Zalime Hasım, Mazluma Velidir Müslüman!

Hüsnü Yazgan

Tarihin herhangi bir kesitinde yaşanmış veya yaşanmakta olan gelişmeleri doğru okumak için, sağlıklı bilgiye ihtiyaç vardır. Ortada çok ciddi boyutta bilgi kirliliği var. Bu bilgi kirliliği de hesapçı ve faydacı yaklaşanlarca üretilmektedir. Özellikle günümüzde internet, haber ajansları ve televizyon kanallarının özel tezgâhlarda ürettiği ve bütün evlere hatta -cep telefonları sayesinde- bireylere servis ettiği haberler, vicdanları yönlendirici rol oynamakta.

Suriye konusunda ciddi kafa karışıklığı olduğunu görüyorum. Bu kafa karışıklığı sadece Baas rejimini birtakım gerekçelerle savunanlarda değil, karşı tarafta da hissedilmektedir. Soruşturma metni ve sorularında bile bir kavram kargaşası görmek mümkün. Mesela; Suriye’de olanlar isyan mı, direniş mi, devrim mi? Bu insanlar isyancı mı, direnişçi mi, devrimci mi? Direnenler kimler? Baas karşıtları mı, İslami direniş hareketi mi?

Bu ve benzeri soruları düşünmek zorundayız ama zalimlere karşı hakkın ve haklının yanında yer almak Müslümanın zorunlu vasfıdır. Mazlum ve kimsesizlerin sahibidir Müslüman. Zalime destek olmak hatta zulme karşı sessiz kalmak zulme ortak olmaktır. Zulmün ve fesadın yaygınlaşması ve yerzünde ifsadın egemen hale gelmesinin müsebbibi olmaktır. Zalimlere gösterilecek en küçük meyil bile Rahman’ın ateş tehdidi altında olma vahametini göze almaktır.  (Kur’an-ı Kerim, 11/113)

Suriye’deki Direnişin Zamanlaması ve Diğer Ülkelerin Etkisi

Osmanlı bakiyesi toprakların emperyalistler arasında paylaşımında Suriye, Fransa’nın payına düşmüştü. Fransızların çekilmesinden sonra da istikrar bulamayan Suriye’de 1970 yılında Mişel Eflak’ın kurduğu Baas Partisi adına Hava Kuvvetleri Komutanlığından gelen Hafız Esed bir darbe ile yönetime el koydu. 2000 yılında vefat edince yerine oğul Esed geçti. Esed’ler dönemi; hukukun, adaletin, insanlığın olmadığı, ağır işkenceler ve katliamlarla anılan bir dönemdir. 1982 yılındaki Hama katliamı sembolik bir toplu imha hareketidir ama Suriye’de çığlıklar hiç eksik olmadı.

Suriye’de İhvan-ı Müslimin mensubu olmak, vatana ihanetle eş değer görülüyordu. Yapılan baskı ve zulümler nedeniyle İhvan mensuplarının ekseriyeti ya öldü, ya halen zindanlarda ya da hicret ederek ülke dışına çıktılar. Olağanüstü halin olağanlaştığı bir ülke idi Suriye. Baasçı diktatörlükten kurtulma umudunu bile yitirmişti bu halk.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmelerle,  I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bölge düzeninin paradigması değişmeye başladı. Çağımızın hegemonik güçleri istemediği halde değişim rüzgârlarından yana görünmeye başladılar.  Tunus zorbasının çabuk çekilmesi, Mısır firavununun ordusundan destek alamadığı için çatışmadan makamını bırakması, Libya’da ise -1999’da Lockerbie saldırısı şüphelilerinin teslimi ile Batılılarla başlayan uzlaşma süreci Rusları kızdırmış olmalı ki, Rusların desteği ile çıkan BM Güvenlik Konseyi kararı sonucu- NATO hava saldırısı ile Kaddafi’nin öldürülmesi ve rejiminin yıkılması sonucu bütün bölge hareketlendi. Uzun çatışma ve pazarlıklar sonucu Yemen diktatörü görevini yardımcısına bıraktı. Bahreyn’deki direnişe dünya sessiz kaldı, Suud Kraliyet ordusunun desteği ile şimdilik sonuç alınamadı. Bölgedeki bu gelişmeler, Suriye’deki olayları da tetikledi. Özellikle Suriye ile çok yakın ilişkiler sürdürmekte iken ciddi bir tavır değişikliğine giden Türkiye’nin tavrı, direnişin başlamasında önemli bir rol oynamıştır.

Direnenler ve Dış Bağlantıları

İsim babası kimdir bilmem ama ‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen bölgedeki direnişler, dış kurgulanmalara ihtiyaç duymayacak kadar iç dinamiklere sahip idiler. Yoksul bırakılmış, baskı ve işkence görmüş, inançlarına uygun bir hayat yaşayamamış, kayıplar, idamlar, sürgünler, toplu katliamlarla içiçe zorlu bir yaşamdan kopuşun fırsatını arayan halkların direnişe geçmesi için dış kurgulara gerek yoktu. Belki biraz cesaret ve umuda ihtiyaçları vardı. Gelişen olaylar ve değişim Suriye halkına bu cesaret ve umudu vermiştir. Bazılarının dile getirdiği dış bağlantı veya “İsrail karşısında direniş cephesini zaafa uğratma, İran İslam Cumhuriyetini Suriye üzerinden çökertme planı” gibi yaklaşımlar gerçekleri yansıtmamaktadır. Kaldı ki İran ve Hizbullah’ın stratejik ya da farklı gerekçelerle Baasçı rejimi desteklemelerinin kabul edilebilir hiçbir mazereti olamaz. Onlara düşen akan kana engel olmaktı. Baasçı zulme ortak olmamaktı. Faydacı yaklaşım yerine geçiş sürecini, Suriye halkı ve Müslümanlar lehine organize etmekti. Ama onların gelecek kaygısı ile zalimden yana tavır takınması, ümmet nezdinde olumlu intibalarını gölgelemiştir.

Nasıl Direnmeli(ydiler?)

İslami mücadele yönteminde makyavelist (amaç aracı meşru kılar) teze yer yoktur. Meşruiyet mutlaka aranılan bir özelliktir. Direnişin yöntemini belirlerken, içinde yaşanılan koşullardan bağımsız belirlemeler yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla Suriye’de direnişin nasıl olması gerektiği sorusunu doğru cevaplandırmak için, hangi koşullarda ve kimlere karşı mücadele edildiği gerçeğini bilmek gerekir.

Suriye Ordusu ve Cumhuriyet Muhafızları, Muhaberat (istihbarat) ve Şebbiha çeteleri ile Baasçı milislere karşı verilen bir mücadele söz konusu. Baasçı diktatörlüğün direnişçileri sindirmek için kullandığı en cani gücü olan Şebbiha milisleri, ani baskınlarla büyük katliam, kaçırma olayları ve işkencelere imza atmakta. Eğitimsiz, fazla düşünmeyen, gözü kara, iri cüsseli kişilerden hatta azılı mahkûmlar arasından seçilen Şebbiha milislerinin isim olarak kullandığı Şebbiha kelimesi; hayalet, hortlak, çokça suç işleyen anlamına gelmektedir. Bu isim bile, bu suç şebekesini tanıtmaya yetmektedir.

Normal dönemde bile evlerinden alınıp götürülen ve bir daha haber alınamayan sayısız insan söz konusu iken, ölümü göze almadan direniş güçlerine katılımın mümkün olmayacağını bilmek lazım. Bu ölçüsüz, dengesiz ve sınır tanımayan güce karşı silahlı mücadeleden başka bir yol imkânı kalmamaktadır. Sadece sivil gösterilerle yetinmeleri gerektiğini savunanlar, en samimi yaklaşımla Suriye gerçeğinden habersizdirler.

Direnişçilerin Dış Güçlerle İlişkileri ve Beklentileri

Direnişçilerin dış güçlerle ilişkilerini ve onlardan beklentilerini sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek, sağlıklı ve doğru kaynaklardan bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Basına yansıyan açıklama ve haberleri doğru kabul edersek;

Baas rejimini destekleyen devlet veya uluslararası kurumlar: Rusya, Çin, İran, Maliki yönetimindeki Irak, BM Güvenlik Konseyi (Rusya ve Çin’in vetosu nedeniyle).

Baas rejimine karşı olan devlet veya uluslararası kurumlar: Erdoğan yönetimindeki Türkiye, Arap ve Batı ülkelerinin ekseriyeti, ABD, Barzani’nin iktidar olduğu Kürdistan,  BM Genel Kurulu (çoğunluk), NATO.

Direnişçilerin destekçileri: Direnişçilerin doğrudan destekçileri var mı? Varsa ne oranda bir destektir bu? Belki lojistik, istihbari ve yerleşme konusunda Türkiye ve kısmen Ürdün‘den kısmi destekler var. Ama yeterli bir destek olduğu söylenemez. Olsaydı, her gün yüzlerce masum insanın katliamına seyirci kalınmazdı.

Çok dayılanan Türkiye’nin fiilî bir adım için hep uluslararası camia dedikleri BM ve NATO’nun ağzına baktığı açık. Son uçak düşürme olayı bile şaşkın bir halde olduğunu gösterdi. Uluslararası güçler için Rusya ve Çin’in tavrı belirleyici bir rol oynamakta. Bu durum Türkiye’yi de bağlamakta. Yine Türkiye için İran ve Irak’ın tavrı da ciddi bir sıkıntı oluşturmaktadır. Ama Müslüman halklar için en ciddi sorun İran ve Hizbullah’ın tavrıdır. Bu tavırlar çok üzücü. Özellikle Siyonizm’e karşı onurlu duruşundan dolayı ümmetin sahiplendiği Hizbullah’ın Baasçı katillerden yana tavır alması en büyük kayıptır. Ümmetin Sünni-Şii şeklinde kamplaşmasını isteyenlere ciddi katkı sunmuşlardır. İslam dünyasındaki mezhepçi ekolleri haklı çıkarma gayretine destek olmuşlardır.

Suriye halkı da yaşanan ağır şartlar ve katliam nedeniyle kurtarıcı beklemekte. Libya benzeri NATO veya diğer güçlerin müdahalesini istemediğini söylese de müdahale, en azından tampon bölge isteği olabilir. ‘Denize düşen yılana sarılır’ ama yılanın ölümcül zehirlemesini düşün(e)mez.

Suud, Ürdün, Körfez ülkeleri, Cezayir, Fas gibi birçok diktatörün destekçisi olan BM, NATO ya da onları kullanan Batılı güçlerin samimiyetini Bosna’da, Filistin’de, Keşmir’de, Arakan’da gördük, görmekteyiz. Suriye halkına da karşılıksız hiçbir şey vermezler. Kaldi ki dünyanın en büyük diktatörü BM Güvenlik Konseyi’dir. Bütün dünyanın güven(siz)liği 5 tane daimi üyenin elindedir. Bunlardan her birinin de ayrıca veto gibi güçlü bir silahı var. 1/5 istemeyince adım atılamıyor. Asıl yıkılması gereken diktatörlük bu. Dünyayı dizayn eden, muhaliflerini terörist ilan edip imha edenler bunlar. Bu zalimleri kurtarıcı olarak görmek, leş kargalarına ümit bağlamak olur.

Suriye halkı, izzeti, Allah'ın, Resulü’nün ve müminlerin yanında aramalıdır. Ama müminler de izzetli davranmalı ve kardeşlerini yalnız, sahipsiz bırakmamalıdırlar.

Müslümanların Sorumluluğu

Bugün Suriye’de ocaklar sönmekte, şehirler viraneye çevrilmekte, toplu katliamlar yapılmakta, kadınlar ve genç kızlar tecavüze uğramakta. Bu şekilde aciz ve sahipsiz kalan insanların çığlıklarını duymamak, onları sahiplenmemek insani ve İslami bir sorumluluk gerektirmektedir. Bu sahiplenmenin mahiyet ve niteliği ayrıca ve acilen konuşulmalı ve pratik adımlar atılmalıdır.

Mısır’da Firavun gitti, firavuni sistem bütün kurum ve kurumları ile ayakta. Bütün oyunlara rağmen Mursi’nin seçilmiş olması, olumlu bir gelişme. Şimdiden Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da İslam devrimi ilan edenler yanılabilirler. Oralarda sadece olumlu gelişmeler var. Halkların başına yönetici olarak getirilen ve destekle yönetimde kalan zorbalar indirildi. Yeni süreçte belirleyici olmak için micadele alanını terk etmemek ve bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekmektedir. Bu bir fırsat.

Suriye’de de insanların kanları üzerine pazarlıklar yapılmakta. Oyunlar oynanmakta. Müslümanlar, güçlü bir şekilde müdahaleci olmalı ve insanlık aleyhine olan bu oyunları boşa çıkarmalıdırlar. Bu zalimi mutlaka göndermelidirler ama başka zalimle değişime asla izin vermemelidirler.

Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” (Kur’an-ı Kerim, 4/75)