İki kişi hapishane parmaklıklarından dışarı bakıyor; biri çamurları ve küt duvarları görüyor yalnızca, öteki yıldızları. Sürekli duvarlara toslamak ve çamurlara batmak istemiyorsak eğer, biz de yaşamımızın aydınlık ve dönüştürücü yönlerini, gökleri, yıldızları, çiçekleri görmeye çalışmalıyız ara sıra. İçimizin konuşkan ve daima umudu dillendiren kuşuna kulak vermeliyiz. İçinde yaşadığımız, kötülüklerinden arınmaya çalıştığımız bu dünyada gövdemizi esir almaya çalışsalar da zihnimiz ve yüreğimiz hep özgür olmalı, dört duvar arasına sıkışmamalı hiçbir zaman. Zira en büyük zindan, zihinlerde ve yüreklerde oluşan zindandır. Teslimiyet ve gönüllü kölelik ise, en çirkin yenilgi biçimidir!
* * *
Yaşadığımız ülkede ve hatta dünya genelinde yaşam şartları öyle zorlaşmış, öyle baskıcı ve yorucu bir mekanizma oluşmuş ki, insanın zaruri/tabii ihtiyaçlarını karşılaması bile artık büyük çabalar, fedakârlıklar istiyor. İnsan onuru, katı ve çok yönlü bir abluka altında. Cereyan eden olayların, gelişme ve yapılanmaların gezegen çapında kendini göstermesi, kitle iletişim araçlarının çok yaygın ve sinsi bir şekilde dünyayı çevrelemesi, zulmün çeşitlilik göstererek artması, çok boyutlu bir problemler yumağını karşımıza çıkarmakta.
Bu durum ister istemez bireysel ve toplumsal bir bıkkınlığa, ürkekliğe yol açıyor, İlgi alanları, bakış açıları sürekli savruluyor, köreliyor insanın. Halkına yabancı kalan, halkıyla didişen bir rejim, çocukları birdenbire büyütüp yaşlandıran acılar, emperyalizmin değişik görünümler altındaki baskısı, sindirilip depolitize edilmiş insanlar... Zor fakat güzel olan da her şeye karşın bu ablukaya direnebilmek!
* * *
Tepkisiziz. Eleştirmekten, hakkını aramaya kalktığında dahi okkanın altına gitmekten korkan insanların ne yazık ki çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Az ve bilinçsiz okuyoruz. Okuduklarımızı kafamızda nereye oturtacağımızı, onlardan nasıl yararlı ve üretken sonuçlara ulaşabileceğimizi yeterince bilmiyoruz. Dünyayı, dünyadaki gelişmeleri takip etmekten daha önce, bu işi nasıl ve hangi ölçütlere dayanarak yapacağımızı müşterek bir bilinç eşliğinde gündemleştirmiyoruz. Az seviyoruz, az sorguluyoruz, az yaşıyoruz. Dayanışmada, yardımlaşmada, hareket alanımızı genişletmede yetersiz kalıyoruz.
Halbuki insanları bayraklardan çok sevmedikçe, kötülüğün şerli ıslığı azalmayacak ve iyiliğin münbit evini onarmak mümkün olmayacaktır. Uyuyanların, unutanların, umutsuzların saflarına kolayca katılıvermek; yolumuza tüneyen bir engerek yahut sırtımızı gözleyen bir tüfek gibi bizi her gün tedirginlik ve korku çukurunda boğmak isteyen, o kara, kirli duyguya, o murdar mekanizmaya güç katacaktır sadece.
* * *
Durum ne kadar kötü,iç karartıcı olsa da yılgınlık, suskunluk yok! Kendimize, inancımıza, amaçlarımıza, dahası her şeye karşın insana güvenmeliyiz. Zorbalıklar, baskılar, katliamlar, çaresizlikler, ihanetler hep olacaktır. Dünya çatırdıyor, perdeler sürekli açılıp kapanıyor. İdeolojisinin kullanışlılığına, süreğenliğine güvenmeyen her anlayış; günübirlik çözümlerde, ayrıntılarda boğulacak, kendi ayakları üstünde durabilmesi her geçen gün zorlaşacak, muhalif oluşumların üstüne gerektiğinde acımasız bir şekilde yürüyecektir. Biz net ve anlaşılır bir şekilde, çabalarımızı ileri sürelim. Sabır ustası Nuh Nebi gibi kendi mütevazı fakat kalıcı, sevimli gemimizi inşa etmeye, yolumuzun üstündeki onca devasa engele karşın "selâm"ı yaygınlaştırmaya çalışalım. Aktif, duyarlı ve üretken olalım; kendimiz kuralım saatimizi. Adalete ve kurtuluşa olan çağrımızı ve bir gün ucundan kıyısından tutacak birilerinin çıkacağı inancıyla özedönüş çığlığımızı yineleyelim.
Unutmayalım ki, güneş yükseldikçe gölgeler kısalacaktır!..