Irak'ta egemenliğin 30 Haziran'da Iraklılara devredileceği aylar öncesinden ilan edilmiş ve gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Ama tam NATO İstanbul Zirves'inin başladığı 28 Haziran tarihinde sürpriz bir şekilde egemenlik, Iraklılara devredildi. Haber, toplantıdaki Bush'a bir notla iletildi, o da Blair'e durumu bildirdi. İki lider bu önemli gelişmeden dolayı birbirlerini tebrik ettiler. Basit bir törenle sömürge valisi Paul Bremer'in yetkileri Irak hükümetine devredilmiş. Aynı gün, aynı saatlerde ünü, Usame bin Ladin'i bile geride bırakan Zerkavi'nin Irak güvenlik güçleri tarafından yakalandığı haberi Irak basını tarafından dünyaya duyuruldu.
Egemenliğin teslim tarihi yaklaştıkça artan ve 30 Haziran günü zirveye ulaşması beklenen şiddetin önlenmesi, teslim tarihinin öne alınmasının ifade edilen sebebiydi.
Iyad Allavi İstanbul Zirvesi'nden bir hafta önce NATO'ya mektup yazarak Irak güvenlik güçlerinin eğitimini NATO'nun üstlenmesini istemişti. Ama herhangi bir resmi sıfatı olmayan Allavi'nin isteği, NATO'ya üye ülkeler tarafından bir anlam ifade etmeyebilirdi. Tarih değişimi numarasıyla Allavi'nin isteği, Irak'ın resmi, meşru(!) başbakanın isteği olarak zirvede tartışmaya açılmış oldu.
ABD, 11 Eylül sonrası o ana kadar kendi amacına hizmet etmiş olan BM ve NATO gibi uluslararası kurumları açıkça gereksiz görmeye başladı. Ama Irak'ta yaşadığı fiyasko, ABD'nin bir yerlere tutunma ihtiyacı hissetmesine neden oldu. BM'nin, özellikle de NATO'nun Irak'a müdahalesi, ABD'nin altına imza attığı bunca rezaletten ve gittikçe belirginleşen yenilgiden sıyrılmasına hizmet edebilirdi. O yüzden kendi isteklerini, atadığı hükümet sayesinde Irak hükümetinin istekleri olarak liderlere sundu.
Zerkavi'nin yakalandığı haberleri ise terörün korkunçluğunu ve ABD destekli (NATO olması tercih edilirdi) Irak güvenlik güçlerinin, terörle mücadele bağlamında olumlu şeyler yapabileceğini göstererek NATO'nun Irak'a müdahalesi için katalizör olarak kullanıldı.
Hem NATO İstanbul Zirvesi hem de Haziran ayında yapılan ve Türkiye'nin de "demokratik ortak" sıfatıyla katıldığı G-8 Zirvesi, Irak işgaliyle bozulan ABD-Avrupa ilişkilerinin tamiri için zemin işlevi gördü. ABD, Irak'taki işgalci varlığını çok taraflı hale getirerek meşrulaştırmaya çalışırken AB temsilcileri de, Normandiya çıkarmasının yıl dönümünde ABD'ye verdikleri sıcak mesajları her iki zirveyle somutlaştırarak ilişkileri normalleştirmeye çalıştılar. Sorun tamamen çözülmese de her iki tarafın da sindirebileceği ortak bir noktaya varıldı: NATO'nun Irak güvenlik güçlerinin eğitimini üstlenmesi. Böylece hem NATO gibi devasa askeri birliğin devamı sağlanmış hem de Ortadoğu pastası tamamen ABD'ye bırakılmamış oldu.
Irak'ta Devredilen Ne?
Artık Irak'ta ABD'li sivil yönetici yok. Bremer, yetkilerini devreder devretmez bir uçağa atlayarak ülkesine döndü. Cehennemden kurtulmuş olmanın rahatlığını doyasıya tatmıştır herhalde. Artık Irak'ı, Iraklılar yönetiyor. Ülkede 160 bin kişilik işgal ordusu kalmaya devam edecek. Üstelik 20 bin askerle takviyesi söz konusu. Hükümet üyeleri aynı geçici yönetimde olduğu gibi etnik ve mezhebi farklılıklar gözetilerek atandılar. Hükümet oluşturulurken en fazla tartışma Gazi el-Yaver üzerinde olmasına rağmen Devlet Başkanlığı sanki sembolik bir kurummuş gibi duruyor. Bütün ipler sürgündeyken CIA ve M16 ile çalıştığı basına yansıyan Irak'ın Karzai'si Allavi'nin elinde. Yapılan değişikliklerle ha bire Allavi'nin yetkileri artırılıyor. Diğer taraftan ABD en büyük elçiliği Bağdat'ta kuruyor. Bağdat'taki ABD Büyükelçiliği'nin hükümet gibi çalışacağından kimsenin kuşkusu yok.
Bu şartlarda "Kim kime, neyi teslim etmiş?" sorusunun cevabı alınamıyor. ABD planları Bremer üzerinden değil, Allavi üzerinden yürütülecek. Artık Iraklı yöneticiler, emirleri Bremer'den değil, ABD Büyükelçiliği'nden ve işgal komutanlığından alacaklar. Kısacası kral çıplak.
Bremer ABD'de yaptığı açıklamada ABD Anayasası'nın bile 12 yılda yazıldığını hatırlatarak Irak demokrasisinin kirli olacağını işin en başında ilan etti. Yani savaşın tek geçerli sebebi olarak ortada kalan demokrasi de aslında olmayacak. Eskiden olduğu gibi halka rağmen atananlar, ABD çıkarlarına göre davranmaya devam edecekler.
Tabii ki devir teslimle birlikte bir şeyler de değişecek. Mesela oluşturulmaya başlanan güvenlik güçleri –ABD henüz bu orduya güvenmediği için bunları tam olarak silahlandırmıyor– hep ön planda olacak; dolayısıyla son günlerde sıkça örneğini gördüğümüz gibi ABD'lilerden çok Iraklı güvenlik mensupları direnişçilerin hedefi olacak. Yani Iraklı direnişçiler Iraklı işbirlikçilerle çatışacak.
Yönetim, etnik ve mezhebi farklılıklara göre oluşturulduğu için bu farklılıklar üzerinden politika yapılacak. Farklılıkların sürekli altı çizilecek ve sürekli potansiyel çatışma alanı olarak kalacak. Artık ne kadar yetenekli, ne kadar birikimli olursa olsun x grubundan ya da mezhebinden olmayan y makamına asla gelemeyecek.
Hasılı atanmış Irak hükümeti, ABD'nin maşası. ABD istekleri artık Irak hükümetinin dolayısıyla Irak halkının istekleriymiş gibi sunulacak ve gerçekleştirilmeye çalışılacak.
Suçlular, Ortaklarını Yargılıyor!
Atanmış Irak yönetiminin ilk icraatlarından birisi henüz güvenliğini bile sağlayamadıkları Saddam Hüseyin ve ekibini yargılamak oldu.
Saddam, bağımsızlığı tartışılır olsa bile nazirleri gibi uluslararası bir mahkemede yargılanmıyor. Çatışmanın tarafı olan bir mahkemeye emanet ediliyor. Güya Irak'ta adalet mekanizmasının çalıştığı gösteriliyor. Ülkede 160 bin işgal askeri varken ekonomik, siyasi, idari, askeri hiçbir alanda hakimiyet sağlanamamışken mahkeme hangi bağımsızlığı, hangi adaleti temsil eder? Mahkemenin yargıcı, Ahmet Çelebi'nin yeğeniymiş. Hukuk öğrenimini ABD'de tamamlamış. Yıllardır Amerika'da yaşıyor ve bir avukatlık şirketi sahibi. ABD vatandaşı olduğuna dair iddialar var.
Yargılayanlar işgalciler ve işbirlikçileri, yargılananlar ise ABD'nin eski işbirlikçileri. Saddam Baas Partisi iktidarının ikinci adamıyken bile CIA'nın adamı olarak maruf olmuştu. Irak Komünist Partisi'ne mensup yüzlerce insan listeler halinde CIA tarafından Saddam'a bildirilmiş ve bunların birçoğu öldürülmüştü.
Irak İslami hareket mensubu binlerce Müslüman; cezaevlerinde işkenceyle, sokak ortalarında yargısız infazlarla öldürülürken, binlerce Müslüman aile malları mülkleri talan edilerek sürgüne gönderilirken yapılıp edilenler, Saddam'ın laik politikaları ve modernleştirici çabaları olarak değerlendiriliyor, görmezden geliniyor hatta övgüler alıyordu.
Saddam'ın İran'a saldırdığı artık üzerinde ittifak edilen bir bilgi. Bu savaş sırasında Irak'ın –Rums-feld'in kişisel çabalarıyla– ABD ve Fransa, İngiltere, Almanya başta olmak üzere önde gelen Batı ülkelerince desteklendiği, kimyasal ve biyolojik silahlar dahil olmak üzere Irak'a askeri malzeme sağlandığı hatta bu tür silahların üretimi için destek verildiği bugün açıkça ifade ediliyor. Halepçe katliamını ve İran'a karşı kimyasal silah kullanımını o zamanlar hiçbir Batılı ülke gündeme getirmemişti.
Saddam'ın Kuveyt'i işgaline ABD ve İngiltere'nin göz yumduğu hatta bu konuda Saddam'ın cesaretlendirildiği ABD'li diplomatlar tarafından dile getirildi. Saddam, başta ABD olmak üzere Batılıların, körfez ülkelerinin yayılmasından endişe ettikleri İslam Devrimi'ni yok etmek üzere öne sürdükleri, her türlü insanlık dışı eylemlerine göz yumdukları müttefikleriydi.
Mahkemenin sansüre tabi tutulması bir şeylerin üstünün örtüldüğünün de bir göstergesi. Eğer Saddam göründüğü kadarıyla ilk mahkemede sergilediği performansı sonraki mahkemelerde de sergilerse yargılayıcılarının kirli çamaşırları da ortaya dökülecektir. Ama buna fırsat vermeyeceklerinin işaretlerini verdiler. Avukatların tehdit edilmesi, basının sansüre tabi tutulması gibi.
Saddam'ın insanlık dışı eylemlerine ortak olanlar, onu kullananlar, ona her türlü imkanı sağlayanlar, yeni işbirlikçileri aracılığıyla Saddam'ı yargılıyorlar. Eksik adalet, adalet değildir. Saddam'ın hak ettiği cezaya çarptırılması elbette adaletin gereğidir. Ama efendileriyle birlikte ve gerçekten bağımsız bir mahkemede.
Saddam'ın yargılanması kuşkusuz hem Irak kamuoyunu hem de Arap kamuoyunu derinden etkileyecektir. Zaten yağma, işkence, tecavüz, aşağılama gibi işgal politikaları, Iraklıları Saddam dönemini arar hale getirmişti. Saddam'ın mahkemedeki tavizsiz tutumu kendilerini aşağılanmış sayan Iraklılar için gurur verici oldu. Hatta Saddam döneminde zulme uğramış olanlar bile Saddam'ın işgalciler tarafından yargılanmasını içlerine sindiremediklerini söylüyorlar.
Şu ana kadar direnişte çok fazla etkin olmayan Saddam yanlıları bundan sonra biraz daha öne çıkabilir. Çocukları dahil, her şeyini kaybetmiş saraylardan çıkarak yer altında aylarca yaşamış buna rağmen pes etmemiş Saddam, kahraman olarak algılanabilir.
Çoğunluğu Arap olmak üzere sayıları binlerle ifade edilen dünyanın birçok yerinden ABD karşıtı avukat grubu, Saddam'ı savunmak için müracaat etmiş durumda. Arap ülkelerinde halk; Saddam'ı Araplığın, hatta İslam'ın sembolü olarak algılamaya başladı bile. ABD'ye duyulan nefretin zirvede olduğu dönemde Saddam'ın sempatiyle karşılanması beklenmeyen bir durum değil.
Umarız hiç değilse bu kez Saddam, geçmişte yaşananları, ilişki ağlarını mahkemede doğru bir şekilde aktarır da hayatının ahir ömründe hayırlı bir iş yapmış olur.