Giriş
Diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Britanya'nın insan haklan konusunda yeterli olmasa da daha iyi durumda olduğu gözlenmektedir. Britanya hükümetinin insan hakları politikası belli başlı bir kaç konu etrafında belirlenmiştir ve tabii ki belli niyetler söz konusudur. Ancak her zamanki gibi hoşa giden demeçler vermekle verilen sözlerin yerine getirilmesi arasında büyük farklar vardır. Bu aşamada Britanya hükümet üyelerinin insan hakları ile ilgili verdikleri demeç ve sözleri gözden geçirip değerlendirelim:
Öncelikle "Düzen" olarak tanımlayacağım Britanya hükümeti, dünyadaki bütün ülkeleri Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası organizasyonların belirledikleri insan hakları standartlarına uymaya çağırmaktadır. Birçok ülkeyi insan haklan konusunda durumlarını düzeltmeleri için uyarmaktadır. Bu yapılan, propagandanın temel çizgisini oluşturmaktadır. Bu "İnsan Hakları" anlayışını ihlal edecek fazla ülke olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bu politik söylemin içi doldurulmuş değildir.
İkinci olarak, Düzen, insan haklarını ihlal eden ülkelere karşı yapılan uluslararası eylemleri desteklemektedir. Ancak, Britanya hükümetinin bu gibi durumlarda ciddi olup olmadığı konusunda düşündürücü şüpheler vardır. Örneğin Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin durumuna bakalım. Bu ülkelerin insan hakları kayıtlarının çok kötü olduğu herkes tarafından biliniyor. Ancak ne Britanya, ne de Amerika ve ne herhangi bir Avrupa ülkesi bu ülkeleri kınamamakta, suçlamamaktadır. Tabii bunun arkasındaki sebep oldukça açıktır: Diğer konulara göre öncelikli olan petrol ve ticari çıkarlar. Bu bağlamda, Britanya'nın ticari çıkarları korunduğu sürece, insan haklarının söz konusu ülkelerde ihlal ediliyor olması çok da önemli değildir!
Üçüncü olarak, "Düzen", ölüm cezasını yasaklamaya yönelik uluslararası kampanyaya katılmaktadır. Bunun nedeni ise ölüm cezasının, Britanya'da hali hazırda yasaklanmış olmasıdır.
Dördüncü olarak, "Düzen", uluslararası organizasyonların insan haklan konusunda geliştirdiği kriter ve eleştirileri desteklemektedir. Ancak bu desteğin yanında dönen birçok siyasi dolap bulunmaktadır. Örneğin; Üçüncü Dünya'da izlediği politikalar yüzünden insan hakları ihlallerine sebeb olan A.B.D'yi aralarındaki "özel ilişkiler" sebebiyle eleştirmez.
Beşinci: Düzen, diğer ülkeler ile ilişkilerinde sistematik bir şekilde insan hakları kanunlarını gündeme getirmektedir. Bunun en son örneğini General Pinoşet olayında görmekteyiz. Tabii bizler de, insan hakları savunucuları olarak Pinoşet'in işlediği insanlık suçlarının cezasını çekmesini ve yargılanmasını temenni ediyoruz, Nihai karar, Britanya'nın Pinoşet'i İspanya'ya iade etme konusunda ciddi olup olmadığını gösterecektir. Bu örnekte olduğu gibi, eğer adaletin yerine gelmesi mümkün olursa, insan hakları söylemi güçlenecektir ve dünyadaki diğer zalimler de güvenli olmadıklarının farkına varacaklardır.
Altıncı olarak; Britanya, düzenli ve kalıcı olacak bir uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kurulması konusundaki çalışmaları desteklemektedir. Tabii böyle bir mahkemenin geleceğini merak etmiyor değilim. Birleşmiş Milletler gibi, göstermelik bir organizasyon olarak uluslararası senaryoda yerini alan bir mahkeme olabilir. Böyle bir uluslararası mahkeme, suç işleyenlerin yakalanması için uluslararası polise de sahip olacak mı? Eğer bu gerekiyorsa bu polisler nasıl işe alınacak? Suç işleyenleri tutuklamak için kini emir verecek? Bu polis gücü kimin için çalışacak? Örneğin; onbinlerce Bosnalı müslümanın katledilmesi için emir veren Sırp yöneticiler hala serbestçe dolaşmaktadırlar. O zaman burada sorulacak soru şudur; Suç işleyenler nasıl yargılanacaklar ya da mahkemeye nasıl getirilecekler? Bu sorular üzerinde ciddi bir şekilde düşünmek gerekmektedir.
Yedinci olarak; "Düzen", askeri eğitim yardımları vererek dış ülkelerin, insan hakları konusundaki anlayış ve saygılarının gelişeceğini ummaktadır ya da sağlamaya çalışmaktadır. Bu komik bir durum: Çünkü bir yandan söz konusu ülkelerin insan hakları anlayışı gelişsin diye eğitim yardımı vermekte, ama öte yandan birçok Ortadoğu ülkesine ve gelişmekte olan diğer ülkelere silah satmaktadırlar. Silah satışı ile ilgili sözleşmelerde söz konusu ülkelerin insan haklarına saygılı olmadıkları zaman satışın yasaklanacağına dair bir şey bulunmamaktadır.
Sekizinci olarak; "Düzen", otoriter rejimlerin tehlikesi altında çalışan medyaya destek vermektedir. Ancak bu da ciddi bir politika değil, bir propagandadır. Eğer gerçekten Britanya, diğer ülkelerde özgür bir basın ve yayından yana ise, bunu söz konusu ülkelerde kendi destekledikleri diktatörleri yerlerinden etmedikçe nasıl gerçekleştirecek?
Kağıt üzerinde, İngiltere ya da Britanya'nın insan haklan durumunun insanı etkileyecek kadar iyi olduğu görülebilir. Ancak bu bir yanılsamadır. Genelde, bütün Batılı ülkeler insan hakları konusunda ikiyüzlüdür. Bu çerçevede, insan hakları bu tip ülkelerde ciddiye alınması gereken bir ahlaki mesele olmaktan çıkıp politik bir mesele haline gelmektedir.
Öte yandan, Britanya kendi insan haklan durumunun çok iyi olduğu inancının yayılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Şimdi gelin, Britanya'nın kendi insan hakları tablosuna bakalım:
Britanya'nın kendi insan hakları tablosuna hakkında söylenebilecek ilk söz durumun kötüleşme yolunda olduğudur. Böylelikle, Britanya, daha kötü insan haklan standartlarına sahip olan diğer Avrupa ülkeleri İle aynı çizgiye gelmektedir. Bu konuşmada çerçeveyi dar tutup, sadece Britanya'da yaşayan müslümanlara ilişkin Britanya'nın insan hakları durumunu tartışacağız. Bunu yaparken Britanya'da aynı derecede önemli olan insan haklan problemleri olduğunu inkar etmiyoruz.
Şimdi yoğunlaşacağımız konu İslam. Çoğunuzun bildiği gibi birçok Avrupa ülkesinde ırkçılık ve ayrımcılık vardır. Irkçılık bir insanın renginden nefret etmek ve tepki göstermek şeklinde tezahür ediyor. Oysa, ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına ilişkin uluslararası sözleşmenin birinci maddesi, renge dayanan ayrımcılığı, dışlamayı ve kısıtlamayı menetmiştir. Buna rağmen ırkçılık Batı ülkelerinde karşılaşılan en yaygın insan hakları ihlalidir. Irkçılığın renk bağlamındaki türüne ilave olarak, çok karşılaştığımız diğer türü de Batı'nın, diğer kültürlerden nefret etmesi, farklı kültürleri küçük görüp kendi kültürünü ön plana çıkarmasıdır. Avrupa-merkezci düşünme tarzı, Avrupa ve Britanya'da oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Bu bile başlı başına insan hakları ihlali demektir. Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi 67. maddesi açıkça şunu ifade etmektedir: "Her kültür korunması ve saygı duyulması gereken bir onura ve değere sahiptir. Her insan kendi kültürünü geliştirme görev ve hakkına sahiptir."
Britanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan müslüman ve farklı göçmen topluluklarının bu haklarının her gün ihlal edildiğini söylememize bile gerek yok.
Üçüncü çeşit ırkçılık, diğer dinlerden nefret etmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Oysa, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi açıkça şunu ifade etmektedir: "Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak; dinini veya inancını değiştirme özgürlüğünü, yalnız ya da topluluk halinde diğer insanlarla birlikte özel ya da kamusal alanda dinini ya da inancını öğretme, pratik etme, ibadet ve uyma şeklinde ifade etme özgürlüğünü içermektedir."
İlk önce yahudiler anti-Semitik politikalarla zulüm gördüler. Şimdi ise, anti-İslamik politikalarla müslümanlar zulme maruz kalmaktadırlar. Beni rahatsız eden anti-Semitizm azalıp yok olurken, anti-İslamizmin artması, anti-Semitizm'den boş kalan alanın anti-İslamizm ile doldurulmasıdır. İslam ve Britanya'da yaşayan müslümanlar bu nefretin yeni muhataplarıdır.
Müslümanları Hedef Almak
Britanya, diğer Avrupa ülkelerinin baskısı ile onlarla aynı çizgiye gelmek üzeredir. Söz konusu Anti-İslamizm'in nasıl çalıştığını iyi anlamamız gerekmektedir. Bu bağlamda, kaygının merkezini İslami fundamentalizm oluşturmaktadır. Müslümanları hedef almak için İslami köktencilik ya da fundamentalizm kavram olarak yaratılmıştır.
İslam'ın, İslami fundamentalizm olarak algılanması, bu yıl Britanya'da kabul edilen yargı hukukunun bir parçası olan terörizm ve komplo kanununun kabul edilmesinde gözönüne alınan önemli sebeplerden birisiydi.
Söz konusu kanun iki kısımdan oluşmaktadır: Birinci kısmi; Kuzey İrlanda'daki şiddet olayları ile ilgilidir. İkinci kısmı ise Britanya topraklan üzerinde yabancı devletler aleyhine komplo eylemler düzenlemekle ilgilidir. Söz konusu kanun; birinci kısmın İrlandalılara karşı olduğunu belirtmediği gibi ikinci kısmının da temelde müslümanlara yönelik olduğunu ifade etmemiştir. Ancak söz konusu kanunla, İRA ile İslami köktencilik eşitlenmiş oldu.
Sözkonusu kanun, baskı altında olan hükümet tarafından süratle parlamentodan geçirildi. Bu kanunun hataları var, çünkü birey ve grupların özgürlüklerini kısıtlamıştır. Gazetelerde çıkan birçok makale sözkonusu kaygımızı dile getirmiştir. Örneğin, Britanya'nın önde gelen gazetelerinden olan Guardian, mezkur kanunu kendi editöryal/yorum kısmında "acele edilmiş, noksanlıkları olan" bir kanun olarak eleştirmiştir. Gazetenin 3 Eylül 1998 günü "Özgürlükler Erozyona Uğradı: Aceleye Getirilmiş, Hatalı Kanun" adlı makalesindeki yorumu şu şekilde devam ediyor:
"Kanun, özgürlüklerin erozyonunun alarmını veren kısımlardan oluşmaktadır. Örneğin, sözkonusu yeni kanun, kıdemli bir polis memurunun sözünü, şüpheli kişinin bir organizasyona üyeliği konusunda delil olarak kabul etmektedir. Eğer sözkonusu polis memurundan iddiasına delil göstermesi istenirse, polis bunu, ulusal güvenliği tehlikeye atabilecek bilgileri açıklayamayacağı gerekçesi ile reddetme hakkına sahiptir. Polis memurları kamu yararı dokunulmazlığı yasasına sığınabilmektedir. Sözkonusu dokunulmazlığın çok sık şekilde politik amaçlar için kullanıldığını bilmekteyiz. Şüpheli bir insan bu yeni kanunla şu hakları da kaybetmiştir: Örneğin; sessiz kalarak kendini koruma hakkını kaybettiği gibi, kendi tarafında olabilecek bir avukat hakkını da kaybetmiştir. Bunlar temel insan hakları arasında sayılmamakla birlikte bizlerin seçtiği temsilciler tarafından bir günlük bir düşünce sonucu kaldırılmışlardır. Tabii, hükümet bu özgürlükleri sınırlayıcı kanunun kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Tony Blair'in Kuzey İrlanda'nın Omagh şehrinde gerçekleştirilmiş olan bombalama eylemini durmadan hatırlatması, sözkonusu kanuna karşı çıkanları susturma politikası olarak görülmelidir. Çünkü kanuna getirilen her eleştiri, İRA örgütünü destekleme olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu oldukça anlamsız bir tavırdır. Biz bu yeni kanunun getirdiği düzenlemelere karşı çıkarken, teröristlerin de yıkmayı amaçladığı demokrasi ve özgürlüklerdeki azalmaya dikkat çekmeye çalışıyoruz. Öte yandan, teröristlerin bu toprakları kullanarak deniz ötesi ülkelerde uygulanmak üzere yapılan eylem hazırlıklarını önleme amaçlı politikalar da tehlikelidir. Çünkü bu yeni kanuna göre, yurt dışındaki otoriter bir rejimin aleyhine Britanya'da çalışan bir aktivist politikacı, terörist olduğu gerekçesiyle tutuklanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. (Britanya eski başbakanının, 1980'lcrde Nelson Mandela'yi terörist olarak ilan etmesi gibi.) Bunların ötesinde Blair hükümeti, diplomatik bir kabus ile karşı karşıyadır. Geçmişte, diğer ülkelerin diktatörleri Britanya'dan, kendilerine karşı mücadele veren ve Britanya'da yaşayan, problem çıkaran bu insanların kendilerine teslim edilmesini istediğinde, Britanya kanunlarının bu eylemleri içermediği gerekçesi ile sözkonusu baskıları reddedebiliyordu. Ancak artık baskıları yeni kanunlar dolayısıyla reddedemeyecek. Bu bağlamda hükümet kabinesi hangi göçmenin terörist olduğunu, hangisinin özgürlük savaşçısı olduğunu belirlemek zorunda kalarak birçok dış ülkeyi kızdıracaktır. Şimdi yakında göreceksiniz, Hindistan, Britanya'da yaşayan Keşmirlilere karşı girişimlerde bulunmasını hükümetten isteyecektir. Kısacası bu yasa, acele edilmiş ve eksikleri/hataları olan bir kanun olarak hiçbir zaman hazırlanmamış olmalıydı, bırakın kanun olarak yasalaşmasını.
Bu kanunun, diğer ülkelerdeki müslümanlara yardım etmek isteyen Britanya'da yaşayan müslümanları engelleyeceği sürpriz olmayan bir gerçektir. Bunun arkaplanının incelenip anlaşılması gerekmektedir. Bu tür kanunların yasalaşmasının arkasında birçok sebeb vardır.
Kanun, öncelikle, müslümanları fundamentalist ve fundamentalist olmayan şeklinde ikiye bölmeyi amaçlamaktadır. Böylece müslümanları birbirlerinin düşmanı yaparak zayıflatmayı hedeflemektedirler. Müslümanların kendi dinleri uyarınca özgürce yaşamalarının önlenmeye çalışılmasının arkasındaki sebep, çağdaş müslüman dünyada Britanya ve Britanya ülkelerinin ticari çıkarlar bağlamında kaybedilecek çok şeyleri olması yatmaktadır.
Britanya, malları için tüketici marketi oluşturmayı ve askeri araç-gereç satmayı istemektedir. İslam onlar için bir tehdit oluşturmaktadır. İslami hareketin, Britanya'nın Ortadoğu'daki müşterilerini İslami devlete çevirmek için saldırılar düzenlemesi Britanya çıkarlarını tehdit etmektedir. Bunlar global problemlerdir ve bu sebeble İslam da global tehdit olarak görülmektedir. Ancak bu global tehdit söylemi, bölgesel olarak insanları etkilemektedir. Örneğin; Britanya'da çıkarılan kanun burada yaşayan insanların diğer ülkelerdeki müslümanlara yardım etmesine engel olmaktadır. Bölgesel seviyede de yani Britanya ve Avrupa bağlamında, İslam bir tehlike olarak görülmektedir. Avrupa devletleri, İslam karşıtı ortak politikalar oluşturmak hususunda birbirlerini etkilemeye çalışmaktadırlar. Global problemlerin alevlendirdiği İslam korkusu onlar için gerçektir. Bu korku, Bosna'da İslami devlet kurulmaya çalışıldığını iddia eden Sırp propagandasıyla güç kazanmıştır. Bunun etkisiyle Britanya; binlerce Bosnalı, Sırplar tarafından katledilirken olayı ters yönden ele almıştır. Bosnalılar İslam devleti kurmaya çalışmadıkları halde insan hakları Britanya ve diğer Avrupa devletleri tarafından ihlal edildi. Bu hak, insanlara kendi devlet sınırları içerisinde istedikleri gibi yaşama hakkı veren self-determinasyon'du.
İkinci olarak, Britanya ve Avrupa'nın İslam'dan korkmasının sebebi hala müslüman dünyada İslam'a karşı haçlı seferlerini sürdürmekte olmalarındandır. Seküler Ortadoğu hükümetlerine, İslam devleti kurmaya çalışan İslamcılara karşı verdikleri mücadele de yardım etmektedirler. Fransa gibi bazı ülkeler, Cezayir'deki müslümanlara karşı yapılan mücadeleye aktif olarak katılmaktadır. Diğer ülkeler Türkiye'deki Erbakan gibi İslamcılara yardımlarını sınırlamışlardır. Bu nedenle korku, İslamcıların Batı'dan öcalmak amacıyla karşılık vermesidir.
Üçüncü olarak; Batı'nın İslam'ın tüm müslüman dünyadan silinmesini istediği bir gerçektir. Böylece, seküler İslam dünyasıyla ilişki kurulabilir ve şu anda yaptıkları gibi onları modernize edebilirler. Batı'nın İslam dünyasına satmakta olduğu modernleşme paketinin iki ön gerekliliği mevcuttur; sekülerleşme ve Batılılaşma. Batı, Üçüncü Dünya ülkelerinin teknolojik gelişimde kendi kendilerine yeterli hale gelmelerini istememektedir. Eğer bu ülkeleri kendi kendilerine yeterli hale gelirlerse, Batı müşterilerini kaybedebilir.
Ancak Batı, müslüman toplumların dokusunu, sekülerleştirme ve Batılılaştırma yoluyla değiştirerek kendi hakimiyetini kabul ettirmek amacındadır. "Batı fundamentalizmi" müslümanların dünyasını terörize etmektedir. İslam engel olarak görülmektedir. Eğer bir müslüman inancına bağlı ise, bu kimse "aşırı dinci", "militan" ya da "fanatik" olarak adlandırılmaktadır. İslam dünyasını incelediğimizde, seküler yönetimlerin iş başında olduğu ve Batı'nın İslam ile ters düştüğü durumlarda İslam'a karşı bu seküler yönetimlere destek verdiğini görmekteyiz.
Bazı durumlarda Batı'nın İslami güçlere, düşmanlarına karşı yardım ettiğini görebiliriz. Bu durumda her zaman motive edici gizli bir güç söz konusudur. Bu yardım ne İslam'a ne de İslami devlet kurulmasına olan bağlılıktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Batı, Afgan mücahidlerine Batı'nın düşmanı olan Sovyetler Birliği ile mücadelesinde destek verdi. Son zamanlarda, Orta Asya devletleri tüketici marketine katabilmek için Taliban ile dostluk ilişkileri içindedir. Bu ilişkilerinin sebebinin İslam'a olan sevgiden kaynaklanmadığı, komünizmin çöküşünden sonra Batılı politikacı ve generallerin açıkça İslam'ı bir numaralı düşman olarak ilan etmelerinde görülebilir.
Batı, müslümanlar arasında İslam'ın ortadan kaldırılması konusunda başarılı olamadığı için, uzlaşma yapmak durumunda kaldı. Müslümanlar İslam'ın gereklerini Batı tarafından belirlendiği şekliyle yerine getirebilir. Batı, Hristiyanlığı politikadan ayrı bir din olarak, ilan etmiştir. İslam da Hristiyanlık gibi politikadan ayrıştırılarak sekülerleştirildiğinde Batı için bir sorun olmaktan çıkacaktır. Açıkça görüldüğü gibi Batı'nın yapmaya çalıştığı, hristiyanlığın yaşamış olduğu tecrübe gibi İslam dinini politik yapısından ayrıştırarak içini boşaltıp kendi yörüngelerinin bir parçası olmasını sağlamaktır.
Gelecekle İlgili Beklentiler
Yukarıda anlattığımız bazı faktörlerin müslümanların insan haklarını ihlal ettiğini söylemeye gerek bile yoktur. Bu sebeble İngiltere, Avrupa ya da Amerika'da yaşayan müslümanlar gelecekleri konusunda ciddi olarak düşünmelidirler. İngiltere'de yapılan bazı araştırmalar genç müslümanların seküler ve Batılı hale geldiklerini göstermektedir. Diğer bazı çalışmalar iki kültür arasında yaşamanın onlar için ne kadar güç olduğunu incelemektedir. Diğer yanda İslami kimliklerini korumaya çalışanlar fundamentalist olarak adlandırılarak aşağılanmaktadır.
Müslümanların bu baskılardan kurtulabilmek için tercih edebilecekleri farklı seçenek mevcuttur. Ancak öncelikle şu hususlara dikkat etmelidirler:
Birincisi, kendilerini en iyi biçimde İslam'a adanmalıdırlar. Ancak bu adama, Batı tarafından tarif edilen İslam'a değil, Kur'an ve sünnet tarafından tanımlanan İslam'a olmalıdır. Böylesine bir bağlılık olmaksızın hiç birşeyin başarılması mümkün değildir.
İkinci olarak bu bağlılık sadece kişinin şahsi dünyasında değil, toplumsal alanda olmalıdır. Müslümanlar arasındaki kardeşliği güçlendirerek ve devlet, millet, sınıf ya da mezhep sınırlarını aşarak sağlanabilir. İslam bunu ümmet olarak isimlendirir, ancak müslümanlar bu kavramın anlamını unutmuş durumdadır. Ümmet kavramı Batı tarafından ortadan kaldırılmıştır ve müslümanlar bu kavramı yeniden oluşturmak zorundadır. Ancak bu durumda müslümanların yararını kendi bencil ve boş isteklerimizin üzerine çıkarabiliriz.
İnsan hakları İslami ahlak çerçevesi içerisine yerleştirilmedikçe boş bir kavram olarak kalacaktır. İnsan haklarının temelinde İslami bir ahlak anlayışı olmalıdır ki bu sayede "iyi-kötü" ve "doğru-yanlış" ayırımını yapabilelim.
Üçüncü olarak ümmet arasında ilişki kurulursa, İslami ahlak anlayışı "bir müslümanın sahip olduğu problemin tüm müslümanların problemi olarak algılanması" formunda şekillenir. Bunu hadis bağlamında değerlendirirsek: "Kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemeyen kişinin imanı tam değildir". Bir müslümanın diğer bir müslümana yardım etmesini engelleyen herhangi bir yasak olduğu gün Batı, müslüman olmanın temelini oluşturan özgürlük ve hakkı engellemiş olur. Diğer bir insana yardım etme İslam'ın ruhunu yansıtan bir özgürlük ve haktır. Benim İngiltere sizin Almanya'dan ya da benim Pakistan sizin Türkiye'den olmanızdan bağımsız olarak sizin probleminiz benim problemim, benimki de sizin probleminizdir. Problemleri belirlemeniz ve İslam adına beraberce hareket ederek engelleri hangi yolla olursa kaldırmak için birbirimize yardım etmeliyiz. Avrupa ve diğer batı ülkelerindeki müslüman insan hakları organizasyonları, daha güçlü olabilmek ve dünya çapında müslüman haklarını korumak için bir araya gelmelidir.
İngiltere'de yada diğer bir Avrupa ülkesinde yaşamaktan, bağımsız olarak global düşünmeli ve çözümleri bölgesel olarak uygulamalıyız.