Yeryüzünün Acısı

Bünyamin Doğruer

Doğuda, batıda, Ortadoğu’da çocukların kana bulanmış oyunlarından, ciğeri yanan annenin feryatlarından, çaresiz babaların ahlarından, zulümlerden, hukuksuzluklardan, sahtekârlıkların, kalleşliklerin, onursuzlukların, ihanetlerin içinden çıkardığım kelimelerle yeryüzünün acısını kalbimde hissedip özdeş oluyorum insanlık adına. Bu kelimelerin sıcaklığını, kurşunun çıktığı namlunun sıcaklığı gibi hissediyorum. Öyle ki, bu acıların kitabı yazılmalı diyorum. Bu zulümlere karşı isyan türküsünü dillendirip üstüne üstüne gidilmeli zalimlerin, bunca tuğyanın içinde suspus duranların. Budistlerin zulümleri altında gurbet sürgünlerini yaşayan Arakanlı Müslümanların gözyaşlarından topladığım kelimeleri yeryüzünün acılarına ortak ediyorum. Bu acılar ki, doğan güneş kadar gerçek.

Yüreğimin uçsuz bucaksız haritasında şakaklarımdan ter ırmağı boşanırken içimde derin bir ‘ah’ ile zulüm çöllerinde kan renginde feryat soluyan dudağı yarılmış mazlumları görünce ölümün üstüne üstüne yürüyüp müstekbirlere karşı kıyamı çoğaltmalıyım. İman coşkusu içinde gürbüz kıyam erleriyle muslihun kimliğimizden damlasın kanımız tarihin sayfasına. Her sayfa çevrildikçe bir ateş rengi yangın kokusu yayılıyor ortalığa.

Ruhsuzlaşan bir yeryüzünde, ruhun çarmıha gerildiği asırdayız. Zalimler başkalarının ölmesinde buluyor kendi yaşamalarını. Beyaz efendiler insanları köleleştirdikçe kendi efendiliklerini pekiştiriyorlar. İnsanların tuğyanıyla çalkalanıyor yeryüzü. Bir ayağa kalkış gerekli, bir kalp devrimi. Bir şehit kasırgası, bir merhamet bulutu kaplaması lazım yeryüzünü. Hakikat harmanından devşireceğimiz rahmani gıdalarla doyurmalıyız insanlığı. Yeryüzünün acısını dindirmek için insanın, ruhunu arıtacak inancı kuşanması lazım. Şer odaklarını ancak ruhların arınmasıyla dağıtabiliriz. Ruhun en karanlık noktalarını hakikat ışığıyla aydınlatabiliriz.

Yeryüzü adeta mutsuzluğun şantiyesine döndü. Yeniden bu ifsat edilmiş çağın içinde vahyin “Ey örtülere bürünmüş olan, kalk ve uyar!” sesi dalgalanacaktır. Her sorumlu mümin bu görevi bilinçli şekilde muslihun kimliği ile yerine getirme azim ve kararlılığında olmalıdır. Yeryüzünün acısını hafifletmek için bu elzemdir. İman, inanç, merhamet, aşk ve sevgi uyansın yeniden. “Ey iman edenler! Yeniden iman ediniz.” emr-i ilahisi çınlasın yeryüzünde. Acıdan kavrulan insanlığa İslam’ın rahmetini bereketini sunmalıyız. Kalplere ve ruhlara bu bereketi taşımalıyız. Barbar bir medeniyetin insanlığın üzerine bir kuzgun gibi abandığı bu çağda İslam’ın nefesine muhtaç olduğumuzu daha çok anlamalıyız, anlatmalıyız.

İnsanlık huzursuz, insanlık aldanış içinde, insanlık hüsranda ve zararda. Sırat-ı müstakim olan İslam yolunun kaide ve kurallarına göre, vakar ve onurla gitmeyen insanlık tepetaklak uçuruma yuvarlanarak yol almakta. İnancın mutluluğun ve iyiliğin düzenine sırt çeviren insanlık inkârın cehennemini yaşamaktadır. Önce insan kayboldu yeryüzünde. Allah’ın gösterdiği yerde duran insanı görmek zorlaştı. Adeta herkes kendi cehennemi ile Kur’an’ın uyardığı ve korkuttuğu cehenneme doğru koşuyor. Zihnimiz çağın acılarını çelişkilerini sindirmede hayli zorlanıyor. Çağımız insanında ahlak ve onur kaybolduğu için ne konuşmasında ne yürüyüşünde ne duruşunda bir denge var; hep bir yalpalama ve dengesizlik emareleri görülmekte. Artık yeryüzü onursuz insanların ağırlıklarına, bilinç ve şuur taşıma işlevini bitirmiş insanların varlığına dayanamıyor. Toprak acılar içinde!

Onur ve izzetinden bir şey kaybetmemiş, imanının destansı direnişini veren müminlerin adlarının yanındadır acı ve hüzün. Gün geçtikçe büyüyor acılar, öyle ki devingen, öyle ki doğurgan, öyle ki kartopu gibi katlanarak çoğalıyor. Öyle ki tarih gibi, ekin gibi, ekmek gibidir acı. Biz boy verdikçe o da boy verir, büyür de büyür.

Tarih boyunca gönderilen tüm resul ve nebilerin hayatlarına acılar eşlik etmiştir. Nuh’un çivi çakan ellerine, İbrahim’in imanına, İsmail’in teslimiyetine, Eyyub’un sabrına, Yusuf’un zindanına ve kuyusuna, Musa ve İsa’nın imtihanına, Muhammed’in direnişine, Ashab-ı Kehf’in mağara arkadaşlığına hep acılar eşlik etmiştir.

Yeryüzünün acıları akranımız, adaşımız, arkadaşımız oldu. Guantanamo kampında, Ebu Gureyb zindanında, Şam’da, Halep’te, Humus’ta, Doğu Türkistan’da yeraltı zindanlarında, sürgünlerde ve her yerde acılar diri ve evrenseldir. Bu acıların harmanında dövülüyoruz ve pişiyoruz, sertleşiyoruz, imanımız daha bir kavileşiyor. Bu acılar Rabbimizle irtibatımızı, diyalogumuzu, ülfetimizi daha çok artırıyor. Acı bizi özümüze döndürüyor, bilincimizi açıyor, ruhumuzu kristalleştiriyor.

Değil mi ki anlamlı bir hayat sürmek istiyoruz. Acılarımız da anlamlı olmalıdır bizim. Bu yüzyılda sabırla, sebatla, bilgi ve inançla, haysiyet ve şerefle direnemeyenler kutlu acılarla tanışamayanlardır. Yani yüreklerinde tükenenlerdir.

Acı ve hüzün biz müminleri saran bir gökkuşağıdır. Yeryüzünde acılar bir gün ayağa kalkacak ve kaybolan ışık yanacak. Bu ışığın yanması ve vahyin diriltici nefesinin hissedilmesi için göze alamayacağımız çile, acı ve hüzün yoktur. Sonunda canavarlaşmış medeniyetin yalancı buyurgan karanlık yüzü hakikatin ışığı önünde yok olacaktır. Özgürlüğün potasında hüzünlerle, acılarla, ümmetin hamuru yeniden karılacaktır. Tüm bunların sonucunda, Allah’ın hükümranlığını kabulden başka çıkar yol olmadığını er geç insanlık anlayacaktır.