Parçalanmış, duyarsız hâle getirilmiş, fıtri melekeleri dumura uğratılmış benlikler; aynı çizgide büyüyerek irileşmiş, çoğullaşmış bir toplumsal yapı ve döngü ortaya çıkarıyor. Diğer taraftan yoz ve erdemsiz bir alışkanlıklar, davranışlar zincirini yaygınlaştıran sosyal organizasyon, kütlük ve körlükle çevrelenmiş bireyler üretiyor.
Kültürel çalışmaların, edebiyat ve sanatın işlevi hakkında ileri sürülen değişik görüş ve yaklaşımlar da insandan, toplumsal dokudan bağımsız değil sonuçta. Herkes kendi bulunduğu ya da ulaşmak istediği yere göre konuşuyor. Yahut genel geçer olana, kolayca pirim yapana, farklı ya da ilginç olana öykünme; bu alanlarla ilgili istasyonları vücuda getiriyor. Bu durum biraz, kötü müzikle kirletilerek büyüyen kulakların, belli bir zaman sonra kendilerinin de kötü müzik istemelerine benzemekte. Kirlenen kirletmeye, ikna olan ikna etmeye, çözülen çözmeye, ezilen ezmeye yelteniyor sürekli.
Herkes bir şekilde yüreğini ve vicdanını yutkunuyor artık. Münafıklık, takiyyecilik, çok yüzlülük, rezillik, dalkavukluk temel bir davranış/yaşayış kalıbı hâline geliyor. İmaj, kişiliğe ve saygınlığa galebe çalıyor. Kabuk her geçen gün özü boğuyor. Biçim içeriği iğdiş ediyor. Sadece "tüketici" bir niteliğe sahip olan İnsan tipi böylece yoğun ve yoksun bir "tekâsür"e bulaşıyor. Hayatı onarmak, onu güzelleştirmek, onun bukağılarını kırmak isteyenlerin üzerine çullanıyor bu arada, modern dünyanın gözü dönmüş Cengizleri, Deli Dumrulları.
Bu ortam içerisinde edebiyat ve sanata olan ilgiyle; düzeyli, anlamlı ve hakiki yönelişler arasında ters bir orantı söz konusu. Unutmadan, her şeye karşın bu ülkede yaşayan insanların hâlâ bu tür faaliyetlere hiç küçümsenmeyecek oranda ilgi duyduğunu da belirtmek gerekiyor. Kitapların korsan baskıları bile kapışılıyor bu ülkede. Hatta fikirden, ideolojiden, siyasetten, direnişten kaçan gençlerin çoğu son zamanlarda palas pandıras kendini edebiyata, sanata "vuruyor". Şiir okuduğu, fazla düşündüğü, yazı yazdığı için hapishanelerde itinayla dinlendirilenler de var tabii. Öte yandan genç dergiler çoğalıyor, şiir alabildiğine yayılıp yaygınlaşıyor. Kimi gazeteler kültür sanat sayfaları sayesinde okuyucu buluyor. Hatta okumayan ama çok yazan, çok konuşan insanların sayısında büyük bir artış gözleniyor!
İyi bir romanın ölçütü, dağıtımı güçlü ve pazarı geniş bir yayınevinden çıkıyor olmak şekline bürünüyor bu arada. Ödüller eş dost arasında dağıtılıyor. Güzel bir şiir yazabilmek için sanki suya sabuna dokunmamak; aşk ve meşkten, gülden bülbülden bahsetmek gerekiyor. Anlamlı, etkili, sarsıcı, dönüştürücü olmak; kaliteli ve estetik olmaya engelmiş gibi lanse ediliyor. Üstelik şiirlerini anlama ve sesli okuma imkânı bulamadığımız şairler bile, hayatın içinde durmaktan bahsedebiliyor. Parası ve imkânı fazla olan dergiler, yayınladıklarına ve neye hizmet ettiklerine bakılmaksızın baş tacı ediliveriyor.
Belmeliyiz ki kendisi yeterince özgür olmayan bireyler özgün şeyler üretemezler. Yeri geldiğinde baskı ve dayatmalardan yakınanlar, düzeni eleştirmedikçe "düzenin adamı" olmaktan kurtulamazlar. Sorgulamayanlar, sorgulanmaya da tahammül edemezler bu yüzden. Boyunlarımızdaki zincirlere bir halka, kötücül bir ilmek daha atarlar sadece.
"Yüzünü hayata dönmek"; bizim sesimizi ve güzelliğimizi boğan korkulardan, bizim içimize tünemeye, çöreklenmeye çalışan karabasandan kurtulmaktır önce. Sürekli kıble değiştirme zilletini terk etmektir. Egemen cahiliyeden dilini, dimağını ve dile getirdiklerini arındırabilmektir. Ve silah taşıyanlar, çoğu zaman, silah taşımayanlardan daha korkaktır. Durduğumuz ve konuştuğumuz yeri iyi görebilmek, kendimizi bilmek demektir. Zira kalem ve kelâm da bir gün hesaba çekilecektir.
Onun ötesinde, "işin sadece edebiyatını yapmak"; er kişinin değil, her kişinin kârıdır zaten.