Adalet Bakanlığı Yeni Terörle Mücadele Yasası'nı meclise sevk etti. Terörle Mücadele Yasası 1991'den beri ülkenin gündemini teşkil etmeye ve muhalifler üzerinde baskıların hukuki kılıfı olmaya devam ediyor.
3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasası 1991'de çıkan bir yasa. 1991'de Kürt bölgelerinde PKK'nın güçlü olduğu bir dönemde çıkartılan yasa o dönemde Türkiye'nin başını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde oldukça ağrıtmış, TC'nin temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiği gerekçesi ile birçok kez mahkum olmasına neden olmuştu. Özellikle Yasanın "Bölücü ve Bölücülük Propagandası" diye bir suç tanımladığı 8. Maddesi dolayısıyla ifade özgürlüğünün engellenmesi suçlaması ile birçok mahkemeyi kaybettiği ve tazminatlar ödemeye mahkum edildiği biliniyor. Yani Terörle Mücadele Yasası bizzat AİHM tarafından defalarca hukuksuz ve temel hak ve özgürlüklerin katili olarak tanımlanmış bir yasa. Bu hali ile TMY ve meşhur 8. Maddesi, 1991'den 2000'lerin başına dek 312. Madde ile eşzamanlı ve ikiz bir tehdit olarak sürdürüldü.
Aradan zaman geçti, Türkiye'nin TMY yüzünden aldığı tazminat miktarları o kadar arttı ki Anayasa mahkemesi 8. maddeyi iptal etmek zorunda kaldı. Son olarak da TMK'nın "bölücülük propagandası suçu" ihdas eden 8. Maddesi 2003 yılında altıncı uyum paketi çerçevesinde ilga edildi. "Özgürlükleri arttırma ve demokratikleşme adımları" çerçevesinde hapis oranları düşürüldü ve hapis cezaları para cezalarına çevrilerek hafifletildi.
AK Parti hükümetinin meclise sunduğu son "Terörle Mücadele Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"1 (bundan sonra TMYT olarak anılacaktır) ise bu süreci tümüyle geri döndüren bir işlev görüyor. Hukukçuların ifadesine göre yasa ve ülke "1992'li yıllara" döndürülmeye çalışıyor. Yani bir geriye dönüş, oligarşik güçlerin son zamanlarda dillerine doladıkları şu meşhur tabir ile "irtica" söz konusu!
Peki bu geri dönüşler, özgürlüklere yönelik tehlikeler hangi maddelerden oluşuyor? Şimdi Terörle Mücadele Yasa Tasarısı'nın neler getirdiğini ve hangi özgürlüklere tehdit oluşturduğunu başlık başlık görelim:
Terör Tanımı: Resmi İdeolojinin Koruyucu Kalkanı
Terörle Mücadele Yasa Tasarısı'nda yepyeni bir terör tanımı yapılmıyor. Yalnızca "12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin başlığı "Terör tanımı şeklinde değiştirilmiştir" denilerek Terörle Mücadele Yasası'nda mevcut bulunan açıklama, terör tanımı haline getiriliyor.
Avrupa'da ve ABD'de terörün tanımlanması üzerinden "önleyici saldırı" gibi hukuksuz politikalara meşruiyet zeminin üretildiği ve ırkçı bilinçaltının "terör karşıtlığı" adına hortlatıldığı bir vasattayız. Bu bağlamda AKP hükümetine terörü tanımlaması ve hukuki zihniyetini belirginleştirmesi yönünde çağrılar vardı. Özellikle liberal merkez çevrelerin yeni yasada AB Konseyi'nin oluşturmaya çalıştırdığı "terör tanımı" üzerinden bir tanımlama yapılmasını önemsedikleri görülüyordu. Oysa AB terör tanımı da "güvenlik paranoyası" ile üretilmiş ve özgürlükleri güvenlik adına kısıtlayan, yaşanan baskıcı dünyada sorunu tümüyle güvenlik tedbirleriyle halletmekten medet uman bir çerçeve sunuyor.
Hükümet terör tanımının netleştirilmesi yönündeki bu çağrıları kulak arkası ederek askerlerin de istekleri doğrultusunda, yeni bir "terör" tanımlaması yapmadı. Aslında askeri çevrelerin istedikleri, aynen kanunun birçok maddesinin yoruma açık ve flu olması gibi, tanımın da mevcut içtihatlarca belirlenen muğlak sınırlarda kalması idi. Askeri oligarşi terörün tanımlanarak netleştirilmesini bile kendi politikaları önünde bir engel olarak görerek hukuktan ne anladığını ortaya koyuyor.
Mevcut Terörle Mücadele yasasındaki terör tanımlaması olarak ifade edilen bölümün ise temel nitelik olarak terörü "Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak" ifadesi ile devlet merkezli tanımladığı biliniyor. Görüldüğü gibi yasa, devlet merkezli tanımlanan, halk karşısında devletin korunmasını temel alan bir mantığa sahip. Bu niteliği ile mevcut bırakılan terör tanımı devleti halka karşı koruma mantığının ürünü olması ve sisteme karşı tüm hareketleri potansiyel terörist tanımlayan mantığı ile daha da geri bir nitelik arz ediyor. 85 yıllık devlet geleneği "iç düşman" kategorisinin "cebir kullanması halinde" "terör" tanımlamasına gireceğini öngörüyor. Oysa "terör"ün en insaflı yaklaşım ile "topluma ve toplum huzuruna" bağlı olarak tanımlanması ve "toplumda korku ve sindirme yaratmaya dönük eylemler" olarak sınırlandırılması yani sistem değil "toplum" merkezli bir noktadan hareket edilmesi hukukun gereği.
Ülkemizde; geçmişte birçok örneğini gördüğümüz üzere aslında temel niteliği sistem muhalifliği olan her hareketi, her örgütü zorlama yorumlarla, cebir işlemiş gibi gösteren sahte deliller ile "terör örgütü kılıfına sokan" bir içtihat geleneği yaygın. İşte yeni yasa ile bu yoz gelenek sürdürülerek muhaliflerin tedhiş edilmesine devam ediliyor.
Dokunulmaz Asker ve Polisler: İşkence Uygulamalarına Dönüş mü?
Tasarının en tartışmalı maddelerinden birini "Terörle mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin, bu görevlerinin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda" tutuksuz yargılanmalarının yolunun da açılması oluşturuyor. Bu konuda takdir hakkı hakime bırakılarak, suçu ne derece ağır olursa olsun bir kamu görevlisinin -örneğin Şemdinli'deki Astsubay Ali Kaya'nın- tutuklanmamasına hükmedilmesinin yolu açılıyor.
Bir hukuk sistemi düşünün ki eğer adam öldürmüş sıradan bir vatandaş iseniz tutuklanıyorsunuz ama bir devlet görevlisi olarak aynı suçu işlemişseniz tutuksuz gezebiliyorsunuz. Üstelik bir devlet görevlisi olarak "memur arkadaşlarınızın" da desteği ile delilleri karartma, şahitleri korkutma, gizlenme ihtimaliniz sıradan bir vatandaşa göre çok daha fazla ve en üst düzeyde iken!
Devlet görevlisinin hukuksuz fiilleri gerçekleştirmesi örneğin adam kaçırma, tehdit, şantaj, kaçakçılık, kundakçılık, çetecilik, suç örgütü oluşturmak ya da bombalama yapması durumunda tutuksuz da yargılanabileceğine dair maddenin, delillerin karartılması yolunu açması ile tam bir hukuk katliamı olması bir yana; kanun maddesinin yazılış üslubu da dikkat çekiyor.
Hukuk Fakülteleri'nde okutulması gereken şu ibretlik maddeyi bir okuyalım derim:
Madde 10: "Terörle mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin, bu görevlerinin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalar (açılması durumunda) Bu kişiler hakkında soruşturma ve kovuşturmalarda suçun niteliğine ve işlenmesindeki özelliklere göre nedenleri varsa tutuklama kararı verilebileceği gibi, Ceza Muhakemesi Kanununun 109 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki süre şartı aranmaksızın adli kontrol hükümleri de uygulanabilir."
Yapılabilir, edilebilir gibi keyfiliği çağrıştıran bir üslubun egemen olması aslında brifinglendirilmeye ve gizli mesajlardan vazife çıkarmaya oldukça yatkın olduğunu 28 Şubat'ta ispatlayan Türk yargısı açısından önemli bir yönlendirmeyi de içeriyor. Metnin üslubunu okuyunca mesaj açık değil mi? Bak hakim bey, tutuklama maddesini toptan ortadan kaldıramıyoruz ama tutuklamaya da bilirsin!!! E malum, Van Savcısı'nın başına gelenler de Emekli Korgeneral Hasan Kundakçı'nın ifadesi ile herkese "güzel bir ders olmuş" durumda.
Dahası Madde 13 ile "Yukarıda sayılanlardan kamu görevlisi olanlar, görevlerinden ayrılmış olsalar dahi, terör suçluları tarafından kendilerine veya eş ve çocuklarının canına vuku bulan bir taarruzu savmak için silah kullanmaya yetkilidirler." ibaresi getirilerek tüm polis, asker, savcı, hakimler gibi devlet görevlileri için emekli olsalar dahi arttırılmış bir polis yetkisi veriliyor, duraksamadan silah kullanma yetkisi tanınıyor. Hükümetin "bu yasa ile özgürlükleri genişletiyoruz ve koruyoruz" dediği de bu olsa gerek.
Gözaltı Koşullarında Geriye Gidiş
Türkiye on yıllardır AİHM'de, "uzun gözaltı süresi" ve "gözaltında kötü muamele" suçlamaları ile en çok mahkum olan ülkelerden biri. Oysa son yapılan düzenlemeler ile gözaltı süresi yirmi dört saat ile sınırlandırılmış ve gözaltı süresinde avukat hakkı tanınmıştı.
TMYT ise hukuk ve özgürlükler adına tüm bu kazanımları 9. madde ile bir kalemde silip atıyor. Yasa görünüşte gözaltı süresini uzatmasa da dolaylı olarak uzatmakta. Yasa öylesine muğlak hazırlanmış ki! Gözaltı süresini uzatmak TCK ve Anayasa değişikliği gerektirdiği için gerçekleştirilemiyor, bunun yerine kullanılan dolambaçlı muğlak ifadeler ile gözaltındaki zanlıların CMK 24. Maddeden yararlanamaması sağlanıyor. Adeta tavsiye edercesine bir üslup ile "gözaltı süresinin uzatılabileceği" söyleniyor, zanlının yirmi dört saat gözaltı süresinde avukatı ile görüşmesi yasaklanabiliyor, tutabileceği avukat sayısı bir ile sınırlanıyor, avukatın mahkeme dosyasını ve belgeleri alması engellenebiliyor, avukatın müvekkili ile görüşmesi resmi görevliler eşliğinde gerçekleştirilip, dinlenip kaydedilebiliyor. Bu kadarı yetmedi mi: Üstüne üstlük "Kolluk güçleri tarafından düzenlenen tutanaklara, ilgili görevlilerin açık kimlikleri yerine sadece sicil numaraları yazılır." denilerek avukatınızın sizi sorgulayan kişinin ismini alması da önleniyor ve "gözaltında olduğunuza dair bilgi sadece bir yakınınıza", oda "savcının izni olursa" verilir deniliyor.
Oysa zanlının yirmi dört saat boyunca avukatı ile görüştürülmemesi gözaltında kötü muamele ve işkence iddialarını arttırabilecek boş bir alanı işaret ediyor. İşte Türkiye de zaten şimdiye kadar hep bu nedenle AİHM'de mahkumiyet almıştı.
Öldürme Yetkisi: Yasal Mermisiyle Bir Komiser Yaklaşmakta!
Halen yürürlükteki yasalara göre eğer bir asker yahut polis bir operasyonda "terörist olarak değerlendirilen" şüpheliyi sağ olarak yakalayabilme imkanı varken vurarak öldürürse hakkında "aşırı güç kullanımı"ndan dava açılabiliyordu. Ancak bir süredir özellikle Güneydoğu'da devam eden operasyonlarda askerlerin bu kurala uymadıkları, sağ olarak yakalanma imkanı olan kişileri infaz ettikleri ve buna rağmen mahkemeye çıkarılmak bir yana soruşturma bile açılmadığı eleştirileri kamuoyunda duyulmaktaydı. Diyarbakır Olayları'nın da temel nedenlerinden birini bu suçlamaların cevaplanmaması oluşturmuştu.
Şimdi TMYT ile getirilen hükme göre ise bir devlet görevlisinin "Teslim ol emrine itaat etmeyerek beni silah kullanmaya mecbur etti, vurdum" savunması geçerli olacak. Kanun ile asker ve polis tüm devlet görevlileri "duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya" yetkilendiriliyorlar. Yanlış okumadınız, kanundaki tam metin ile duraksamadan! İşte bu madde eğer Diyarbakır olaylarından önce yürürlükte olsaydı Diyarbakır'da sekiz değil seksen ceset de kaldırılabilirdi yorumlarına neden oluyor.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek her ne kadar bu madde ile ilgili olarak kanuna "ölçü ve oran" ifadesini koyarak güç kullanımını sınırladıklarını söylese de "ölçüyü ve oranı aşmamak kaydı ile" ifadesi güç kullanımını sınırlandırmıyor aksine insan canı gibi kritik bir konuyu muğlak bir ifadeye bağlayarak gücü arttırıyor. "Ölçü ve oran" ifadesinin yargıçlara alabildiğine geniş takdir hakkı tanıdığı ve bu hali ile yaşam hakkının açık bir ihlalini oluşturduğu hukukla alakası olmayanlarca bile görülecek netlikte.
Ayrıca çatışma ortamının oluşmaya başladığı günümüzde bu yasanın psikolojik etkisi de unutulmamalıdır. Bu ülkede işkence yaparsam bana bir şey olmaz psikolojisinin kamu görevlileri arasında ne derece yaygın olduğunu ve bu yüzden işkence ile mücadelede sıfır tolerans ilkesine geçtiklerini bizzat devlet yetkilileri bile söylememiş miydi? Diyarbakır Olayları bu yasa ile oluşturulan atmosferde olsa idi çok daha fazla can kaybı ile karşılaşabilirdik yorumları bu yüzden hiç de yabana atılacak bir yorum değildir.
Muhalifler Üzerinde Hakimin Takdir Hakkı Sopası
Cemil Çiçek, yasadaki hakimin takdir hakkını geniş tutan, muğlak ifadelerin ve tam açıklanmayan maddelerin "sıradan insanların da terör suçundan yargılanabilmelerinin" yolunu açtığına dair sorulara "Türk yargısının terör ve terörizm konusunda çok sağlam bir içtihat geleneği vardır. Bu yüzden kimse yasanın özgürlükleri kısıtlayacağını veyahut sıradan birinin terör suçu ile yargılanacağını düşünmesin" diyor.
Oysa herkesi kaygılandıran şey tam da bu: Bu ülke yargısının "terör konusundaki içtihat geleneği"! Bu ülke yargısı adalet dağıtmaktan çok muhaliflerin sistemin kırbacını sırtında hissetmesi için elinden geleni yapan bir "içtihat geleneğine" sahip! Normal şartlarda beraat etmesi gereken kişilerin zorlama yorumlarla "yardım ve yataklık" ithamları ile yıllarca hapse tıkıldığı bir ülke burası. Siyasal suçlara ve muhalif kesimlere cezaların en üst sınırdan uygulanması ve en ağır infaz uygulamasına hükmedilmesi temel bir "içtihat geleneği" bu ülkede. Normal şartlarda deliller karartılmasın diye uygulanan istisnai bir güvenlik tedbiri olan "tutuklu yargılama" tedbirinin muhalifler aleyhine bir cezalandırma aracına dönüştüğü bir ülke burası!
Suçun Şahsiliği İlkesine Darbe: Oğlu "Terörist" ise Babası da Öyledir!
Suçun şahsiliği ilkesi temel bir hukuk prensibidir: Hiç kimse bir başkasının işlediği suçtan dolayı sorumlu tutulamaz! Oysa TMYT'nin "Adalet Bakanı" Cemil Çiçek sorulan sorulara karşılık, yapılan düzenlemeler ile örneğin gösterilere "yüzünü kapatarak" katılan ve hiçbir şiddet eylemine katılmamış olsa da artık yeni yasa ile terör suçu işlemiş sayılacak olan çocuklarından dolayı ebeveynlerin tutuklanacağını ve cezalandırılacağını ifade ediyor.
Bu sözler, linç psikolojisi yaygınlaştırılırken toplumdaki çeşitli kesimlerin çaresizliği ve kıstırılmışlığını görmekten aciz olunmasının yanı sıra insana bu kadar mı duyarsız olunur dedirtiyor. Diyarbakır Olayları'nda ölen çocuklar için bizzat Tayip Erdoğan'ın ağzından "Çocuk da olsa gereğini yaparız. Analar ağlamasın!" deme duyarsızlığını göstererek şiddet politikalarını onaylayan hükümet şimdi de bunun hukuki kılıfına kendini tümü ile kaptırmış görünüyor.
İnsanın oldu olacak bari Suriye Baas yönetimi gibi "terör suçlusu" saydığınız muhalif kişilerin tüm ailesini toptan tutuklayın, derdest edin diyesi geliyor! Ama o zaman "hukuk devletiyiz" teranelerinden vazgeçmek gerek!
"Terör Suçu"nun Muğlaklaştırılması ve Genişletilmesi
TMYT'nin hazırlık sürecinde Avrupa'nın terör tanımının madde içerisine alınması çokça konuşulmuştu. Gazetelerin haberine göre askerlerin ülkemizdeki uygulamadan daha net bir tanım içeren bu kavramı beğenmemeleri sonucunda ise tasarıdan çıkartıldı.
Ancak çok daha kapsamlı bir şey yapılıyor bu tasarı ile. Terör tanımlanmayarak muğlak ve nereye çekersen yorumlanabilecek şekilde bırakıldığı gibi 1 Haziran'da yürürlüğe giren TCK'da ve yine 1 Haziran'da yürürlüğe giren CMK'da yer alan elliden fazla madde "Terör Suçu" kapsamına alınıyor. Yani hukukçu Av. Fikret İlkiz'in deyimi ile bu "1991'de çıkarılan ve AİHM'de mahkumiyetlere neden olan yasanın temel hak ve özgürlüklere ayni aykırılıklar ile geri getirilmesi demek"2 Böylece orman yakmadan tutun, zorla çalıştırmaya kadar yüzlerce suç maddesini işleyenler bunu devletin anayasal düzenini cebir ve şiddetle değiştirmeye çalışan bir örgütün etkisi ile işlemişse, sadece o suçla yargılanmayacak, "terör suçu" ile de yargılanacak, hukuken "terörist" damgası yiyecek ve cezaları en üst limitinde üstünde yani iki kat olarak alacaklar. Dahası suç sayılan bu fiil parti, dernek, okul gibi kurumsal bir ortamda yapılmış ise ceza bir kat daha arttırılacak.
Terör suçunun kapsamını genişletmek terör kavramını içerisinden çıkılmaz bir duruma sokuyor ve anlaşılan da o ki bu yasada içinden çıkılmaz duruma gelsin ve muğlaklaşsın diye kasten bu şekilde düzenlenmiş. Bu ise terör suçu işledikleri söylenen kişilerin ve dağdaki gerillaların topluma kazandırılmasını değil, tam tersinden bir süreç ile sıradan insanların, gösterilerde slogan atan sivillerin, en ağır itham ile en fazla "sempatizan" olarak değerlendirilebilecek sivillerin de "teröristleştirilmesi" demek.
Yasak ve Suçların Somut Olması İlkesine Aykırılık
Temel bir başka hukuk prensibi de yasalardaki yasak ve suçların herkesin anlayabileceği netlikte ve somut olmasıdır. Kişilerin ne yaparlarsa suç işlemiş olacaklarını bilmedikleri bir düzlemde hukuktan söz edilemez.
TMYT'da muğlak ifadeler, çok geniş takdir yetkisi tanıyan metinler, yönlendirici üslupla yazılmış paragraflar ile herkesin terörist olarak yargılanabilmesinin önü açılıyor. Potansiyel suçlu kavramı tam olarak da bu kanunun yerleştirmek istediği psikoloji. Bir gösteride yüzünü örtmek bir hukuk devletinde nasıl sizin terörist olduğunuzun delili olarak sunulabilir. Yüzünü açarak masumluğunu ispatlamayan herkesin terörist muamelesine tabi tutulması hukukilikle tümüyle çelişen bir durumdur. Yapılmak istenen şey bu ülkede yoğun bir şekilde yaşanan fişlemeyi hızlandırmak ve nokta operasyonlara kapı aralamak değilse "sadece yüz örtmeyi bir terör suçu sayan" bu madde ne ile izah edilebilir? Bir başka örnek ise "terör örgütüne ait amblem, arma, bayrak veyahut renkleri" taşımak suçu! Nasıl yani renkleri? Yani kravatımızdaki yeşil, mavi renk bir şeye mi yorulacak hakim huzurunda! Hukukun bittiği yerde fanteziler devreye giriyor. Aslında sudan sebeplerde partilerin kapatıldığı, başbakanların asıldığı bu ülkede bu yorumlarımız hiç de fantezi sayılmaz.
Örgütlenme Özgürlüğüne Yönelik Tehdit
TMYT'da "dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı hükmolunur" denilerek örgütlenme özgürlüğü önünde ciddi bir engel oluşturuluyor. Bir belediye görevlisi yahut belediye başkanının ya da bir öğrencinin iki katı ceza alması bir adalet arayışı değil, tümüyle bir yıldırma ve hınç mantığı.
Madde 8'de terör suçu olarak tanımlanan muğlak suçların tüzel bir kişilik altında yapılması halinde de söz konusu tüzel kişiliklerin kapatılmasına gidebilecek sürecin yolu açılıyor. Böylece örgütlenmeler üzerinde de Demokles'in kılıcı sallandırılıyor.
İfade Özgürlüğüne Tehdit: "Yeni Bölücülük Maddesi"
5. Madde ile "Propaganda Suçu" "suç işlemeye alenen teşvik", "işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme" veya "terör örgütünün propagandası" gibi suçlar oluşturuluyor. Bunlar iptal edilen bölücülük maddesine benzer yorumlara açık maddeler.
6. Madde ile de "Terör örgütünün veya amacının propagandasını yapan kişi" ifadesi ile muğlak bir suç tanımı oluşturuyor. Herhangi bir örgütün savunduğu amacı dillendirmek yani o örgüt ile ayni görüşleri paylaşmak dahi terör suçu kapsamına alınıyor. Yani bunun pratik anlamı şu: Bir kişi "federatif çözüm olmalıdır" dediğinde örgütle alakası olmasa da PKK örgütünün veyahut "şeriat, hukukun temeli olmalıdır" dediğinde bir başka örgütün propagandasını yapmak savı ile terör suçundan mahkum olabilecek ve üstelik bu sözlerini örneğin bir dergide yazdığı bir yazıda söylemişse en üst seviyeden ve iki katı ceza alacak. Zanlının mahkumiyeti tümü ile hakimin takdir yetkisine yani vicdanına kalmış olacak.
Bu madde tümü ile; kaldırılmış bölücülük suçunu ayni şekli ile yeniden düzenlemeye sokuyor ve 312. maddenin yerini tutacak gibi görünüyor.
Yine 6. Madde'de "Örgütün amacına yönelik afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçlerin taşınması veya bu nitelikte slogan atılması veya ses cihazları ile yayınlanması" ifadesi geçiyor. Dikkat ediniz: Örgüt imzalı afiş taşımak değil, örgüt üyesi olarak afiş taşımak da değil; örgütün amacına hizmet edeceği düşünülen herhangi bir sloganı atmak bile örgüt üyeliği ve teröristlik suçlamasına yeterli!
Basın Yayın Özgürlüğüne Tehdit: Yeni Takrir-i Sükunlar mı?
TMYT'na göre terör suçu olarak tanımlanan fiiller bir basın-yayın kuruluşu aracılığı ile yapılırsa "basın ve yayın organlarının sahipleri hakkında onbin güne kadar adli para cezası, mesul müdürler hakkında beşbin güne kadar adli para cezası" verilebiliyor.
Bu oranlar Türkiye şartları için de, Türkiye yargı sistemi için de çok yüksek oranlardır. Anlaşılan o ki amaçlanan "işlenen suç"a orantılı cezayı vermek değil, para cezası verilen yayın organını ekonomik bir linçe tabi tutmak, zor durumda bırakarak kapanmaya zorlamak. Bu hali ile yasa düşündükleri ve inandıklarını söyleyip yazan muhalifler aleyhinde 312. maddeden daha büyük bir tehdit haline getirilebilecek mahiyet taşıyor. Üstelik bu yasa öyle bir psikolojik vasatta çıkıyor ki şu yazdığımız şekli ile yasanın kendisini eleştirmek bile teröre destek olarak yorumlanabilir ve ağır para cezaları verilebilir.
Toplantı ve Gösteri Özgürlüğüne Gözdağı
Tasarı ile "toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün, tamamen veya kısmen kapatılması" yüzün kapatılması suç haline getiriliyor. Yasaların bir psikolojik silah olarak kullanılmasının güzel bir örneğini oluşturuyor bu madde. Herhangi bir muhalif toplantıda zaten polis kameraları ile aleni fişlemeye alışmamız yanımıza kâr kalıyor böylece.
Aslında bu maddenin bu şekli ile uygulanmasını beklememek gerek, zaten bu hiç de gerçekçi değil. Ne yani gösterilere katılan onbinlerce kişi "terör suçu" işlemekten hep birlikte topluca mı göz altına alınacak? Ancak bu madde aynen şapka kanunu gibi psikolojik bir anlam taşıyor ve verilen mesaj belli: Muhalif taleplerin ifade edildiği yerlere, protesto ve mitinglere gitmeyiniz, çünkü her an sizi de terörist olarak suçlayabilir, gömleğinizin kızıl veya yeşil renginden ötürü terör örgütünün rengini taşımak suçlaması ile tutuklayabiliriz!
DGM'lerin Canlandırılması: Ağır Ceza Mahkemeleri
TMYT'da temel hukuki mercii olarak DGM'lerin yerine ikame edilen Ağır Ceza Mahkemeleri tanımlanmış. Ağır Ceza Mahkemeleri bir süredir ağırlıklı olarak emniyetin seri operasyonları ile mafya ve çete örgütlenmelerinin davalarına bakıyordu.
Bunca aktardığımız muğlak yasa maddesi ile mahkemelere nerede ise sınırsız takdir yetkileri verilirken, DGM'lerin statüsünde olan Ağır Ceza Mahkemeleri'nin ise yeniden canlandırılmakta olduğu görülüyor. Ağır Ceza Mahkemelerinin dosyalarının bu yasa çıktıktan sonra oldukça kabaracağını, buradaki hakimlerin oldukça fazla mesai yapacağını, hatta bazı bölgelerde yeni Ağır Ceza Mahkemeleri ihdasının gerekebileceğini bile söylemek kehanet olmaz sanırız.
Mahkumiyet Koşullarında Kötüleştirme
Yeni TMYT ile "terör suçu" işlediği ifade edilen kişilerin şartlı salıverilmelerden yararlanamaması ve infaz hukukundaki imkanlardan mahrum kalması da getiriliyor. Zaten bilinen F Tipi uygulaması ile siyasal tutukluların tecride tabi tutulduğu ülkemizde "içeridekiler"in unutturulması için elden gelen hiçbir şey unutulmamış.
Görüldüğü gibi TMY tasarısı birçok boyutu ile İnfaz Yasası gibi, TCK gibi başkaca yasa ve düzenlemeleri de kapsayan bir gizli genel hüküm koyucu bir yasa olarak üretiliyor.
Muhbirlik Sistemi: Acaba Komşun Terörist mi?
Yasa ile yürürlüğe girecek bir başka uygulama ise muhbirlik sistemi. Bu madde fazlası ile yazılırken Amerikan hukukundan esinlenilmiş gibi duruyor. Şöyle ki Madde 12 ile "bu Kanun kapsamına giren suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini bildirenlere para ödülü verilir. Ödülün miktar, usul ve esasları İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirtilir" hükmü getiriliyor.
Cemil Çiçek'in bu madde ile ilgili yaptığı açıklamalar tam bir facia: Cemil Çiçek "terörle mücadelenin sadece bir devlet kurumlarının ve güvenlik güçlerinin bir işi olmadığını" söyledikten sonra ekliyor: "Herkes komşusuna, mahallesine sahip çıksın! Apartmanlara giren çıkanları kontrol etsin!" Linç olaylarının arttığı bir ortamda aman ne kadar sağduyulu ve kardeşliği arttıran bir açıklama!
Çiçek, partisinin lideri ve ülkenin Başbakanının daha bir yıl önce Diyarbakır'da ülkenin sağduyu ve kardeşliğin tesisine ihtiyacı olduğunu söylediğini unutmuş görünüyor! Daha bir-iki hafta önce Bakırköy'de patlayan bir bomba sonrasında "seyirci kalabalıklar"ın "yanlışlıkla" bir genci "terörist sanarak", tipini teröriste benzeterek linç etmeye giriştiklerini unutmayalım. Oysa o genç diğerleri gibi "seyirciler"den birisi imiş! Linç psikolojisinin yaygınlaştırıldığı topluma şimdi de bu linç psikolojisinin hukuki temeli sunuluyor. Doğrusu korkutucu bir husus: Bu madde dolayısı ile yakın zamanda bir sivilin bir başkasını linç etmesinden ve bunun üzerine de para ödülü almasından söz etmemiz bile mümkün olabilir!
Genel Değerlendirme
Yasalar Sadra Şifa Olamaz: 20 Yıl Süren OHAL bunu İspatlamadı mı?
Terörle Mücadele Yasa Tasarısının iler tutar, hukukla bağdaşır bir yanı yok. Şüphesiz ki amaçlanan 1991'de ilk çıktığı hali ile hukuksuzluğu hem Avrupa'da hem de halk nezdinde tescil olunan yasaya yine ayni aykırılıklar ile dönüş.
En vahimi de şudur ki; Yasa, yaşanan üzücü çatışmaları durdurmak ve eski acıları telafi etmek açısından hiçbir perspektif içermiyor. Aksine çatışmaları bırakınız durdurmayı, sivil gösterileri de terör çatışması hüviyetine dönüştürüyor. Bu yolla dağdaki çatışmaları "terörün kökünü kazımak" adına şehirlere, varoşlara yayıyor. Bu hali ile yasa adeta tüm ülkeye yayılmış Bir OHAL uygulaması yaratıyor.
Kürt Sorunu'nun daha ağır yasalar ile düzelebileceği hiçbir sosyal, kültürel ve siyasal proje ve paket yok. TMYT'nın "Adalet Bakanı" ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ile yapılan röportajlarda ısrarla "hükümetinin de kanun çıkartmak ile hiçbir şeyin çözülemeyeceğinin farkında olduğunu" vurguluyor ve ardından "hükümetin gönlünde de bölgeye yönelik sosyal, ekonomik ve kültürel bir atılımın" olduğunu dillendiriyor. Aslında bu sözler tümü ile, oligarşinin taleplerin karşısında suskunluğun ve omurgasızlığın, Diyarbakır'da vaat ettiklerini yutan bir acziyetin itirafı.
Ancak öte yandan kimse Cemil Çiçek'e hükümetin planladığı bu kültürel, siyasal, sosyal projelerin neler olduğunu sorma ihtiyacı bile duymuyor! Neymiş bu projeler öğrenelim! İki üç özel televizyona haftada iki saat Kürtçe yayın hakkı verdiği için paranoyalara boğulan bir sistemden bakalım nasıl somut, sadra şifa öneriler gelecekmiş! Oysa tüm bunlar hepimizin bildiği bir yalan! Bu sistemin en Kürt halkına ne Başörtülülere ne ezilen yoksul çoğunluğa verebileceği bir şey, vaat edebileceği bir ufuk yok! Kürt halkının kavmi kimliklerini tanımadan, halklara Türk olmayı bir amentü olarak dayatmaya son vermeden hangi yasa sorunu çözebilir ki? Baskıcı yasaların ne kadar işe yaradığını 20 yıldan fazla süren, iki nesil yetiştiren OHAL uygulaması ispatlamadı mı?
Evet, bu sistemin halklara sunabileceği hiçbir şey ama hiçbir şey yok! Bu yüzden ülkede egemenliğin gerçek merkezi olan oligarşi sıkıştıkça ısrarla tekebbür ve istikbar değneğine sarılıyor ve hukuksuzluğu hukuk adına dayatıyor! Bu yüzden Şemdinli'de herkesin gözü önünde hukukun çanına ot tıkanıyor!
AKP hükümeti ısrarla "Terörle mücadelenin demokratikleşmeye aykırı bir şey olmadığını, hükümetin güvenlik güçlerinin taleplerini karşılaması ve devlet güçlerini teröristlere karşı korumasının gayet doğal bir gereklilik olduğunu" söylüyor. Türkiye normal bir ülkeymiş gibi davranılıyor. Oysa burası adam kaçırma, faili meçhul, köy yakma, zorunlu göç uygulamalarının yaygın olarak gerçekleştirildiği bir ülke. Bu ülkede binlerce cinayetin failleri üstelik ucu birçok devlet görevlisine dayandığı, ispatlandığı halde hala bulunamadı. Bu ülkede yasadışı BÇG, JİTEM gibi uygulamalar ve derin devlet çeteleşmesi olağan uygulamalar. Bu ülke halkın potansiyel terörist, potansiyel suçlu olarak görüldüğü bir paranoyanın ideolojik çocuğu. Hukuka az da olsa saygısı olan biri itiraf eder ki bu ülkede korunmaya ve kollanmaya ihtiyacı olanlar paşalar ve yasal mermisi ile dolaşanlar değil aksine devlet karşısında korumasız bırakılan halktır! AKP halkın tüm bu taleplerine kulak tıkadıkça ve oligarşiye şirin görünmeye çalıştıkça aslında kendi mezarını kazıyor. Yaşanan tam bir siyasal körlük olgusu.
Yeni Terörle Mücadele Yasası'nın gerçek amacı "hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır" mantığı ile çatışma ve gerginlikleri tüm ülke sathına yaymak, tüm ülkenin düzenini olağanüstü hale çevirmektir. Burada yapılmak istenen, oluşacak gerginlik üzerinden oligarşiye güç devşirmektir, çatışmalardan rant sağlamaktır. Hükümet ve toplum üzerindeki dayatmaların kaynağı olan güçler bu yasadan da, ülkede tekrar çatışma ortamından da çıkar sağlamayı uman güçlerdir. Bu yasa, bu ülkenin tümüyle kendi gölgesinden korkan ideolojisinin, iç düşman paranoyası üzerine bina edilmiş bir mantığa sahiptir.
Öyle görünüyor ki geçtiğimiz yıldan bu yana Terörle Mücadele Yasası'nın değiştirilmesi konusunda hükümete ısrarla baskı yapan askeri oligarşi merkezinden birileri "teröristler"in artık ülkenin her yerine yayıldığını, bölgede ilan edilecek bir Olağanüstü halin yeterli olmayacağını ancak sıkıyönetim ilanı gibi bir tedbirin imkan dahilinde olmaması dolayısı ile "hukuki kılıfı oluşturulmuş" bir gizli olağanüstü halin tüm ülkede tesis edilmesinin "güvenlik güçleri açısından yararlı olacağını değerlendiriyor". Bu tümü ile halka karşı "hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır" mantığını yansıtıyor.
Oysa bu, bizzat TC sistemini birçok açıdan büyük bir çıkmaza sürükleyecek çok tehlikeli bir tırmanışın ilk adımı olarak değerlendirilemiyor. Hukukçular Terörle Mücadele Yasası ile ülkenin 1992'lere döndürüldüğünü söylüyorlar ama 1992'den daha beter bir durum ile karşı karşıya kalınabilir. Çünkü sokakta vur emri sadece Güneydoğu illeri ile sınırlı tutulmuyor artık, İstanbul'un varoşlarına dek ülkenin dört bir yanına yaygınlaştırılıyor. Oligarşi kendisini tekrar zirveye taşıyacağını umduğu patlama ile bizzat kendi varlığını tehlikeye attığını göremeyecek bir körlük ve acizlik içerisinde veyahut da denize düştüğünden yılana sarılmanın daha evla olduğunu "değerlendiriyor".
TMYT'na tüm muhaliflerin var güçleri ile karşı çıkmaları tarihsel bir sorumluluktur. Çünkü bu yasa tasarısı sadece yaşanan baskıcı politikalara yani geriye dönüş eşiği ve Şemdinli'de ortaya saçılan kirli sistemin hukukileştirilmesi girişimi değildir. Hukuku rafa kaldıran bir telaş ve acemilikle yazılan bu kanun tasarısı aynı zamanda oligarşinin hukuk tanımazlığını deşifre etmek için tarihi bir fırsattır da. Çünkü bu kez minare çok büyük, kılıfsa çok kısa!
Dipnotlar:
Terörle Mücadele Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Gerekçeli Tam Metin http://www.kgm.-adalet.gov.tr/tmk.htm
TGC Hukuk Danışmanı Av. Fikret İlkiz'in hukuki değerlendirmesi, BBC Türkçe Servisi, 22 Nisan 2006.