya çalıştı, mezhebi telakkilerini direnişin temel unsuru olarak algıladı.
Zerkavi'nin en önemli özelliği, aynen Afgan mücahitleri gibi silahlı bir kıtal halini kuşanmış olması ve bunu yaşam biçimi haline getirmiş olması idi. Zerkavi; ümmeti bir nevi "tahrik etmeye" çalışıyordu. O, Kaide'ye ait web sitelerinde, bildirilerde ve bant kayıtlarında sürekli; "ümmetin topyekun silahlı bir kalkışa başlaması çağrıları"nı yineliyor; bu yolla ümmette biriken öfkenin, devasa bir patlamaya dönüşebileceğini düşünüyor ve küresel bir İslami kalkış ile yeniden "hilafeti kurabileceğimize" inanıyordu. Süreç ve merhale görüşünden; Kur'an'ı tertil üzere okuma ameliyesinden ve toplumsal değişimin sünnetini okumaktan uzak bir şekilde yapılan bu değerlendirme; Kemalist devrimlerle hilafetin kaldırıldığı tarih olan 1924 tarihini de ümmetin çöküş tarihi olarak not ederek; tarih değerlendirmelerinin birçok vasat İslami oluşumdan farklı olmadığını ortaya koyuyordu.
Din ve Kur'an algısı da ümmetimizin zaafları ile malul bir çizgiyi işaret ediyordu. Geleneksel Ehl-i Sünnet akaidi selefi bir versiyonda talim ediliyor; akidenin Kur'an'ın muhkem nassları ile belirlenmesi gerektiği düşünülmüyor, itikadi alanda mezhepçilik yapılıyordu. Kur'an algısındaki bulanıklık, ümmet algısından mücadele metoduna ve tarih analizine kadar her alana sirayet ediyor ve nihayetinde mücadele anlayışındaki yanlışlıkların temeli haline geliyordu.
Zerkavi; arkasında işte bu soruları, bu deneyimleri ve bu din algısını bırakarak ebedi aleme göçtü.
Açık Gerçek: ABD İşgali Ortadoğu'daki En Büyük Terördür!
ABD ve İsrail merkezli küresel müstekbirlere göre; Usame bin Ladin dünyanın bir numaralı teröristi; Zerkavi ve Zevahiri ise iki ve üç numaralı teröristleri! Şimdi Zerkavi listeden düşmüş görünüyor.
Oysa bu tanımlama tümü ile işgali meşrulaştıran bir mantıkla bizzat işgalci ülke ordularına bağlı çalışan düşünce kuruluşlarınca yapılmış ve psikolojik harekat kapsamında dünyaya yaygınlaştırılmış bir "terör" algısı ve tanımıdır. Öncelikle şunu çok net ortaya koymak gerek: Dünyanın ve Ortadoğu'nun en büyük ve iki numaralı teröristleri; işgalci ve sömürücü ABD ve Siyonist İsrail'dir ve onların Firavun yöneticileridir. Ortadoğu'nun en büyük fitnesi, fesadı, şer gücü ve teröristi ABD'dir. Ortadoğu'da kukla diktatörleri barındıran ve sonra onları işgallerle yerinden eden ABD emperyalizmi, yılanın başıdır!
Onların "terör" tanımı, bir psikolojik savaş silahı iken; bizim yaptığımız bu tanım Nikaragua'dan Endonezya'ya dek dünyanın tüm onurlu, erdemli insanlarının, mazlumların paylaştığı; adalet ve özgürlük değerleri temelinde gerçek bir "terör" ve "fesad" tanımıdır. ABD işgal ordusunun Irak'ta ne aradığını sorgulamaya yanaşmadan Zerkavi'yi tartışmak anlamsızdır! ABD emperyalizminin suçlarını itiraf etmeden "Zerkavi'nin teröristliği" üzerinden yorumlar yapmak aynen İsrail işgaline hiç değinmeden Hamas'ı terörist gören Ahmet Necdet Sezer'in hukuksuzluğu ve çifte standartçılığı gibidir; bir siyasal tutarsızlıktır. "Ümmete karşı suç işleyen"den bahsedilecek ise; "fitne tohumlarını ekenler"den bahsedilecek ise bunun öncelikli adresi ABD emperyalizmidir.
Filistin'deki şehadet eylemlerini "çirkin terör eylemleri" olarak kınamakta hiç tereddüt göstermeyen ama Siyonist işgal karşısında olabildiğince hoşgörülü ve müşfik olanların; Siyonizm'e masum bir kılıf çizmeye çalışanların; emperyalist işgalle bir sorunu olmayanların; ABD ile işbirliğini Müslüman kardeşleri ile birlikte direnme yoluna tercih edenlerin; küresel sisteme entegrasyonda ikbal arayanların; ne Zerkavi hakkında, ne de başka bir konuda sözünü dinlemeyiz; onlar müstekbirlerin müttefiki ve işbirlikçileridirler!
Ahlak; Firavun'un kavminden bir adamı öldüren Musa'yı yargılamak için önce Firavun'un devasa zulmünü kınamayı gerektirir.
Temel düşmanımızın işgal politikaları ve ana eksenimizin emperyalizm karşısında yek vücut olmamız gerektiğini unutmamalıyız. "La Şiiyye La Sünniyye Vahde Vahde İslamiyye!" nidası temel parolamız, "Kahrolsun Büyük Şeytan Amerika!" sloganı temel siyasal eksenimiz olmalıdır! Aramızdan bazıları cahilce işler yapmış olsa da; bizler birbirimizin düşmanı değiliz. Elinde en fazla "Müslümanın kanı" ve dahi tüm halkların kanı bulunan en büyük düşman ve aramıza fitne tohumları eken en büyük güç ABD emperyalizmidir. Zerkavi'nin planladığı ifade edilen cahilce eylemleri ve Müslüman kanının akmasını kınarken, işgale karşı tavır alma, direnme sorumluluğumuzun temel yönelişimiz olduğu kesinlikle hatırdan çıkartılmamalıdır.
Kimliğimizi Kur'an ile Islah Etme Çabası Direnişten Ayrı Tutulamaz!
Öte yandan Zerkavi olayı ile; mezhep merkezli din algılarının Kur'an'la ıslah edilmesinin zorunluluğu bir kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır. Pentagon'un psikolojik savaş uzmanlarının hesaplarını boşa çıkartmamızın yolu ancak Şiisiyle Sünnisiyle, Kürdü, Türkü, Arabı ile; mezhep, ırk, gelenek merkezli bulanık bir kimlikten sıyrılıp Kur'ani bir kimliğe yönelmemizle mümkündür.
Zerkavi'nin öldürüldüğü; Müslüman halkların başına bombaların yağdığı bugün bunu öne sürmek anlamlı mıdır? Evet, özellikle de bugün anlamlıdır. "Hele bir işgalcileri kovalım, sonra oturur vahdeti sağlarız; alimlerimiz oturur aramızdaki dini meseleleri çözer." mantığı Afganistan'da da Irak'ta da çökmüştür. Ümmeti yeniden diriltme mücadelemizi bir yandan emperyalist işgallere direnerek öte yandan ise usulu'd-din'de, hayat ve toplum algısında Kur'an merkezli bir kimliğe yönelerek çift boyutlu olarak yürütmek zorundayız.
Kur'an ile arınma zorunluluğumuz şu anki sıcak çatışma ortamında gündeme gelmemesi gereken teorik bir yöneliş, bir ayrıntı değildir. Afganistan cihadının bağımsızlığı elde ettikten sonra geldiği noktadan, Kaide'nin ürettiği tekfirci çizgiden, Irak'ta gitgide artan Şii-Sünni mezhebi taassubundan ders almalıyız! Evet, müstekbirler; aramızdaki farklılıkları her zaman suiistimal etmeye çalışacaklardır, her zaman aramıza fitne tohumları ekmeye çalışacaklardır. Bizim cevaplamamız gereken soru bizi bu derece kullanılmaya müsait kılan, bizi bizden ayıran şeyin ne olduğudur? Bunun nedeni ümmetimizin yüzyıllardır Kur'an'dan uzak olması; rivayetleri, mezhebi anlayışları, Allah'ın kitabının önüne geçirmiş olması; Allah'ın dininden mollaların, şeyhlerin, alimlerin dinine geçmiş olmasıdır! Bizi bölen şey; mezhebi adlarımızı; Şii olmayı Sünni olmayı, Kur'an'ın bize verdiği yegane isim olan "Müslüman" olmaya öncelememizi getiren tarihsel dini telakkilerdir.
Yeni bir döneme giren direniş hattını yükseltmenin tek yolu da budur: Kur'an'la arınmak! Bu direnişin sıcaklığında üretilecek pratik bir görevdir; reel karşılığı hayati olan bir görevdir. Mezhebi, tarihi, akidevi farklılıkları aşmamız ve emperyalistlerin üzerimizdeki planlarını boşa çıkarmamızın yolu budur. Mezhep, ırk, tarihsel rivayet kültürü, gelenek temelli direniş duyarlılıkları zaman içerisinde kendini tüketen, müstekbirlerin oyunlarına gelmeye müsait bir sonuçtan başka bir şey üretmez! Bizi tüketen içsel nedenleri teşhis edip onları aşmak bizatihi emperyalizme karşı kazanacağımız zaferin yarısıdır.
Ayrıca; şunu da unutmamalıyız: Zerkavi'nin kendisinin yaptığı birçok şey yanında, isteyerek veya istemeyerek edindiği "insan kesen cani" imajı ile ABD'nin kendisine yamadığı pek çok eylem olduğu; cami bombalama eylemlerinden en azından bazılarının, bizzat CIA-MOSSAD kaynaklı planlarla yürütüldüğü de düşünülmelidir. Dolayısı ile dökülen kanlardan dolayı tüm gücümüzle işgali sorumlu tutmak zorundayız! Tabii ki böylesi kullanılmaya uygun bir "cani imajı"nı koz olarak işgalcilerin eline vermesi dolayısı ile Zerkavi de sorgulanabilir ve dahası sorgulanmalıdır da! Ama bu sorgulama bile, Ortadoğu'da dökülen tüm kanların asıl sorumlusunun emperyalist işgal olduğu ve Batılı sömürgecilerin bölgemizi karıştırmak için durmadan ve sistematik planlar kurdukları gerçeğini değiştirmez.
"Zerkavi ve Ladin CIA Ajanıdır" Söylemi Ne İfade Ediyor?
Zerkavi'nin; kime hizmet ettiği sorusu üzerinde fazlaca spekülatif ve özgüvensiz yorumlar yapılıyor. Şunu açıkça görmek gerek: Zerkavi; Ladin ve onun gibi düşünenlerin ve tabii Kaide örgütünün CIA ajanı oldukları mantığına sığınmak, bizzat kendi ümmetimizin bugünkü genel halini ve gerçekliğini tanımamaktır. Aksine bu çizgi ümmetin içinden çıkmış, ümmetin usuli ve siyasi anlamda genel seviyesini ifade eden, ancak sahih bir Kur'ani perspektifi temsil etmeyen isimlerdir.
İslami harekete hassaten düşmanlığı olan bazı eski Stalinist ve eski Baasçı güçlerin; İslami hareketlerin Ortadoğu'da ve tüm dünyada yükselişini karalamak için "Bunlar zaten CIA'nın ajanı; solu durdurmak için üretildiler." suçlamasının mantığından neşet eden bu söylem mesnedsiz ve tutarsız bir analizdir. Bunlara göre Hamas'ı İsrail kurdurdu, Ladin ABD'nin maaşlı adamı; Taliban aslında ABD kuklası, Müslüman Kardeşler Amerikancı! Bu düzeysiz siyasal çizgi; bizim de sözlerimize bulaşıyor ve zaman zaman sıkışınca hemen muhatabımızı ABD ajanı olmakla suçlayıveriyoruz. Oysa bu jargon hiç de toplumsal yönelişlerin künhünü anlayabilecek bir hikmetli okumayı ve doğru bir süreç analizini içermiyor.
Biraz da zihnimizdeki güçlü ABD imajı üretiyor bunu: ABD; oluşturduğu güçlü imaj ile tekebbürünü halklara dayatıyor ve kendini tüm dünya halklarına haşa "Kadir"; "Semi", "Basir", olarak sunuyor. "CIA her şeyi görür; bilir; her şeyi onlar yönlendirir ve her yerde adamları vardır." önyargısı yerleştirilmeye çalışılıyor ki; haşa Kadir-ul Azim olan Allah'tan değil ABD'den korkalım, onun gücü her şeye yeter sayalım!
Elbette küresel istikbarın direnişçi güçlere sızma ve yönlendirme çabası bir tehlike. Tabii ki Kaide içerisine küresel müstekbirlerin ajanları sızmış olabilir. Ancak bu olmuşsa ve bir kullanılma olgusu varsa bile, sorulması gereken temel soru şu olmalı: Bizi kullanılmaya müsait kılan, aramıza ekilecek fitne tohumlarının yeşermesi için toprağı gübreleyen şey nedir? Kur'an'ın "bünyanen mersus" dediği yekpare ümmetimiz nasıl oluyor da böyle kolayca tuzaklara gelebiliyor?
Şunu görmeliyiz: Ümmetimiz yeni bir uyanış dönemindedir. Yüzyıllarca geriledikten sonra yeniden kendini üretme yolunda gelgitli, iki ileri bir geri, aşırılıklarla malul bir çizgide gelişiyoruz. Kaide benzeri örgütler ve Zerkavi, işte bu sancının ürünü; Kur'an'la yeterince arınmamış bir yönelişin, sahih eksenini bulamamış bir direniş iradesinin ifadesidir.
Ümmetimizin Trajedisi
Öte yandan bu tespitlerimiz "Zerkavi fenomeni"ni konuşmamıza engel değildir. Aksine işgalcilerin tuzaklarını başlarına geçirecek vahdeti sağlamak için daha fazla diyalog kurmak, birbirimize kendimizi açmak, yanlış anlaşılmaların düğümünü çözmek ve hatalarımızdan ders almak zorundayız.
Yani Allah için eğri oturup doğru konuşmak da gerek!
Tabii ki ABD'ye büyük kayıplar verdiren biri olarak, Zerkavi'nin bir direnişçi olduğunu teslim etmek gerek. Ancak öte yandan Zerkavi'nin Müslümanlar arasında fitne tohumları ekebilecek dışlayıcı ve yer yer düpedüz tekfirci bir çizgiyi takip ettiği de görülüyordu. Ümmetin çöküşünün içsel nedenlerini doğru teşhis edemeyen bu çizgi, İslami şahitliği ne pahasına olursa olsun bir "kıtal"a ve "intikam temelli bir kan dökme"ye kıstırdığı ölçüde çözümsüzlüğe de katkıda bulunuyor.
Öyle ise kimdir Zerkavi? Zerkavi, ümmetimizin trajedisidir! Zerkavi; ümmetimizin yaşadığı dehşetengiz zulümler ve işgaller karşısında nasıl bir travma halinde olduğunun, nasıl bir dehşet içerisinde var olmaya çalıştığının göstergesidir. Zerkavi çizgisi aynı zamanda; ümmetin, bunca zulme rağmen hâlâ ve ısrarla direnmeye ve onurunu teslim etmemeye ne kadar kararlı olduğunun ispatıdır. Zerkavi; ümmetimizin, fedakarlıklarla mücadele örmek konusunda hâlâ ne derece atak olduğunun göstergesidir. Zerkavi; ümmetin, usulu'd-din ve din algısı noktasında ne kadar cahil ve Kur'an'dan uzak bir noktada olduğunun da ispatıdır. Zerkavi; tarihi ve modern dönemi algılamak ve dönüştürmek konusunda, ümmetin hâlâ ne kadar cılız, Kur'ani dirilikten uzak ve birikimsiz olduğunun ispatıdır.
Hasılı Zerkavi çizgisi; ümmetin yeni bir dönem için hâlâ emekleme döneminde olduğunun açık bir göstergesidir. Bu beden düşe kalka yürümeye çalışmakta; ateşe dokunarak ateşin ne olduğunu öğrenmekte ve gün be gün olgunlaşmaktadır. Evet; bir çocukluk hastalığı örneğin kızamık, sizi kan ter içerisinde bırakır ama o hastalığı atlatır iseniz bağışıklık kazanırsınız!
Hikmetten ve Basiretten Uzak Fikriyat
Kendileri bunu hesaplamış olsun veya olmasın Ladin ve Zerkavi; ümmetin ezilmişliği kanıksamadığını, zulme karşı öfkesini ve ne yapacağını bilemeyen ölçüsüz bir direniş iradesini gösteren bir sembol olmuştur. Ancak öte yandan da bu çizgi aşılması gereken basiretsiz bir çizgidir! Mezhepçilik, merhale gözetmeyen bir kıtalcilik, herkese karşı ölçüsüz bir şiddet, özgüvensiz ve ölçüsüz bir öfke İslam'ın ve Kur'an'ın vazettiği şeyler değildir. Direniş davasının temel boyutu bir mezhebi telakkiyi dinin kendisi diye sunmak, Kur'an'dan uzaklaşıldığının açık bir ifadesidir. Kur'an ile arınmayı öncelemeden; ümmeti yeniden diriltme ve direniş davasını Kur'ani ıslahat ile anlamlandırmadan adım atamayız!
Tarihsel analizi doğru yapmak zorundayız: Ümmetin çöküşü üzerine doğru bir tespit yapmazsak uyanışı da omuzlamamız mümkün değildir! Kaybettiğiniz yerde aramıyorsanız yitiğinizi hiçbir zaman bulamayacaksınız demektir! Biz 1920'lerde Kemalist inkılaplar ile yok olmadık; ümmetimiz yüzyıllardır Kur'ani diriliğini yitirmişti! Bizi yok eden içsel nedenleri teşhis etmeden; Kur'an merkezli bir kimliğe ve sahih şahitliğe tutunmadıkça yani Kur'an'ın belirlediği doğrultuda kendimizi değiştirmedikçe ve merhum Malik bin Nebi'nin deyimi ile "sömürüye müsait olmaktan" vazgeçmedikçe de kurtuluşumuz yoktur!
Zerkavi, Direnişe ve Ümmete Ne Kazandırdı, Ne Kaybettirdi?
Zerkavi ve Kaide çizgisinin dini boyutu bir yana; Müslümanlara siyasal olarak neler kazandırdığını da düşünelim. "Kafa kesen caniler" imajı ve "camileri bombalayan direnişçiler" ifadesi direniş çizgisine kazandırdığından çok kaybettirmiştir. Bizim ülkemizde de laik oligarşinin kendi zalim politikalarına halk desteği üretmek için sık sık oluşturmaya çalıştığı "insan yakan; kıtır kıtır adam kesen irticacılar" propagandalarının bir eşini altın tepsi içerisinde ABD'ye sundu Zerkavi. George Bush Irak saldırısına başlarken "Biz şeytani güçlerle (axis of evil) savaşıyoruz." demişti. Kameralar önünde insan kesen adamların görüntüsünü basına vermekten daha net nasıl destekleyebilirdi bu görüşünü George Bush?
Vietnam Savaşı'na karşı bir toplumsal muhalefetin oluşması altı-yedi yıl almıştı. Oysa Irak direnişi daha işgal başlamadan tüm dünyada mühim destek buldu, sadece ümmet tarafından değil; tüm yeryüzünde yüz milyonlar tarafından sahiplenildi. Böylesi bir tarihi desteği İslami hareketlerin meşruluğunu ve örnekliğini sunmak için kullanamamak ve direnişi güçlendirecek tarzda işleyememek; tam bir tarihsel cehalet ve siyasal basiretsizliktir. Eğer "korku" atmosferini bir silah olarak kullanıyor iseniz bunu düşünebilecek bir stratejik hesap da yapmanız gerekir. Savaşta her silahın öldürmesi gerekmez; öyle silahlar vardır ki kimseyi öldürmez ama düşman orduyu yerle bir eder! İşte bu meşruiyet ve moral güç silahıdır! Cezayir Fransa'yı bu silahla yenmiştir; Mandela bu silahla apartayd [ayrımcılık]'ı yıkmıştır; Filistinliler bu silahla tüm dünyaya örneklik üretmiştir. Direnişin meşruluğu üzerine şüpheler oluşturan, işgalcilerin propaganda savaşını hızlandıran kafa kesme, halka toplu infaz, pazar yeri bombalamaları, camilerin havaya uçurulması gibi eylemler siyasal anlamda acziyetin bir ifadesi olabilirdi ancak; asla bir basiretin ve sahih bir İslami direniş çizgisinin değil!
Açık bir işgal operasyonuna karşı savaşan direnişçilerin Şii-Sünni, Türkmen-Arap demeden geniş bir cephe oluşturmaya çalışması; "işgale karşı halk güçleri" mantığı ile ortak bir kongre toplamaları temel bir strateji olması gerekirken; Zerkavi çizgisi sahip olduğu katı mezhepçi zihin yapısı ile "Sünni kardeşlerimiz arasında tutunalım, bize yeter." çizgisine saplandı. Hatta kimi zaman onları da tehdit etmekten çekinmedi. Öyle ki Sünni Ulemalar Birliği onların eylemlerini kınamaktan çekindi. Böylece işgalin ve işgalle istikballerini tevhid eden çeşitli güçlerin gerçek yüzlerinin görülmesini engelleyen bir unsur haline de geldi. Hasılı direnişin toplumsal tabanını genişleterek meşruiyetini çoğaltması beklenirken tam tersi oldu ve tekfirci bir çizgiye saplanıldı.
Zerkavi çizgisi bu noktada her seferinde inanılmaz bir basiretsizlik sergiledi. Hatta nerede ise komplo söylemlerini haklı çıkartacak şekilde ne zaman ABD'nin sıkıştığı bir dönem oldu ise Kaide, işgalcileri rahatlatacak bir gündem oluşturdu. Ebu Gureyb skandalı ile tüm dünyada işgal karşıtı tepkiler yükselirken; bir de baktık ki Kaide Şii-Sünni çatışmasına başladı ve ABD bundan oldukça kârlı çıktı! Ümmetin evlatlarının katledildiği Felluce sonrasında tüm dünyada savaş karşıtı atmosfer yükselirken ve katliam soruşturması çağrıları duyulurken, birden Kaide'nin pazar yeri bombalamaları gündem oldu. Tam ABD, seçimlerle oluşan atmosfer sonrası Irak'taki işgalini devam ettirmek için bir neden arıyordu ki; Şii mahallelerine saldırılar, boğazı kesilerek Fırat'a atılmış siviller ve cami bombalamaları… Tüm bunlar ancak basiretsiz bir siyasal çizgiye işaret eder.
Şii-Sünni çatışmasını besleyen ve son tahlilde işgalcilerin işini kolaylaştıran sorumsuz beyanlar nasıl olur da direniş adına savunulabilir? Kaide ve takipçileri iki önemli derste hem Afganistan'da hem de Irak'ta sınıfta kalmıştır: Birincisi ümmetin birliğini sağlayacak, siyaseten yapıcı ve direniş hattını ören bir çizgiye yaklaşmak yerine gitgide daha tekfirci, mezhepçi ve tutarsız bir çizgiye sığınmak hatası. İkinci olarak ise Irak direnişinin tüm dünyada oluşturduğu meşruiyet zeminini doğru okumamak ve bu meşru çizginin karalanması için bulunmaz fırsatlar sunmak! Hasılı din algısı alanında bulanıklığı ve Kur'an'la arınmamış bir kimliği miras bırakan Zerkavi; siyasal alanda da önemli bir çatışma alanı bıraktı ve ne yazık ki bu birikim emperyalistlerin halklarımıza ekmeye çalıştığı fitne tohumları için fazlası ile mümbit bir toprak sunuyor.
Ladin ve Zerkavi Neden Bu kadar Duyuldu?
Şunu da görmek gerek: Zerkavi, ümmet içerisinde ölçüsüz nefretten beslenen sahih olmayan tehlikeli bir tekfirci potansiyel üretmiştir. Bu sempati; Kur'ani ilkeler ve İslam'ın sağlam düsturlarından değil; ezilmiş olmanın verdiği bir duygudan, hamaset ve ölçüsüz kinden besleniyor. Dünya Ticaret Merkezi'ne saldırılar sonrasında duyulan sevinçle ve öfkeyle karışık gelgitli duyguların nedeni, ümmetimizin sağlıklı bir dönemde olmaması ve "ilmin" kaynağı olan "Kitab"ı terk etmiş olmasında aranmalıdır. Kaide'nin; sosyal psikoloji kürsülerinin "ezilmişlerin psikolojisi" dedikleri haklı öfkeyi işlemekteki ustalığı, bu tartışmalı çizginin olduğundan fazla görünmesine ve daha geniş alanlarda etki etmesine neden olmuştur.
Üstelik bu sevgi ve gelgitli ilgi, sadece Müslümanlarla da sınırlı kalmamış, tüm muhalifleri kuşatmıştır. Ünlü besteci Karlheinz Stockhausen'in 11 Eylül saldırıları sonrasında "İkiz kuleler saldırısı; modern dönemin en büyük sanat eseridir." sözünü hatırlıyoruz. Brezilya gibi yoksul Üçüncü dünya ülkelerinde birçok insanın Ladin tişörtlerini gururla giydiklerini hatırlayalım. İki yüz yıldır süren modern sömürgecilik dünya halklarını o derece bunaltmış ve ezmiştir ki insanlar intikam duygularına sarılmaktalar. İkiz kulelerin enkazında acizlikle boğuşan ABD imparatorluğunu görmek... İşte bu duygudur ki tüm dünya halklarını etkilemiştir.
Evet, bu öfke haklı bir öfkedir! Mazlumlar değil öncelikle yüzyıllardır sömüren Firavunlar hesap vermeye davet edilmelidir! Ancak burada ince bir çizgi var: İslami mücadelenin hedeflediği şey bu öfkeyi tekebbüre dönüştürmek değil, Allah'a kul olmaya çağırarak özgürleştirici bir hat oluşturmaktır. Bizler Rabbimizin "ezilenlere lütfetmek istediğine" iman ediyoruz; öfke ve direnişimizin ancak Allah'ın Kitabı'na dayandığımız ölçüde meşru olabileceğini biliyoruz! Ancak yaşadığımız katliamlar öylesine kesif ve Kitap'tan o derece uzaklaşmışız ki…
Ümmetimiz çöküş devrinden sonra toparlanma evresindedir. Toparlanma dönemlerinde olgun bir mücadele hattını sürdürmek konusunda yaşanan zaaflar doğum sancılarıdır. Zerkavi ve Ladin; yenilerek sürekli geri düştüğümüz bir dönemde zalimlere de kayıp verdirebileceğimizi gösteren bir öfkeyi beslemiş ve ondan neşet etmişlerdir.
Zerkavi çizgisinin büyüsü de buradadır. Usame bin Ladin ümmetin, yaptıklarını zalimlere ve zalimlerin halklarına ödetebileceğini ortaya koydu. Ne diyorlardı Londra saldırıları sonrası Zerkavi ve Ladin bant kaydında: "Bu saldırılar ümmetimizin yüz yıldır çektiği acıların yanında çok ufak bir şeydir. Müslüman halkların başına bombalar yağması normal ise; şunu söylüyoruz: Bağdat güvenli olmadığı sürece hiçbir Avrupa ülkesinin başkenti güvenli olmayacak!" Ve yine başka bir açıklamasında şöyle diyordu Ladin: "Müslüman ümmeti 1922'den beri her türlü aşağılanmayı yaşamaktadır. Halklarımızın başına bombalar yağmaktadır. Bugün bizim yüz yıldır yaşadıklarımızı, aynı korku ve endişeyi Londra'da, Madrid'de yaşayanların da yaşama günüdür."
Zerkavi çizgisi ne Kur'an'ı daha iyi anlamamızı sunan bir din usulü, ne siyasal hayatı değiştirme iradesine sahip sağlam bir toplumsal analiz, ne sağlam bir tarihsel analiz, ne de örneğin Filistin'deki mücahitlerden daha yürekli bir çizgi sunuyordu. Ama Zerkavi çizgisi yüz yıldır ilk kez öfkeden kaynaklanan bir özgüven ve karşı atak duygusunu besledi.
Yüceltmek veya Lanetlemek Yerine "Hikmetle Düşünmek"
Bu yazının sonunda Zerkavi'yi yüceltmiş veya kötülemiş olmayı amaçlamıyoruz. Doğrusu yüceltmeye veyahut karalamaya fazlası ile angaje olmuş bir yapıdayız. Şüphesiz insan acelecidir! Ancak hedefimiz; ümmetimizin güncel durumunun ve gerçekliğimizin bir röntgenini çekmek.
Zerkavi, ümmetin yüz elli yılı aşkın bir süredir yaşadığı katliamlara karşı öfkesidir ve tabii cihad ve mücadele algısının ne kadar dar olduğunun bir sembolüdür. Ümmetin artık aşması gereken bir kafa karışıklığı olan "Zerkavi fenomeni" aynı zamanda direnme iradesinin üretildiği gelgitli bir vasatın işareti, bir olumluluk olarak tarihe geçmiştir. Zerkavi ve genel anlamda Şii'si ile Sünni'si ile tüm direnişçiler; ümmetin aşırılıklar ve içtihadi hataları ile üretmeye çabaladığı "direniş ve ıslahat" hattına yönelişinin de ifadesidirler. Yüzyıllarca işgal, işkence, katliam ve aşağılanma gördükten sonra yeniden uyanış sancıları; çelişkili ve doğru ekseni bulamamış direniş azmi; kabuk bağlamış cerahat dolu yaranın yeniden kanamasıdırlar. Evet, henüz doğru ilacı bulamasa da, ümmetimiz artık bu yarayı örtmek ve eski ölü toprağına dönmek istemiyor. İşte Zerkavi, bu sancının ürettiği sonuçlardan biri idi.
Zerkavi öldürüldü, evet! Bugün yapmamız gereken şey; yolunda kararlılıkla yürüyeceğimizi, yahut da onun gibilere artık aramızda yer vermeyeceğimizi ifade eden irade beyanlarından öte olmalı! Zerkavi'yi yüceltip kutsallaştırarak, yahut da lanetleyip taşlayarak anmanın, onun mezhepçiliğine vurgu yaparak başka mezhepçiliklere yaklaşmanın hiç de pratik bir karşılığı yok. Bu sloganik tavrın ötesinde ümmetin yaşadığımız dünyanın gerçekliğine direnerek nasıl daha doğru bir fıkıh üreteceğimizi konuşmak; yaşanılan hatalar, olumluluklar ve süreçten ders almak ve Kur'an'ın bize vazettiği sahih bir kimliğe yönelmemiz gerek.
Kendi bedenini patlatarak özgürlük ateşi olan halklarımız, açlıkla terbiye tehditlerine ekmeğini tuza banarak direnen halklarımız; her türlü aşağılanmaya rağmen onurlarını koruyan, işgallere karşı kahramanca direnen ümmetimiz; şüphesiz tarihe adımızı yazdırıyor ve ümmeti yeniden inşa yolunda direniş hattının ümit vaat ettiğini ispatlıyor! Evet, Zerkavi tartışmalı bir isimdi. Ama hiçbir şey emperyalizmin topraklarımızdaki varlığından daha tartışmalı, hiçbir isim işgal ordusunun başı Bush'tan daha kirli değildir! Zerkavi çizgisi üzerinden İslami hareketleri mahkum etmek isteyen sözde muhalif güçlere karşı da; küresel müstekbirlerin Firavuni çizgisine karşı da bunu ısrarla vurgulamak zorundayız! Bizler haklıyız, onlar ise haksız! Bizler direniyoruz onlar ise kaybediyor!
Bizler Musa'yız onlarsa Firavun! Biz kazanacağız, onlar kaybedecek!