Kur'an-ı Kerim'de müstakil bir sureye ismini vermiş olan Yunus (a); aynı zamanda Allah tarafından, Zünnun ve sahib-i hut (balık sahibi) olarak isimlendirilmiştir.
"Zünnun'u da an; hani öfkelenerek gitmişti de biz kendisini asla sıkıştırmayız zannetmişti." (Enbiya, 87)
"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, sahib-i hut (balık sahibi) gibi olma." (Kalem, 48)
Yunus(a)'ın balık sahibi olarak nitelenmesinin sebebi, onun balığın karnına haps edilişinden gelmektedir. Yoksa balıkçılık ve buna benzer bir iş yaptığından dolayı değildir.
Yunus kıssası hakkında Kur'an-ı Kerim'de dört yerde işaret vardır. Yunus Suresi, Enbiya Suresi, Saffat ve Kalem surelerinde kıssa hakkında detaylı olmayan ve fakat kıssanın amacını en beliğ biçimde ifade eden ayetler yer alır.
Şurası muhakkak ki Yunus kıssası hakkında Kur'an'ın iniş dönemi esnasında yaşayan müşrikler, atalarından gelen lafzi olmayan bir tevatür olarak ve de Ehl-i Kitab sahiplerinden edindikleri bir takım tahrif edilmiş, kıssanın amacından uzaklaşmış sadece ve sadece tarihi bilgi konumunda olan bilgilere sahiptiler.
Bu hususta Kitab-ı Mukaddes'te Yonah adlı bir bölümün bulunduğunu ve orada anlatılanların; Kur'an'da anlatılan Yunus (a) kıssası ile ortak özelliklere sahip olduğu görülmektedir. Ancak gerek Kitab-ı Mukaddes'te yer alan metinler ve gerekse müşriklerin Yunus (a) hakkında edindikleri lafzi olmayan tevatürler insanları hidayete sevkedecek bir amil olmaktan öte, tarihsel bir biyografi veya efsane niteliğine sahipti.
Bu yüzden Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de Yunus kıssasının doğrusunu zikrederek, tüm insanların konumlarına göre bu kıssadan dersler alarak Allah'ın birliğini tasdik etmelerini istemiştir.
Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Rasullerin kıssalarında görülen ortak noktalardan biri de, vahyin iniş dönemi esnasında müşriklerin müslümanlara uyguladıkları baskılardır.
Rasullerin elçilik görevlerini toplumlarına açıklamasıyla beraber, müşrikler tarafından yoğun bir baskı ve eziyet kampanyası başlatılır. Hedef; rasul ve ona uyanların dirençlerini yıkmak ve aynı zamanda müslümanları kitleye aciz göstermektir.
Rasuller yalancılıkla itham edilir. Üstünlük heveslisi olarak nitelendirilir. Mecnun olarak vasıflandırılır. Sihirbaz, kahin ve şair olduğu iddia edilir. İftiranın her türlüsü yapılır. Müslümanlara çeşit çeşit tuzaklar kurulur.
Bütün bu eziyet ve baskılara rağmen Rasul ve müslümanların yapacakları tek hareket; "okuma" (tebliğ) eyleminde "sabr" etmek, gidişatın seyrini Allah'ın istediği istikamette devam ettirmektir.
Kur'an'ın iniş döneminde de Rasulullah'ın elçiliğini ilan etmesiyle beraber geçmişte diğer rasullere yapılanlar "sünnetullah"ın gereği tekrar edilmeye başlandı.
Müşriklerin Rasul ve Kur'an'a yaptıkları iftira ve saldırıları, Allah, Kur'an'da şöyle beyan ediyor.
"(Ey Muhammed) öğüt ver; Rabb'inin nimetiyle sen, ne kahinsin, ne de mecnunsun." (Tur, 29)
"Arkadaşınız sapıtmadı ve azmadı." (Necm, 2)
"(Dediler ki:) Bu Kur'an öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kur'an sadece bir insan sözüdür." (Müddessir, 24-25)
"Biz ona şiir öğretmedik." (Yasin, 69)
Rasulullah'a yapılan bütün iftira ve eziyetlere karşın Allah, rasulüne şöyle emreder:
"Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma!" (Necm, 29)
"...Yanlarından güzelce ayrıl." (Müzzemmil, 10)
Rasulullah'a yapılan çirkin iftira ve taarruzlara karşı ondan, müşriklerin yaptıkları bu tazyiklere aldırış etmemesi, onların yaptıklarının karşılığını Allah'a havale etmesi istenir.
Allah, müşriklerin bu tavırlarına çok üzülen, adeta kendi kendini yiyen Hz. Peygamber ve beraberindeki müslümanlara "sabr" etmelerini, tebliğ eyleminde gevşememelerini ve kafirlerin akıbetini kendine bırakmalarını ister.
"Yalanlayanları bana bırak." (Kalem, 44)
"Yalanlayanları bana bırak. Onlara az bir süre tanı." (Müzzemmil, 11)
"Sen Rabb 'inin hükmüne sabret. Balık sahibi gibi olma..." (Kalem, 48)
Kalem Suresi kırksekizinci ayet-i kerimede geçen "...balık sahibi gibi olma..." ibaresi ile Rasulullah ve diğer müslümanlara; geçmişte müşriklerin baskı ve eziyetlerine dayanamayarak toplumunu terkeden Yunus peygamber kıssası anlatılır.
Allah müşriklerin baskılarına karşı, dayanma güçlerinin sınırını zorlayan Rasulullah ve ashabının; geçmişte müşrik toplumunun baskılarına sabretmeyerek elçilik görevini bırakıp toplumunu, Allah'ın izni olmaksızın terkederek hata eden Yunus (a)'ın kıssasından öğüt ve ibret almalarını ve Yunus'un bu hatalı davranışına meyletmemelerini, Allah'ın Mekke müşrikleri hakkındaki hükmüne kadar sabretmelerini ister.
"Doğrusu Yunus da rasullerdendir." (Saffat, 139)
Putperest bir toplum içinde yaşayan Yunus (a), Allah tarafından elçi olarak seçilir. Allah'tan aldığı vahyi insanlara iletmesi, onları İslam'a davet etmesi için görevlendirilir.
Allah Kur'an'da elçilikle görevlendirdiği peygamberler arasında Yunus (a)'ı da sıralar:
"Nuh 'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimizi, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a ve Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi, şüphesiz sana da vahyettik." (Nisa, 163)
Yunus (a) risaletle görevlendirildikten sonra büyük bir çaba ile kavmine; putlara tapmamalarını, bir ve eşi benzeri bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış, bütün kainatın yaratıcısı olan Allah'a tapmalarını, ona kulluk etmelerini söyler.
Taptıklarının onlara bir faydasının olmayacağını, kendilerine bile fayda ve zarar vermekten aciz durumda olan bu putları terk etmelerini her fırsatta insanlara bildirir.
Yunus'un tüm uyarılarına rağmen kavminin inkarcıları onun aleyhine bir tutum içine girerler. Onun yalancı, büyücü, insanları yönetme heveslisi biri olduğunu öne sürerler. Yunus (a)'dan mucize talebinde bulunurlar. Yanında melekler olmasını isterler. Daha neler neler... Maksatları peygamberi zor durumda bırakmak, toplumun gözünden iyice düşürmekti.
Her seferinde Yunus (a)'a elle ve dille saldırıda bulundular. Onun direncini yıkmaya ve söylediklerinden vazgeçirmeye çalıştılar. Bu baskılar her geçen gün daha da artarak sürdü. Kavmi sanki taş kesilmişti, Yunus'un uyarıları hiç işitilmemiş gibiydi.
Yunus bunalmıştır. Kendi kendini yemektedir. Onun bu hali peygamberin müşfik vasfındandır. Kavminin iman etmemiş olması onun için Allah nezdinde görevini yapmadığı anlamına gelmezdi. Çünkü Allah şu umumi kaideyi zaten ona bildirmişti.
"Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. O halde sen mi insanları, inanmaları için zorlayacaksın? Allah'ın izni olmadan kimse iman edemez." (Yunus, 99?100)
Yunus (a) yine de kavminin inkarcı tutumuna çok üzülüyordu. İşte ne oldu ise oldu, bu sıkıntı ve çaresizlik içindeki durum esnasında Allah'tan bir emir olmaksızın kavmini terk ederek yola koyuldu.
Allah, Yunus'un bu davranışı hakkında Kur'an'da şöyle beyan eder:
"Zünnun hakkında söylediğimizi an. O öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı." (Enbiya, 87)
Enbiya Suresi'ndeki bu ayeti kerimede Yunus (a)'m kavmini terk etmesine sebep olarak öfkelenmesi gösterilir. Resulün öfkesi Allah'a değil, toplumuna karşıdır. Ayete görev kavmine kızan Yunus "kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı." ibaresi ile belirtilen; Allah'tan bir emir olmadığı halde kavmini terk etmiştir.
Oysa Kur'an'da, Rasullerin kendi toplumlarından ayrılmalarının hep Allah'ın izniyle olduğunu görürüz.
"Biz Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar. Şüphesiz takip edileceksiniz." diye vahyettik." (Şuara, 52)
"Senin kavminden inanmış olanlar dışında (bundan sonra) kimse imarı etmeyecek. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında ve sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap..." (Hud, 36?37)
"Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar." dedi. Bunun üzerine geride bulunan yaşlı bir kadın dışında, onu ve ailesini, hepsini kurtardık." (Şuara, 169?171)
Dolayısıyla Yunus peygamberin, kavminin akıbeti hakkında Allah'ın emrini beklemeden, yanlış bir kararla Allah'ın kendisini sıkıntıya sokmayacağını da zannederek toplumunu terketmesi "sünnetullah"a yani Allah'ın kanununa ters düşer.
Yunus (a)'m kavmini terketmesinden sonraki olaylar şöyle gelişir:
"Dolu bir gemiye kaçmıştı.
Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çekmişti ve yenilenlerden olmuştu. Bu sebeple denize atılmıştı.
Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu.
Eğer Allah'ı teşbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı.
Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık.
Onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdik.
Onu yüzbin veya daha çok kişiye rasul olarak gönderdik." (Saffat, 40?147)
Yaptığı yanlışlığın neticesinde Allah, Yunus'u sıkıntıya uğratır. Başına gelen bu musibetlerin kendi davranışı sebebiyle olduğunu idrak eden Yunus (a) Allah'a kulluğunun bir ifadesi olan tevbe kapışma başvurur. Sonunda Allah onu tevbesini kabul eder. Ve onu yeniden kavmine Rasul seçer.
Ummadığı halde Allah tarafından sıkıntıya uğratılan Yunus Allah'a kulluğun gereği olarak umutsuzluğa düşmez. Tevbe etmenin/geri dönüşün bir ibadet olduğunu en iyi bilen o şanlı Rasul'ün yaptığı tevbe sayesinde, Allah tarafından affedilir. Tekrar elçilikle görevlendirilir ve böylece kavminin yolunu tutar,
"Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik." (Saffat, 148)
Yunus (a)'ın rasullükle tekrar vazifelendirilip kavmine yollanması ile beraber, kavminin bu sefer ona iman ettiğini görüyoruz. Bu olay da gösteriyor ki insanların hidayetinin tek müsebbibi Allah'tır. Hidayet yalnızca onun elindedir.
"Kur'an'da beyan edilen Yunus (a) kıssasından çıkaracağımız derslere gelince:
Kur'an'ı imam kabul etmiş olanların, karşılarındaki inkarcıların hal ve tavırları ne olursa olsun tebliğ mücadelesini bırakmayarak, toplumlarından kendilerini soyutlamamaları gerekir.
Müslümanlar, inkarcıların Kur'an karşısındaki katı tavırlarının belki bir gün Allah'ın hidayeti ile değişebileceğini unutmamalıdır. Bu yüzden Allah, Hz. Muhammed ve ashabına "Yanlarından güzelce ayrıl", "yalanlayanları bana bırak; onlara az bir süre tanı" diye emrederek onlardan sabretmelerini istemiştir. İnkarcılar hemen iman etmiyor diye acele etmemelerini, onlara süre tanımalarını istemiştir.
Allah'ın kesin olarak iman etmeyeceklerini bildirmesi halinde toplumdan veya şahıslardan ilişik kesilebilir ki bu da günümüz toplumunda vahyin tekrar gelmesinin mümkün olamayacağına göre "okuma" tebliğ eylemi kıyamete kadar kesintisiz sürecektir.
Toplumun inkarcı tavırlarına kızarak tebliğ vazifesinden yüz çevirip, dünya nimetlerine dalan yahut ıssız beldelere kaçma fikrinde olanlara Yunus (a)'ın kıssası en güzel ibrettir.
Zaman bozuldu bu insanlara din-min anlatılmaz diyerek toplumlarını terke dip inzivaya çekilen veya çekilmek isteyenlere en güzel örnek Yunus kıssasıdır.
Toplumlarının iman etmelerinden ümit kesenlere; Yunus (a)'ın hatasını anlayıp tevbe etmesinden sonra tekrar rasullükle toplumuna gönderilmesi neticesi kavminin iman etme olayı, hidayetin Allah'ın elinde olduğunun en güzel öğüt ve ibret numunesidir.
Sonuçta görülen odur ki hayatımızın her safhası Allah'ın takdiriyle gerçekleşmekte, onun müsadesiyle gündemimiz oluşmaktadır. Kendimizi yetkimizin, sınırlarımızın Ötesinde görüp küfür-hidayet olayı hakkında gaybi yargılara varmamamız gerekir.
İslam tarihindeki bazı hadiseler de, bu hususta bize örneklik teşkil eder. Ömer b. Hattab, Halid b. Velid ve hatta Ebu Süfyan ve bunlar gibi nice İslam düşmanlarının daha sonraları hidayete erdiklerini ve o andan itibaren İslam'ın savunucuları oldukları gözönüne alındığında tebliğ eyleminde sürekliliğin ve sabrın önemini daha iyi kavramak mümkün olacaktır.
Tevbe ibadetinin İslam'ın yegane kulluk imkanlarından biri olduğu Yunus (a)'ın tevbesi ve Allah'ın bu tevbeye icabet etmesi ile kıssada ortaya konmuş olur. Yunus'un hatasını idrak etmesiyle beraber derhal gerçekleştirdiği Allah'a tevbesi, yanılan kullar için Allah'ın bahşettiği nimetin sınırını en veciz biçimde bize beyan etmektedir.