Yeni Zemin Ne Düşündürüyor

Ali Gözcü

Ocak ayının başında yayın yönetmenliğini Mehmet Metiner'in ve yayın danışmanlığını Ali Bulaç'ın yaptığı; Zehra Vakfı yöneticisi Osman Tunç'un sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği yeni bir aylık dergi ile tanıştık.

Derginin takdim yazısında yeni bir oluşuma zemin hazırlanacağı vurgulanıyor; "tarihin kırılmaya uğradığı" ve TC devletini şartların zorladığı bir dönemde, değişimden yana tavır alınacağı belirtiliyor. Bu amaçtan dolayı olsa gerek, dergiye de Yeni Zemin adı verilmiş. Aynı yazıda, İslami düşünce ve hareket için güçlü bir kalkış noktası oluşturma çabası içinde olunacağı açıklanmış.

Ancak dergi sayfaları biraz karıştırılınca, öne sürülen değişim ve yenilenme iddiaları, özgürlük, çoğulculuk, hoşgörü nidaları altında aslında tevhidi mücadeleyi erteleyen, Kur'an'ın muhkem nasslarını bulanık geleneğe ve siyasi pragmatizme feda eden bir uzlaşmanın ve çözülüşün ifadesi olarak kendini hissettiriyor.

Türkiye'de "biz" ve "başkaları" ayrımı yapmadan herkesle anlaşma gayreti içinde "yeni bir zemin oluşumu"nu hedefleyen dergi, müslüman kitleler yanında "merkezkaç güçler" olarak değerlendirdiği Alevi yurttaşları, Kürtleri, kent yoksullarını, yeni müteşebbis tipleri ve yeni zenginler sınıfını, bir miktar da demokrat aydınları statükoyu değiştirecek güçler olarak gösteriyor ve politikasını bu değişimci kampta yer alarak belirleyeceğini açıklıyor. Bir zamanlar İslami çabaların devrimci duyarlılığına kulak veren Yeni Zemin'in yazar-çizer kadrosu, İslami mücadele sünnetinin yükümlülüklerini gereğince üstlenmekten kaçan aymazlıklarının ve ben-merkezciliklerinin çözümsüzlüğü içinde ve liberalizmin yeni rüzgarlarına uygun bir pragmatizmin girdabında, uluslararası değişim modasına kapılarak, Kur'ani ölçülerin sosyal karşılıklarını oluşturmak yerine, egemen sistemin dayattığı sosyal gereklilikleri ön plana çıkartmaya çalışıyor.

TC'ye yeni rol oluşturmak uğruna, yeni sistem arayışları içinde bulunan Aydın Menderes gibilerinin tespitleriyle paralelliğe düşen Yeni Zemin ekibi, üzülerek söyleyelim ki ciddi bir sapmanın canlı örneğini oluşturuyor. Zira Yeni Zemin yazanları insanlara toplu şahitlikte bulunacak İslami bir beraberliğin şartları üzerinde kafa yormadan ve gerekli eylemliliği üstlenmeden; çağdaş devleti ve sivil güç odaklarının da üzerinde anlaşabilecekleri bir anayasa oluşturmayı amaçlayan Türkiye sistemi çevresinde toplumsal projeler üretmeye yöneliyorlar.

Ancak "merkezkaç güçler" olarak ifade edilen sivil güç odakları, sadece dergide maddelenen 5,5 kesimden ibaret değil. Yeni Zemin'in toplumsal projesinde diğer "merkezkaç güçler"i oluşturan marksistler, çevreciler, feministler, transseksüeller gibi bazı değişim taraftarları unutulmuş veya yeni müteşebbis sermaye sınıfıyla Marksistlerin yan yana getirilmesindeki zorluk gibi bazı uyum problemleri atlanmış.

Bir de dergideki bazı yazılarda "merkezkaç güçler" kampında yer alan diğer laik, ulusçu, kapitalist, ateist, müşrik vd. güçlere karşı çok da örtülü olmayan saygılı bir dil kullanılırken, radikallikle nitelenen İslami çalışmalara ancak muarızlarımızda rastlanan küçümseme, alay ve hınç ifadeleriyle eleştiriler sunulmuş. Bu aşağılayıcı üsluba bakınca, insan tereddüt ediyor: Yeni Zemin, Türkiye İslami hareketinin zaaflarını giderici ıslahatçı bir niyet mi taşıyor; yoksa inkılabçı müslümanlara buğzeden ulusçuların, laiklerin, dehriyyunun, sapık inançlıların, 1980 sonrası türeyen yeni müteşebbis ve sermeye sınıfının yüreğine su mu serpiyor?

Derginin bazı yazarları, "merkez güçlere" karşı tavır alacaklarını açıklarken, sanki yaşadığımız sistemin kabahatlisi İslami hareket mensuplarıymış gibi garip bir tutumla müslümanlara eleştirilerde bulunuyorlar, İslami faaliyetlerde öz eleştiri önemli ve faydalı bir eylemdir. Ama bu eleştiri İslami bir ciddiyet ve sorumlulukla yapılacaksa, olaya dışarıdan değil, içerden bakılmalıdır. Laik, ulusçu, kapitalist unsurlarla paylaşılacak platform projeleri üretilirken, müslümanların eleştiri konusu yapılması, bize çok dürüst bir davranış olarak gelmiyor. Bu yanlışı yapan yazarlar tevhidi bilgilenme süreci içinde kendi kimliklerini bütünleştirememişliklerinin, Kur'ani ölçülerle geleneksel fıkhi kalıpları birbirine karıştıran/cem eden zihni kaoslarının sosyal sahada yansıyan olumsuzluklarını; bir kabahat olarak kendi nefislerinde ve birikimlerinde aramak yerine, kolay yolu seçiyorlar ve suçu İslami mücadeleyi yaşatmak isteyenlerin üzerine yıkıyorlar. Kur'an nassları ile sosyal vakıa arasında gereği gibi bağ kuramamış ve kuşatıcı politikalar üretememiş olmamızın suçu; tevhidi bilinçlenme sürecine yeni adım atmış, yeniliğinin eksikliklerini taşıyan ve yeni kimliğinin acemiliğinden henüz sıyrılmaya başlamış müslümanlardan ziyade, bize sahih bir gelenek bırakmayan atalarımızda ve hala sahih bir metodoloji edinme sorununu gündemimize alamamışlığımızda aranmalı değil mi? Ancak hemen belirtelim ki, dergide yapıldığı gibi, bu soruları mistik vehimleriyle Allah'ın kitabını tefsir etmeye çalışan geleneksel bir mollanın, atalar dininden arınamamış kitleler üzerindeki karizmasından yararlanma pragmatizmiyle cevaplamak mümkün değildir.

Bu konuda, derginin Türkiye'deki değişim gerekliliği hakkındaki soruşturmasına verdiği cevabında Atasoy Mütfüoğlu, devrimci bir dil kullanmanın inancımızın bir gereği olduğunu hatırlatıyor ve olumladığımız şu vurguyu yapıyor: "Düşünsel ve kültürel bir değişim yaşanmadan, düşünsel ve kültürel bir egemenlik gerçekleştirilmeden bir siyasal değişim/dönüşüme girilemez. Siyasal dönüşüm bir sonuçtur."

Benzer yaklaşımlara sahip olan dağınık gayretlerin biraraya toplanması tutarlılık açısından tabii ki önemli bir gelişmedir. Ancak bazı Yeni Zemin yazarlarının Yeni Zemin imzasıyla yapılan tespitlere intibak etme hususunda hayli zorlanacakları kanaatindeyiz.

İslami kaygılarla yeni bir faaliyet birimi oluşturan çabalar, adet olduğu üzere teşvik edilir ve iyiliklere yönelmesi temennisinde bulunulur. Altını çizerek belirtelim ki, Yeni Zemin'e biz, sadece iyiliklere yönelmesi temennisinde bulunuyoruz.