I
Şehirler, insanoğlunun yeryüzündeki serüveninin en büyük tutanakları, en görkemli konakları, belleği en güçlü tanıklarıdır.
Ve Kudüs, yeryüzünün en bilge durağı, en acılı yurdu, en doğurgan anasıdır.
II
Adıyla, tarihiyle, kendisi için verilen savaşımlarla çok yönlü bir sembol olan Kudüs, hem Filistin ve Ortadoğu sınavında hem de Müslümanlık ve insanlık savaşımında merkezi bir konuma sahiptir.
1940'larda bir milyon civarında Filistinlinin, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılmalarıyla kurulan gasıp ve katil İsrail devletinin ufkunda, Batı Şeria'yı da kapsayan ve dünyadaki on iki milyon Yahudi'nin büyük bölümünün yaşadığı bir Yahudi devleti kurmak hep var oldu. Ama soğuk savaş dengesinin ve bazı ılımlı Yahudilerin etkisiyle bu ufuk, "içinde yaşanabilir, güvenli bir toprak parçası" talebi biçiminde ifade edildi. Buna rağmen, Arap ülkelerinin her askeri saldırısını lehine çeviren İsrail, 1948'deki sınırlarını zaman içinde iki misli büyüttü.
İsrail'e Arap ülkelerinden gönüllü veya zorunlu olarak göç eden Yahudiler ve bunun ardından eski SSCB topraklarından başlayan göç dalgasıyla, İsrail'in demografik yapısı son otuz yılda hızla değişti. Bu süreç içerisinde ılımlılık büsbütün zayıfladı, Siyonist politika bütünüyle mücessemleşti, azgınlaştı. Bir Yahudi'nin, Nobel Barış Ödülü (!) almış bir başbakanı, Rabin'i; ondan da önemlisi on emirden birine itaat etmeyerek başka bir Yahudi'yi öldürmesi toplumsal gözü dönmüşlüğün boyutlarını ele veren en anlamlı simgesiydi. Başbakanlık yapmış önemli bir Yahudi'yi bile öldüren bir zihniyet için Arapların ne önemi olabilirdi artık?
Kudüs'te Arap mahallesinin ortasında satın aldığı evin dış duvarına boylu boyunca İsrail bayrağı astırıp, sokağı Yahudi olmayanların geçişine kapattıran Şaron, kendince nihai çözüme gidecek adımı Mescid-i Aksa'yı asker eşliğinde "ziyaret ederek" attı. İkinci İntifada'yı başlatan bu provokasyon binlerce Filistinlinin hayatına mal oldu.
Almanya'da Nazilerin dünya üzerindeki Yahudi ırkının bütünüyle yok edilmesi planına verdikleri ad "Nihai Çözüm"dü. Gençliğini Filistinlileri kaçırmak için tedhiş hareketleri düzenlemekle geçirmiş, olgunluk çağında Sabra ve Şatilla'da binlerce Filistinli mültecinin katledilmesini örgütlemiş olan Ariel Şaron için nihai çözüm, bölgenin Araplardan arındırılması artık. Hatta sadece Şaron değil, bugün İsrail'de yaşayan Yahudilerin yarısından fazlası bir etnik temizlik operasyonunun ardından, homojen bir İsrail'in kurulmasını talep ediyorlar. ABD-İsrail stratejik ittifakı da sadece Yahudi lobisinin gücüyle değil, esas olarak muhafazakar ABD çoğunluğunun, tam da Şaron türü bir ruh hali içinde olduğu için şimdilik sağlam temellere oturuyor. Bu ruh hali, Clinton'un zoraki müzakere çabalarının nafile bir aldatmaca olduğuna, çünkü tarafların barış iradesi taşımadıklarına inanıyor. Hatta Bush ve yakın danışmanlarına bakılırsa, olayların bu hale gelmesinde, olmayacak beklentileri canlandıran Clinton yönetimi de sorumlu. Çünkü olması mümkün, akılcı yegane beklenti Büyük İsrail'in kurulması, yüz binlerce Müslüman ve hatta Hıristiyan Filistinlinin topraklarını terk etmesi, koruyucu duvarlar ardında nihai çözüme ulaşılması iken o barış kulvarını açmıştı.
Yaşadığımız ülkede, yıllardır kimi büyük gazete ve televizyonlarda manşete çıkmayı, ekrana gelmeyi yeterince hak etmediği görülen kanlı işgal, aynı güçlerin önde gelen yorumcularınca Türkiye'nin çıkarları açısından değerlendiriliyor. Bu yorumların hemen hepsinde tarih boyunca Filistinlilerin "Türk Milleti"ne yaşatmış olduğu düş kırıklıkları bir bir sıralandıktan sonra, cesur şahinler açıkça, neoliberal akil adamlarsa mahcupça yaşananların hak edilmiş olduğunu belirtiyorlar. Türkiye'nin geleceğini Amerika-İsrail bağlantısında görenler, Filistin'i çoktan gözden çıkarmış durumdalar. 11 Eylülde açıkça tedavüle giren "pis Arap" düşmanlığının bayrağını kimselere kaptırmaya niyetleri yok. Bunca ateş ortasında, o yakılıp yıkılan şehirlerde, mülteci kamplarında, dışarıdan gelen birini görünce yaltaklanan sahteliklerle dolu gülüşler değil, insanı görünce yürek hanesine ay doğan tertemiz ve direngen canlar var oysa. Toz toprak ve kan içinde yaşamın filizlerini sürdürüp olası bir yarını düşleme ümidinin, onurlu yaşama cehdinin, gözlerin ve ağızların buruk gülüşleriyle nasıl ifade edilebileceğini insan ancak orada öğrenebilir.
Filistin insan olmanın sınandığı yerdir çünkü. Filistin, son kertede bile beyaz bayrak çekmeyi onuruna yediremeyen tek evidir dünyanın; asla nadasa bırakılamayan tarlalara, direnen çocuklar ekilen bir coğrafyadır.
III
Her dönemde dünyanın sürekli cıvıldayan kalbi olan Ortadoğu'da Kudüs, hem bir atardamar hem de bir toplardamardır.
Kudüs; Taifli çocukların taşladığı, başını yardığı, ayaklarını kanattığı mustaz'af bir peygamberin, getirmiş olduğu mesajın evrenselliğinin teyit edildiği yerdir. Salihlerin yurdudur. Bir sevda durağıdır. Kuyumcu rikkatiyle işlenmiş bir yeryüzü örtüsüdür. İnancın vazgeçilmez sılasıdır; nice öğrencisi olan münbit bir mektep gibidir. En bilimli annedir. Direnişe, sabra bey'at etmiş vuruşkan şahanların sığınağıdır Kudüs. İman izdihamının, zihin ve yürek intifadasının en gözde, en bereketli pınarıdır.
Arzın üstünde bir sancak, bir bildiri, görkemli bir çınar gibi durur o. Tanklara, barikatlara, kurşunlara inat. Zorluklara, baskılara, ihanetlere inat. Sınırlara, setlere, duvarlara, kuşatmarla direnerek. Kardeş kılarak mücadele öbeklerini, körpe filizleri. Tutuşturarak sönmeye yüz tutmuş meşaleyi her yanda. Musa ile direnişi kuşanır o, İsa ile bıkmadan uyarır. Yakup'la ağlar, Davut'la birlikte ateşe verir sesini. Ve Muhammed'in inkılapçı mesajı göğsünü titretir onun sürekli.
Şehir unutmaz! Ve Kudüs yeryüzünün ta ortasından, göğsünden fışkırmış bir diriliş çığlığı, bir alev topu, göğe uzanan bir şehadet parmağıdır!
Kudüs bizim evimizdir, Ortadoğu mahallemiz. Ve herkes bilsin ki evimiz satılık değil!..
IV
Kendini satmayan o mahalle şimdi bir ateş yumağı halinde. Irak bir kan ve ateş çölünün ortasında, bütün dünyanın gözleri önünde çırpınıyor. Ortadoğu, iğrenç bir saldırının ağında yanıyor. Ölüm ve çaresizlik, o yalınyapıldak haliyle ekranlardan, sütunlardan taşarak üstümüze başımıza çarpıyor artık. Kolumuzu kanadımızı kırıp bırakıyor. Her gün ölüm haberleriyle, tabutlarla giriyoruz yatağa. Daha fazla boğazımıza takılıyor lokmalar. Daha çok sarılıyoruz çocuklarımıza.
Dili tutulmuş, evlatları tarafından ihanete uğramış, bakıcısı vurulmuş; ama her şeye karşın ayakta kalmaya çalışan bir külliye gibi şimdi Ortadoğu. Yanı başımızda öyle yalnız, öyle çaresiz ve öyle yıkıma uğramış bir şekilde duruyor. Mazlum ve mağrur. Mütevekkil ve her şeye karşın mağrur. Büyük acıların ve gözyaşlarının eşliğinde; ölümlerle, yıkılışlarla, kurşunlarla, bombalarla karşılıyor her geceyi, her sabahı. Yeryüzü Bismillah boylu çocukların, ateşten toplarla oynadığı kanlı bir bahçeye dönüşüyor.
Ortadoğu; en çok direnen, en genç, en güzel ve en çabuk ölen kardeşimiz bizim!
V
Ey Rabbimiz! Ey Kabe'nin, Hayber'in, Kerbela'nın, Bağdat'ın, Kudüs'ün Rabbi!
Ayetlerini yalanlayan, fitne ve fesadı yayan, zülüm ve baskıyla ekini ve nesli bozan gözü dönmüş katiller dünyaya egemen olmuşlar.
Direnenlere, mustaz'aflara ve bize yardım et! Dualarımızı karşılıksız bırakma. Bizi silkele, bizi arındır. Bizi uyananlardan, adananlardan eyle! Zilletin kara örtüsüne, murdar soluğuna bulaştırma bizleri! Bağdat'ın, Ramallah'ın o tomurcuğa durmuş çocuklarına, Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın yalnız fakat onurlu muhafızlarına dualarımızı ulaştır!
Ey Rabbimiz!
Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı kaydırma, bize inanç ve kuvvet ver. Ellerimizi ve gönüllerimizi birleştir. Kafir ve zalim topluluğa karşı direnenlere yardım et!..