Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir pahaya satanlar yok mu? gerçekten karınları dolusu ateşten başka bir şey yemezler." (Bakara, 174)
Uzun zamandır İslami faaliyetlerin içindeymiş kardeşimiz. Kendi demesiyle iki yıldır da düzenli olarak Kur'an merkezli çalışmalar yapıyormuş muvahhid bir ağabey eşliğinde. Sohbetimizin sonlarıydı, geldiğinde. Sessizce oturdu, konuşmayı bölmenin mahcubiyeti yanaklarından belli olacak kadar da samimiydi. Konuşan kardeşimiz sahih bir imanın nasıl oluşacağı yönünde vaz u nasihat ediyordu. "İman ettim." demenin Allah katında kabul edilmesi için öncelikle tağuttan ictinap etmek gerektiğini ancak ondan sonra Allah'a kulluktan bahsedilebileceğini anlatmıştı. Samimi ancak konjonktüre kurban edilmiş eğitim anlayışı ile yetişen kardeşimiz "Tağuttan kaçınmamız gerekir." sözünü ilk kez duyuyordu. İşte trajedi bundan sonra başlamıştı. Türkiyeli Müslümanların dillerinin, zihinlerinin, yüreklerinin 28 Şubat post-modern darbesinden ne kadar etkilendiklerini, nelerden vazgeçtiklerini birazdan görecektik. Konuşmaya iştirak etmenin heyecanı ile televizyondan duyduğu yeni bir haberi ortamdakilere sunmanın mutluluğuyla bu yeni kardeşimiz, tağuttan kaçınmalı sözünü zihin dünyasında bir yerlere oturtamamanın da verdiği acelecilikle, "Evet abi, biraz önce haberlerde duydum "tavuk etinde kuş gribi olabilirmiş, uzmanlar bir süre tavuk etinden kaçınmak gerekir diyor." dediğinde ortamı bir hüzün havası sardı ki... Neye üzülmeli idik, bilemedik. Tüm samimiyeti ile Müslümanlarla birlikte olmaktan mutluluk duyan bir kardeşimizin cahilliğine mi yanacaktık yoksa iki yıldır bu güzel insanın eğitimini üstlenen abisinin vazgeçtiklerine mi? Kardeşimize ne denebilirdi ki? Önüne sunulanı hazmetmekten başka bir görev verilmemişti ki ona. Ve abisi de netameli(!) konuları iki yıldır bir zaman bulup da anlatamamıştı galiba. Gerçi abisine sorsak, kendisinden bahsedilecek bir tağut da kalmamıştı ki. Zaten bu tür ifadeler artık geçmişteki gibi hedefini bulmuyor, birini işaret edemiyordu. İşte şu adam var ya şu adam, tağutun önde gidenidir denebilecek şahıslar da ortadan kaybolup gitmişlerdi. Bizlerin geçmişteki yoğun ve yorucu mücadeleleri sonucu tağut ölmüştü elhamdülillah. Neydi o günler, tağutla yatar tağutla kalkardık. Her kitabımızın, her yazımızın, her sohbetimizin ana maddesiydi tağut ve ona kul olan tağutiler. Bir ömür mücadele edenler bile olmuştu büyüklerimizden. Sonrasında Kur'an'ın evrenselliği bir tarafa bırakılınca tağut artık yok olmuştu. Ve o kadar ayet tabiri caiz olmamakla beraber nesh edilerek, hükümleri ortadan kalkmıştı.
Türkiyeli Müslümanların genelinde yaşanan değişimin göstergesiydi o akşam yaşadıklarımız. Geçenlerde bir yazar ağabeyimiz bu konuyla alakalı, bir anekdot aktarmıştı. Çevresinde bulunan yazar arkadaşlarına tağut kelimesini son makalelerinde kaç kere kullandıklarını sormuş. Aldığı cevap koskoca bir hiçten ibaret. Aslında bir hiçten ibaret olan sadece tağut kavramı değil. Hangi kültür koduna mensup olduğumuzu ele veren birçok kavram çıkarılmıştı konuşmalarımızdan ve yazılarımızdan. Her sert esen rüzgar bizden imani, amelî, zihnî bir şeyler alıp götürmüştü. Son kalelerdi kelimelerimiz ve maalesef onlar da bizleri birer birer terk ediyorlar. AB rüzgarına kaptırılan İslam birliği, ümmet ve vahdet kavramları. Yeni gelen iktidarın rüzgarına kurban edilen tağut, müstekbir, mazlum, mustazaf, şûra, meşveret... 11 Eylül rüzgarında kaybolup giden cihat, kıtal, fetih... Kariyer ve konum değişikliklerine feda edilen selamlarımız, inşallahlarımız, maşallahlarımız ve dahası... Anlaşılan bizleri daha da terk edecek kavramlar var yolda. Bizlerin ihanetini bekliyorlar...
Dilimiz bizim hangi kültür koduna ait olduğumuzu gösteriyor. Bir yerin fethi, onların kullandıkları kelimelere yeni anlamlar yüklemekle, kavramların yerine yenilerini koymakla mümkün olur. Bu yüzden Nebi, toplumunda yeni bir dili inşa projesinin öncülüğünü yapıyor. Bu yüzden "Aranızda selamı yayın!" diyor. Zikrin anlamını kavramalı bu ümmet. Sahabeye zikir tavsiyesinin niçin yapıldığını... Neden ölüm haberi geldiğinde "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" denildiğini... Dilimiz, dinimizle yoğrulmalı. Günlük hayatta kullandığımız kelimelerimiz, hangi meslek grubuna dahil olduğumuzu, hangi yörenin insanı olduğumuzu, hangi statüde bulunduğumuzu ele verdiği gibi müntesibi olduğumuz dinin İslam olduğunu ve O'nu ne kadar ciddiye aldığımızı gösterebilmeli.
Kur'an'a sahip çıkma iddiası samimiyet, ciddiyet ve çaba ister. Yahudi alimler niçin lanetlenmişti? Kitaptan, bir şeyleri saklamak değil miydi suçları?
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir pahaya satanlar yok mu? gerçekten karınları dolusu ateşten başka bir şey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Onlara sadece acı veren bir azap vardır." (Bakara, 174)
"Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğundan da vazgeçen peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir." (Maide, 15)
"Konjonktür böyle gerektiriyor", "zamanı değildir", "şimdi sırası mı?" söylemleri ile geride bıraktığımız kavramlar... Ne kadar da benziyoruz kitap ehline!
"... Onlar bundan önce kendilerine kitap verilmiş sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı." (Hadid, 16)
Zaman bizden neleri alıp götürdü? Hakkı, Hak için ayakta tutan bizler, hangi Kur'ani kavramı gizledik, bilmezden geldik kariyerimiz ve güvenliğimiz için?
Dil birlikteliği din birlikteliğinin en temel taşlarından. Renklerimiz, ırklarımız, dillerimiz farklı farklı olsa da aynı kaynaktan neşet eden kavramlarımız ve isimlerimiz vardı ümmet olarak. Muhammed, İbrahim, Hatice, Ayşe'ydi adlarımız. Bu isimlerdi bizleri ayakta tutan. Ve maalesef, günümüz Müslüman'ı garipleşti. Modern insanın hastalıklarını taşır oldu üzerinde. Farklılık modası bizleri de etkiliyor. Farklı olmak, "Ben farklıyım!" diyebilmek hüner sayılır oldu. Kıyafetimiz farklı, aile yaşantımız farklı, haliyle dilimiz de farklı olmalı. Sosyal konumumuz belirlemeli konuştuklarımızı, çocuklarımızın isimlerini. "Ammar, Ayşe" itibarsız, Ender, Tuğçe itibarlı isimler oldu.
Tüm bu zihin kaymaları, kaygan zemin üzerinde bulunan bizleri çok farklı mecralara sürükleyeceğe benziyor. Sabit kıl ya Rabbi, ayaklarımızı, zihinlerimizi, yüreklerimizi ve dilimizi! Müslümanlığından ve senin dilinden utanan değil, onunla iftihar eden, Kur'an'a ve senin kavramlarına sahip çıkan kullarından eyle bizleri! Rasulullah'ın "Benim terk edilmiş bir sünnetimi kim ihya ederse, onunla amel eden herkesin aldığı sevap kadar, o kişide sevap alır!" (Tirmizi, el-ilm; Müslim, el-ilm, 6) dediği ecri almayı nasip et! Sen Senin kavramlarına sahip çıkan kullarına da ecirlerin en güzeliyle karşılık verecek olansın. Dinimizi ve dilimizi İslam eyle...