Aceleci olmak ve gereğince şükretmemek insanoğlunun temel zaaflarından ikisi. Rabbimizin, kitabında sıkça tekrarladığı uyarılara karşı biz Müslümanların da kurtulamadığımız, zayıflık gösterdiğimiz hususlar bunlar. Oysa yaşadıklarımız ve şahit olduklarımız böyle olmaması gerektiğini öğreten sayısız delil, tecrübe sunmakta. Etrafımızda olan bitene daha geniş, daha derinlemesine bakabilsek ve bunlardan edindiğimiz bilgiyi, tecrübeyi daha geniş bir düzleme oturtabilsek bu zaaflarımızı terk edebilmemiz daha kolay olacak. Rabbimize güvenmenin ve dayanmanın kazandırdığı itminan duygusunu derinden hissedecek ve hayata, mücadeleye, mücadele içinde karşılaştığımız güçlüklere, hatta yenilgilere daha bir soğukkanlı ve geliştirici bir tarzda bakabileceğiz. Umutsuzluk rüzgârlarının etkisini üzerimizde bu kadar çabuk ve yoğun hissetmeyeceğiz.
Mübarek ve oğullarının yargılanmalarına ilişkin Mısır’dan dünyaya yansıyan kareye bir bakalım! Rabbimizin “Biz o günleri insanlar arasında döndürür dururuz.” (Al-i İmran, 3/140) şeklindeki buyruğunun bir tezahürü ile karşı karşıya değil miyiz?
O firavun ki, daha kısa bir süre öncesine kadar her konuda kendinden emin görünmekte, sadece “Anayasayı değiştirip cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmaya devam mı etsem, yoksa yerimi oğluma mı bıraksam?” seçenekleri arasında bir tereddüt yaşamaktaydı. Mısır halkının ne düşündüğünün, ne talep ettiğininse hiçbir önemi yoktu. Askeri, silahı vardı; copu, mahkemesi vardı; inat edenler için işkencehaneler faaliyetlerini sürdürüyor, idam sehpaları devreye giriyordu. ABD ve İsrail’in açık desteği de mevcut olduğuna göre geride korkacak, çekinilecek ne kalıyordu ki?
Ne var ki, hiçbiri yetmedi! Firavun şimdi oğullarıyla birlikte, on yıllardır Müslüman muhaliflerini tıktığı kafesin içinde mahkeme reisinin sorularına yattığı sedyeden cevap vermeye çalışıyor. Tam 30 yıldır halkını vahşice ezen, soyan, katleden; Müslümanları vahşi hayvanlar gibi kafeslere sokarak sindirmeye, aşağılamaya çalışan Mısır’ın çağdaş firavununun bu görüntüsü ne kadar ibretlik bir manzara!
Ama unutmayalım, Mısır halkının “La Hüsnü ve la Mübarek” diye tanımladığı bu zalimin gücünün zirvesinde olduğu bir noktadan düştüğü bu hal sadece zalimler için ibret alınması gereken bir manzara değil, aynı zamanda gerçek güç ve kudret sahibinin kim olduğuna dair zaman zaman zihni bulanan, adeta tereddüt yaşayan bizler için de açık bir hüccet, bir burhan tablosu sayılmalıdır!
Gözümüzün önüne şehit Halid İslambuli’nin ve diğer şehitlerimizin, tutsaklarımızın mahkeme salonlarındaki görüntüleri geliyor doğal olarak! Kapatıldıkları kafesler içinde tekbirler eşliğinde ellerinde tuttukları Kur’an-ı Kerimleri havaya kaldırıyorlar. Gülümsüyorlar! Gülüşlerinde hem yargılandıkları “tiyatro”yu küçümseyen, alaya alan izzetli bir duruşun izlerini hem de şehadete yolculuğun sevincini görmek mümkün.
Ve aradan birkaç on yıl geçiyor. Uzun bir süre mi? Hayır, değil! Birkaç on yıl bizim gibi aceleci insanlar açısından uzun görülebilir belki ama tarihe sabırla bakmayı bilen bir yaklaşım açısından hiç de uzun bir süre sayılmaz. Tablo tersine dönmüş! Dün aziz kardeşlerimizin kapatıldıkları kafes bugün Firavun Mübarek ve oğullarına ev sahipliği yapıyor. Firavun zilletin sedyesine uzanmış. Oğulları Cemal ve Ala ellerinde tuttukları mushafları kameralara gösteriyorlar. Şükürler olsun!
Şimdi bize düşen, zalimlerin iktidarlarının kısa süreceğine dair ilahi vaadi unutup, zaman zaman zulmün kalıcı olacağı endişesine kapıldığımızdan, yeise ve karamsarlığa düştüğümüzden ötürü tövbe etmektir. Ve bir kere daha bizler, zalimlerin düştükleri zilleti, perişanlığı bize bu dünyada da gösterdiği için gerçek güç ve kudret sahibi Rabbimize hamd ediyor; umutsuzluktan, sabırsızlıktan, yılgınlık ve korkaklıktan O’na sığınıyoruz!