Yerel ve Uluslararası Düzlemde Derinleşen Zorbalık

Haksöz

Kurulu düzenlerin işleyişlerini kolaylaştırmak ve ürettikleri çelişkileri örtmek için sıkça başvurdukları araçlar/söylemler bulunur. Terör ve terörle mücadele söylemi de bunlar arasında öne çıkan, belki de en sık başvurulanlardan biridir. Egemenlerin baskıcı ve yasakçı uygulamalarının meşrulaştırılmasında genelde etkili bir araç özelliği taşımış bulunan terör ve terörle mücadele kavramları bugün her zamankinin de fevkinde olarak emperyalist tahakkümün hizmetine koşulmuş durumda. Ne kavramsal tutarlılık, ne de ileri sürülen iddia ve çözümlerin olgularla uygunluk arz etmesi gibi şartlar aranmıyor. Nasılsa propaganda mekanizması bu tür soruların gündeme taşınmasını ustaca manevralarla savuşturmaktan aciz değil. Dolayısıyla egemen güçler adeta terör diye büyük bir çuval açıp rahatsızlık duydukları her türlü sesi, itirazı, tepki ve muhalefeti buraya doldurmaya çalışıyorlar.

Legal Korsanlık Düzeni ve Terör Plağı

ABD Afganistan'la başlattığı operasyonlarını dünyanın dört bir yanına yayıyor. Filipinler'den Bosna'ya Yemen'den Somali'ye kadar girişilen topyekün saldırganlığın tahmin edilebileceği gibi klasik bir açıklaması var: Terörle mücadele. ABD başka ülkelerin topraklarına müdahale ediyor; savunmasız sivilleri katlediyor; insanları hayvanlara bile yapılamayacak muamelelere maruz bırakıp binlerce kilometre ötelere götürüp kafeslere tıkıyor; açık denizlerde şüphelendiğini söylediği gemileri durdurup arıyor. Bizzat Başkan Bush'un ağzından Amerikan dayatmalarına boyun eğmeyen ülkeler haydut devletler şeklinde nitelenip tehdit ediliyor.

Tüm yeryüzüne teşmil edilebilecek bir imparatorluk peşinde olduğu görülen ABD'nin bu eylemleriyle ortaya çıkan manzara kelimenin tam manasıyla korsanlık düzenini sergilemekte. Dünyanın dört bir yanında meşruiyeti kendinden menkul operasyonlara girişen ABD'nin İslami hareketlere karşı topyekün bir imha süreci yürütme çabaları hiçbir hukuk, sınır, ölçü dinlemeksizin sürüyor. 11 Eylül'ü gerekçe gösterip Afganistan'daki Taliban yönetimini deviren Amerika, Afgan topraklarını bombalamayı sürdürüyor. Bu bombardımanlar neticesinde sürekli yeni yeni 'yanlışlıklar' ve tabi ki buna bağlı olarak 'istenmeyen ölümler' meydana gelmeye devam ediyor. ABD terörle savaş adı altında Moro'dan Filistin'e, Keşmir'e hep işgali derinleştirme, kalıcı kılma politikası izlemekte. Teröristlerle savaşıyoruz adı altında İslami hareketler ezilmeye, uzun yıllara dayanan ve ağır bedellerle sağlanan kazanımlar yok edilmeye çalışılıyor. Korsanlık düzeni tüm dünyaya kendi kurallarını dayatıyor. Adaletsizlik, sömürü ve işgal olağan durum şeklinde kabul ettirilmek ve buna her türlü karşı çıkış terör şeklinde yaftalanarak imha edilmek isteniyor.

Sürekli uluslar arası hukuktan, kurallardan, kurumlardan dem vuran egemenlerin bunların kendi önlerine birer engel olarak çıkma ihtimali belirdiği anda hiçbirisini gözleri görmüyor. Bu noktada Afganistan'dan alınıp Guantanamo'ya götürülen tutsaklarla ilgili takınılan tutum Amerikan vahşetinin tipik bir göstergesi. Ve ne gariptir ki, bu Amerika tüm dünyaya on yıllardır kendisini özgürlükler beşiği olarak pazarlamakta bir beis görmemişti.

Bugün Amerika elinde bulunan devasa güç sayesinde belki müslüman halkları muhasara altına alabilir; esir de edebilir. Ama İslam'dan beslenen, İslam'ın özgürlük ve adalet şiarını kavramış insanların teslimiyete düşmesi söz-konusu olamaz. Bu yüzdendir ki ABD'nin müttefikleri ile birlikte dünya üzerinde hakim kılmaya çalıştıkları ve öncelikli olarak da İslam coğrafyasının 'sorunlu' bölgelerinde sağlamayı hedefledikleri istikrar gerçekleşmesi asla mümkün olamayacak bir rüyadan öteye gidemeyecektir. Çünkü zulüm ve adaletsizlik temelleri üzerine istikrar bina edilemez.

Bugün Filistin'de yaşanan ve siyonistleri tedirginliğe ve çaresizliğe sevkeden 'İnfilak' hali, aynı zulümler ve gayrı adil tutumların yaygınlaşmasına paralel olarak tüm dünya geneline yansıyacak ve egemenler de kendilerini asla güvende hissedemeyeceklerdir. Yeryüzü genelinde yaygınlaşma eğilimleri gözüken bu zulüm ortamının beraberinde güçlü bir karşı Çıkışı, dinmeyecek bir muhalefeti getirmesi kaçınılmazdır. Bu durumda egemenlerin yapabilecekleri tek şey giderek daha fazla baskı ve zulüm uygulamak, şiddetin dozunu sürekli artırmak olacaktır. Bu ise ancak fasit daire demektir. Dünya egemenleri müslümanlara hiçbir haklan bulunmayan, değersiz ve kendilerine ne layık görülürse rıza göstermek zorunda olan modern çağın köleleri muamelesi yapmaktan vazgeçmedikçe kendileri de asla huzur bulamayacaklardır. Unutulmamalıdır ki, küçücük bir kılçık bile iştahla yenilen bir yemeği zehire dönüştürebilir!

Demokratikleşme Adına Zorbalığı Yaygınlaştırmak

Egemen sistemin fasit daireye yol açması sadece uluslar arası boyutlarda yaşanan bir olgu değil, yerel düzeyde de aynı zalim güçlerin işbirlikçileri tarafından tekrarlanan bir haldir. Zulüm ve çarpıklık temeline oturtulmuş bir sistemin başka türlü sonuç vermesi de zaten beklenemez. Tuzaklar, çelişkiler, yalanlar üzerine çıkılmış bir yolda asla sorun bitmez, bilakis her şey sorunsala dönüşür.

Son günlerde Türkiye gündeminin öncelikli maddesi haline gelen bazı kanun maddelerinin değiştirilmesi tartışması ve bu tartışma sürecinde sergilenen tutumlar düzenin boğazına kadar bir yalan batağına saplanmış olduğunu bir kere daha göstermektedir. Aslında sorun tek başına 159. madde veya 312. madde değişikliği tartışması değildir. Sorun zihniyet sorunudur. İnsanlara hayatı nasıl dar ederim, özgürlüklerini biraz daha nasıl daraltabilirim sorunudur. Egemen güçler adeta bunlar için gece gündüz demeden kafa yormakta, mesai sarfetmektedirler.

Öylesine trajik bir durum söz konusudur ki, baskıları katlayacak, düşünce suçu sınırlarını daha da daraltacak, eleştiride bulunmayı ve muhalefet etmeyi tehlikeli bir macera haline getirecek düpedüz faşizan bir düzenleme demokrasi paketi adıyla sunulmaktadır. Benzeri bir yüzsüzlük, utanmazlık geçtiğimiz yıl F tipi cezaevlerini protesto eylemini sürdüren çeşitli cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin vahşice ezilmeleri, katledilmeleri operasyonuna 'hayata dönüş' isminin verilmesiyle ortaya çıkmıştı. Otuzdan fazla insanın ölümüne yol açan bir operasyona dalga geçer gibi 'hayata dönüş' ismini layık görenlere tabi ki, baskı ve yasak kanunlarını demokratikleşme paketi adı altında pazarlamaya girişmek yakışır!

Yıllardır ceza yasasının düşünen insanlara karşı bir giyotin gibi çalıştırılmasına dair şikayetler duyulmakta, üzerinde çeşitli müzakerelere sahne olmuş düzenlemelerin nasıl daha iyi bir şekle sokulabileceği tartışmaları sürmektedir. Herkes bir şeyler söylemekte, bir şeyler önermektedir. Neredeyse mevcut durumun savunucusu bile kalmamış, herkes değişikliğin gerekliliği babından görüşler serdetmiştir. Ve sonuçta çıka çıka ortaya yasakların kapsamını genişleten; eleştiri, tepki ve muhalefet etmeyi ağır koşullarla sınırlayan ucube yasa taşanları çıkmıştır. Her zaman yapıldığı üzere konjonktüre bağlı olarak seçmeci tutumlara yol açmaya müsait yasa metinleri sayesinde bu ülkede yaşayan insanlar inanç ve ifade özgürlüklerini, eleştiri getirme ve muhalif olma haklarını ancak savcı ve hakimlerin sübjektif kriterlerine, daha geneldeyse konjonktür hazretlerine göre kullanma ya da kullanamama durumunda olacaklardır.

Yapılmak istenen çirkinliktir. İnsanların "aman bu düzenlemeler meclisten geçmesin, biz eski hale razıyız" konumuna gelmesi, gelmek zorunda kalması bile tek başına başlı başına bir ayıp, hatta rezalettir. Acaba bu şekilde davranmakla statüko muhafızları kendi iktidar alanlarını koruma altına alma gayretleri yanında, alttan alta biraz da "bu ülkede hiçbir şey değişmez, kimse boşuna yorulmasın!" mesajı mı vermeyi planlamaktadırlar? Umutları tüketerek insanlara boyun eğdirmenin, teslimiyete zorlamanın hesaplan mı güdülmektedir?

Yapılan şey çürümüş, kokuşmuş bir düzenin ve bu düzen içinde sahip oldukları iktidar imkanlarının ömrünü üç beş gün daha uzatabilmek için yasa maddelerinin ardına sığınmaktır. Bununla birlikte yıllardır dış düşmanlar, iç düşmanlar, hainler ve benzeri evhamlarla zihinlerini dumura uğratanlar korkudan da öteye geçip adeta bir paranoya boyutuna vardırdıkları bir haleti ruhiye ile sağlıksız bir toplum yapısının yaygınlaşmasına da zemin hazırlamaktadırlar.

Asıl Bölücülük Dile Yasak Getirmektir!

Paranoyanın kendini en açık biçimde hissettirdiği görüntülerden biri de Kürtçe eğitim tartışmaları vesilesiyle ortaya çıkmakta. On yıllardır kanayan bir yara olan ve de çözümsüzlüğe mahkum kılınmak istenen Kürt sorununa 'bölücülük tehdidi' dışında bakacak başka bir penceresi olmayan düzen, son dönemlerde Kürt sorununa ilişkin olarak sağladığını zannettiği nisbi 'sessizlik' ortamının 'Kürtçe eğitim' talepleri ile sarsıntı geçirmesi karşısında derin bir şok geçirmiştir. "Ne güzel sükunet sağlanmış, kimse herhangi bir talepte bulunmuyor, bizim de başımız ağrımıyor!" şeklindeki algılayış Kürtçe eğitim konulu taleplerin kampanya çerçevesinde kısa sürede yaygınlık kazanması karşısında afallamış ve en kolayını, her zaman yaptığını yaparak talepleri toptan 'mahkum' etmiştir. Ne var ki, toplumsal temelleri bulunan talepleri mahkum etmek yok etmeye yetmez. Bu tutum sadece sorunu büyütmekte, içinden çıkılmaz bir noktaya sürüklemektedir.

Bunca acı ve zulümlerden sonra hala bir biçimde dil yasakları dayatan; daha da ileri gidip toplumsal-siyasal bir talepte bulunmayı yasaklamaya kalkan; hatta dilekçe verme şeklinde alabildiğine pasif ve legal bir tutumu 'yasadışı bölücü eylem' kategorisine tıkıp sorunu kendi zihninde kurguladığı dar ve kısır bir mecraya hapsetmeye çalışan bir anlayışın bu ülkede daha pek çok kavgaya, çatışmaya, acıya sebebiyet vereceği kaçınılmazdır.

Paranoyakça vehimlerinin tutsağı olmuş, çürümüş ve de elinin değdiği her şeyi çürütmekte olan sistemin ne bir tutarlılığı, ne de inandırıcılığı yoktur. Sadece hamasetle ve her alanda çözümsüzlüğü derinleştirerek, yaygınlaştırarak gelinebilecek yere, zulüm, şiddet ve mantıksızlığın kesiştiği noktaya gelinmiştir. İçeriye dönük bu kesişme noktasının dışarıya bakan yüzü ise hiç şüphesiz ABD öncülüğünde kotarılan emperyalist tahakküm düzenine hizmet şeklinde ortaya çıkmaktadır. Zaten tahakküm altında tuttuğu kitleleri zor ve baskıyla hizaya sokmaya çalışmayı biricik iktidar anlayışı bellemiş bir zihniyetin rahatlıkla oturabileceği tek zemin işbirlikçiliktir. Bu işbirlikçi tutumun önümüzdeki günlerde ABD'nin Irak'a yönelik muhtemel bir saldırısında aktif bir rol yüklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.