Yeni “Terör”le Mücadele Taslağı: Küresel Terörün Yerli Versiyonu

Bahadır Kurbanoğlu

Yeni Terörle Mücadele Kanunu (TMK) taslak tartışmaları Eylül ayının önemli gündemlerinden birini oluşturuyordu. Öneminin boyutları TCK'da daha önce yapılmış düzenlemelere, AB uyum yasalarına ve 3 Ekim takviminin hassasiyetlerine rağmen taslağın olağanüstü bir tarz ve hızla komisyonda "tartıştırılması"ndan ileri geliyordu.

"Tartıştırılma" tabiri, ortaya çıkan görüntünün niteliğinden ileri geliyor.

Genelkurmay, MİT, Emniyet vb. kurumların, Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilen eylemlerin yarattığı atmosferi de arkalarına alarak, Adalet Bakanlığı nezdinde uyguladıkları baskı sadece yerel şartlarla ilişkilendirilemez.

Nitekim önerilen taslakta yer alan ve basında çokça tartışılan pek çok madde ve fıkra TCK'da daha önce yapılan değişikliklerde zaten mevcut. Mevcut olmayan ve bugüne dek elde edilen kazanımları ortadan kaldıracağı düşünülen öneriler ise ABD ve İngiltere gibi ülkelerin başını çektiği "Uluslararası Terörle Mücadele Doktrini"ni içeren ve 11 Eylül'den bu yana fiili uygulamaları gerek BM, gerekse insan hakları örgütleri bağlamında çokça eleştirilen yaptırımları içermekte. Taslağın bu boyutu bir "çeviri" niteliği arzetmekte.

Tasarı ile ilgili olarak; kişinin bölgesel iletişim ve haberleşme olanaklarının sınırlandırılabilmesi; bir yerleşim yerinde veya bir yerde bulunmasının engellenebilmesi; CMK'dan farklı olarak, fotoğraf ve parmak izi arşivlenebilmesi; suç işlememiş kişilerin temel haklarında kısıtlama yapılması; fikir özgürlüğü ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması; 2 kişinin terör örgütü oluşturmada yeterli görülmesi; basınla ilgili cezaların artırılması ve para cezalarının ağırlaştırılmış hapis cezalarına çevrilmesi; şüphe halinde bireylerin potansiyel terörist muamelesine tabii tutulabilmeleri; tutukluluk sürelerinin 24 saate kadar uzatılması; kişinin ailesine haber verme ve savunma hakkından mahrum bırakılması; işkencenin önünün açılmasına sebebiyet verecek, pek çok hukuk dışı önerileri tartışmak mümkün. Hukukçular ve insan hakları kuruluşları da tüm detaylarıyla bunu yapmaya devam ediyorlar. Biz de önemli gördüğümüz birkaç boyuta dikkat çekmeye çalışalım.

Bunlardan ilki, iktidar mahfillerindeki söz ve fikir aykırılıklarıdır. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün açıklamalarında yer alan "kazanımlardan geri adım atılamayacağı"na dair ifadelerin, devlet geleneğinin sözcüsü konumundaki Cemil Çiçek'in açıklamalarıyla uyum arzetmediği ve aynı ayrılığın komisyon üyelerinin basına yansıyan tartışmalarında da gözlenmesi. Bir tarafta "terörle mücadele"de ellerinin kollarının bağlandığını ifade edenlerle, diğer tarafta yeni OHAL'in tüm ülke sathında, ülkeyi tel örgülerle çevirme anlamına gelebilecek uygulamalarının karşısında yer alanlar.

İlk soru şu olmalı; AB karşıtları ve AB yandaşları gibi görünen ayrışmanın asıl belirleyicileri acaba tartışmanın odağındaki kesimler ve onların konjonktürel hedefleri mi? Bu soruyu şu şekilde de açımlamak mümkün; Acaba taslağa karşı çıkanlar, AB'ye uyum sürecinin yara almaması gerektiğinden hareketle konjonktürel bir tepkiyi mi dile getiriyorlar; ve mesela aynı kesimler "Uluslararası Terörle Mücadele Konsepti"nde yer alan İslami ve İslamcı hedeflerle mücadeleyi de ABD, İngiltere, İsrail gibi ülkelerle işbirliği bağlamında onaylıyorlar mı?

TSK ve güvenlik güçleri sadece etnik milliyetçiliğin artan eylemliliği karşısında önlem arayışına mı gitmekte; yoksa kısa ve orta vadede yukarıda sözü edilen kesimlerle ortak bir stratejinin ilk adımlarını mı atmak istiyorlar?

Cemil Çiçek'in "onların teröristi tek, bizimse üç" açıklaması oldukça manidar.

Zira İslam ve İslami hareketler, bu mahfillerin gözündeki tek ortak sancı. Gücü, niteliği, niceliği, silahlı ya da silahsız oluşu mevcut taslak bu şekilde yasalaşırsa fazla bir önem arzetmeyecek. Zira açıkça İngilizce aslından çevirisini yaptıkları "terörle mücadele taslağı" ABD, İngiltere ve İsrail'le birlikte İslam karşıtı politikaların uluslararası niteliğini ortaya koymakta.

TSK ve istihbarat birimleri bir taşla birkaç kuş vurma amacını gütmekteler. Taslağın bu şekilde onaylanması, hem PKK'yla mücadelede uluslararası yaptırımları püskürtebilecek meşruiyet zeminini genişletecek; hem ortak düşman İslam'la mücadelede aynı yasal/meşru zeminde bir koordinasyona gidilmesini sağlayacak; hem de AB yolunda yara aldığı düşünülen rejimin kalelerini daha muhkem bir hale getirilecek.

Bu tabloyu Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP) perspektifinde düşündüğümüzde, uluslararası meşruiyet zeminini yakalamak çok da zor olmayacak.

Üçüncü Dünyacı Çelişkiler

Konunun bu cephesi saymakla bitmeyen çelişkiler içermekte. Bu ise rejimin "Türk kimliği"ni etnik kültürlerin ve İslami kimliğin yaşam hakkı karşıtlığına oturttuğu 80 küsur yıllık mazisinden tutun, (ki bu mazi siyasi tüm meselelere asayiş sorunu perspektifinden bakmaya alışkın reflekslerle doludur) son 25 yıllık süreçte içine düşülen İMF bataklığı, hayali ihracat ve hortumlarla ülke ekonomisini küresel güçlerin insafına terk eden yapısına; İsrail'le bölge halkları zararına girişilen ekonomi-politik ve askeri işbirliği ve GOP'un taşeronluğuna kadar, pek çok zincirleme ve iç içe ilişkiler ağını bünyesinde barındırmakta.

340 milyar doları bulan iç ve dış borç batağını sebep göstererek, 2 günlük faiz ödemesine eşdeğer Seydişehir Alüminyum'dan; Telekom, Erdemir ve TÜPRAŞ özelleştirmeleriyle, Irak dış politikasını ve GOP sürecini birbirinden bağımsız görmek ve çizilen "uyanık tüccar" resmine kanmak, sadece kısa vadeli aldatılmışlık değil aynı zamanda geleceğimizin ve nesillerimizin ipoteği anlamına da geliyor.

Bugün; "Ne yapalım borç ödüyoruz" mazeretine sarılanlar; yarın mesela GAP'ın suyunu ve topraklarını da satış ve özelleştirme kapsamına aldıklarında aynı mazeretleri üretecekler. Aslında yarını da beklemeye gerek olmadan Irak politikasında ve İslam ülkeleri nezdinde İsrail'in meşruiyetine taşeronluk rolüne soyunma zorunluluğunda da görüldüğü üzere, dün "terör devleti" olanlar bugün "dostlarımız"a dönüşebilmekte.

Elbette bu gidişattan çıkar sağlayan ve memnuniyetini gizlemeyen yerli odaklar da var; ve sorun bu odakların derin kararlarda belirleyici olmasıdır. Sermayenin ve çıkarların küreselleşmesi, ortaklıkların ve birleşmelerin (tröstleşmelerin) hızlanması kimin sermayesinin (ya da gücün) nereye aktığını flulaştıran bir görüntü arzetmekte. Bu gidişat mikro alanlardaki çıkar çatışmalarını bir kenara koyacak olursak ortak dostlar ve düşmanlar üretmekte. Tabii ki bu ortaklıklarda güçlü olanın lehine ve çıkarlarına uygun düzenlemelere gidilmekte.

Mesela bir ülkeyi işgal eden güçlerle aynı safta yer aldığınızda ya da yer almak zorunda olduğunuza insanları ikna ettiğinizde, onun düşmanı düşman, dostu dost olduğunda, tıpkı TMK'da olduğu gibi hiçbir fıtri, insani, hukuki, medeni boyutu hesaba katmadan bir "çıkarların uyarlanması" harekatına rahatlıkla girişebiliyorsunuz. Oysa onun "terörist"i kendi halkı değil. Onun "terörist"i sizin halkınız, komşu halklar. Tarihinizin ve dininizin sizi birleştirdiği halklar. Ümmetin bütünü. İngiliz, tanımında çok net; "benim teröristim ya da potansiyel teröristim Müslümanlardır" diyor. Ümmet parçalara ayrıldığından dolayı sizin teröristiniz bir'den üç'e çıkıveriyor; fark bunlar aynı zamanda sizin halklarınız.

Bu Üçüncü Dünyacı paradoksa rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü sözcüsü Ramazan Er'in, ''Emniyet teşkilatı olarak, AB ülkelerinde hangi sorumluluklar, görevler varsa bizim Terörle Mücadele Kanunumuzda yer almasını istiyoruz" şeklindeki istekleri de "medeni" talepler oluyor.

Peki o halde gerek işgalciler, gerekse işbirlikçileri nasıl bir meşruiyet zemininden hareket ediyorlar?

İşgalcilerin Terörle Mücadele Paradoksu

Gayr-ı hukuki ve gayrı insani olmak dışında hiçbir zemine oturmayan bu "Uluslararası Terörle Mücadele Doktrini" başta ABD'nin, devletin gerekli gördüğü hallerde dünyanın neresine olursa olsun, "tek yanlı" müdahale etme ve "düşman"ı kendi belirleyeceği zamanda "önceden vurma" hakkına sahip olduğu "Önleyici Vuruş" ve İsrail'in "Terörle Mücadele" doktrinlerinde olduğu gibi pek çok çelişkiyi bünyesinde barındırmakta.

Tasarıyı tartışanların da atıf yaptıkları şubat 2005 tarihli İngiliz kanunu gerek uluslararası hukuk açısından, gerekse İngiltere'nin konumu açısından tam bir traji-komedi.

Birincisi İngiltere İşgalci bir devlet. Tasarı, "... Uluslararası bir kuruluşun temel, anayasal, siyasî, hukukî, ekonomik ve sosyal yapısını bozmak yahut bu yapıyı ciddi şekilde istikrarsız kılmak amacıyla girişilen her türlü suç teşkil eden eylemler de terör sayılır." derken; aslında Irak'a saldıran ve ülkeyi işgal ederek BM Antlaşması'nın en temel düzenlemelerini ihlal eden ve uluslararası hukuk açısından suç işlemiş olan güçlere atıf yapmakta. Bu terör suçunu da ABD ve İsrail'le birlikte halen işlemeye devam ediyor.

1937 tarihli "Cenevre Sözleşmesi"ne göz attığımızda, "terör"ün tanımında şu unsurlara yer vermektedir: (1) Eylemler, kamu otoritesini veya kamu hizmetlerini engelleyebilecek veya değiştirebilecek veya milletlerarası ilişkilerde karışıklık yaratabilecek nitelikte olmalıdır, (2) Eylemlerde kullanılacak vasıtalar, şiddet, müşterek tehlike ve korku uyandırmalıdır. "Bu fiilleri işlemek için çete kurulması, bunun için kamuya çağrı yapılması"dır. Terör örgütlerinin en belirgin özelliği, yöntem olarak silahlı mücadeleyi, cebir ve şiddeti esas almasıdır."

Bu tanımdan yola çıkarak, sözü geçen fiillere göz attığımızda gerçek teröristlerin, Küresel İmparatorluk hayali peşinden koşanlar olduğu rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Uluslararası hukuk açısından bunların savaş suçlusu olarak yargılanmaları gerekir.

Bu bağlamı gözardı etmeden, Şubat ayında yürürlüğe giren İngiltere'deki terörle mücadele yasasının bazı önemli ve bizi de yakından ilgilendiren maddelerine göz atmakta fayda var. Nitekim İngiliz hükümeti mevcut yasaların "uluslararasılaştırılması" çağrısında da bulundu.

İngilizlerin Yeni Terörle Mücadele Yasası

Soğuk savaş dönemindeki yasal düzenlemeler, "İrlanda terörü" ve NATO konsepti çerçevesinde tehdit sayılan sol örgütlerdi. Diğer örgütlerle ilgili olarak sadece istihbari bilgiler tutulurken, onların uluslararası boyuttaki eylemlerine göz yumuluyordu. O dönemde İslami yapılanmalar da dahil olmak üzere örgütler açısından İngiltere görece rahat bir ortamı ifade ediyordu. Tabii ki bunda liberal ve pragmatik yasal düzenlemelerin önemli bir rolü vardı. Gerek İRA ile olan ilişkilerin seyri, gerekse değişen dünya konjonktürü çerçevesinde aralıklarla çeşitli düzenlemelere gidilmiş ve 1999'a kadar ki düzenlemeler sadece İrlanda ile ilgili olmuştur. 90'lı yıllar boyunca NATO konsepti çerçevesinde "paranoya"ya varan İslam düşmanlığı ve Müslümanlara dönük uygulamalar ilginçtir ki İngiltere'de önceleri çok fazla makes bulmamış; mesela batılı ülkelerin "terörist" ilan ettiği liderleri sınırdışı etmeyi reddetmiştir.

Ancak, 1998'te Bin Ladin'in ABD'yi tehdit etmesi, Afrika'da iki Amerikan büyükelçiliğine saldırması, Batılı ülkelerin de terör eylemlerine ne kadar açık olabileceğini göstermiştir. Ladin olayını takip eden günlerde İngiliz gazeteleri radikal İslam terörü üzerine son derece abartılı haberler yayınlamaya başlarken, bazı haberlerin yönlendirme amaçlı olarak belli bir kaynaktan hazırlandığı yönündeki ipuçları dikkatlerden kaçmamıştır. Bu çerçevede çok satan ulusal günlük gazetelerden Daily Mail'in "Müslüman Fanatikler Batılı Şehirlere Kimyasal Silah İle Saldıracaklar" manşeti; aynı gazetenin bir başka haberinde "Cihadın İngiliz şehirlerine geldiği ve İngilizlerin kitleler halinde cihadın kurbanı olacakları"; The Express gazetesinin "Müslümanların Kötü Niyeti: Londra'yı Bombalamak"1 şeklindeki haberleri, bu paranoya ortamını beslemiş, ABD'den de buna karşı önlem alınması yönünde baskılar gelmiştir.

Tabii İngiltere'deki görece rahat ortam Pakistan, Mısır, Irak, Suudi muhaliflerden tutun, etnik ulusalcı, milliyetçi, sol örgütlere kadar -diğer Batılı ülkelerden bile kaçan- zemin bulmalarına olanak sağlamıştır. Bu yönde AB ülkelerinden gelen baskılar da İngiltere'nin tutum değişikliğini artıran sebepler arasında sayılabilir.

Ancak daha önceki yıllarda basit düzenlemelere gidilerek üzerinde oynamalar yapılan yasanın, keskin ve çok köklü değişiklerle, özellikle de tüm sol, etnik, milliyetçi vb. hareketlerden ziyade tamamen Müslümanları (sadece el-Kaide benzeri direkt atıf yaptıkları örgütlerle sınırlı kalmadan) hedef alan bir tarzda yenilenmesi; ABD'nin İslam'a açtığı savaşta İngiltere'nin tutmuş olduğu saf ve Irak'ın işgalinde oynadıkları rolle bağlantılıdır.

Bu gelişmeler ışığında Yeni Terörle Mücadele Yasasına göz attığımızda, önceki düzenlemelere nazaran önemli ve keskin farklılıklar göze çarpmakta.

Bunlardan ilki "Terör"ün tanımının genişletilmiş olması ve muğlaklığı.

İkincisi, "yasaklanmış olan örgütlerin propagandasını yapmak, üye olmak, açık ya da kapalı alanlarda örgütün sembol ya da amblemini taşımak, örgüt adına kapalı ya da açık yerlerde üç kişiden fazla bir grupla toplantı, miting ya da gösteri yapmak, bu örgütler için yardım toplamak, yardım etmek, ya da yardım toplanmasına destek olmak" da dahil terör örgütlerine yardım sayılabilecek bir çok eylem terör eylemi sayılıyor. İngiliz hukuku uzmanlarına göre bundan sonra yasaklanmış bir örgütün sembolünü, renklerini taşıyan, ya da bir kişinin bu örgüte üye olduğunu ima edebilecek bir işaret taşıması dahi, bu kişiler hiçbir terör olayına karışmamış olsalar bile yeni TMY uyarınca sorgulanabileceklerdir.

Terörle ilgili suçlarda polis ve ilgili güvenlik güçleri bu yasayla diğer vakalarda olduğundan daha fazla güçle donatılıyor. Bu yetkiler durdurma, üst arama, çanta, valiz, eşya, araba, ev aramalarında karşımıza çıkıyor. En önemli genişleme ise gözaltında bulundurma ile ilgili. Yetkililerin bir şüpheliyi yasayı gerekçe göstererek 48 saat gözaltında tutma yetkileri var. Yeni yasanın eski düzenlemelere oranla getirdiği en büyük yeniliklerden biri de göz altına alma kararının bir yargıcın gözetiminde alınıyor olmasıdır.2

Görüldüğü üzere daha en temel maddelerinden itibaren alelacele yürürlüğe konulmak istenen taslak, İngilizce aslının kopyası.

Yerli istihbarat ve güvenlik birimlerinin terör tanımına "uluslararasılık" boyutunun eklenmesi talebi de oldukça gülünç. "Bir başka ülkeye yönelik eylem yapan gruplar 'terörist' sayılacak ve bunların Türkiye'deki uzantıları TMY'ye göre yargılanacak. Türkiye, söz konusu ülkeden de aynı tavrı bekleyecek." Oysa bu da İngilizlerin talepleri arasında; yani talep bile tercüme!

Tabii İngiltere'de de yasaya tepkiler gecikmemiş, Türkiye'dekilere benzer tepkiler orada da dillendirilmişti. Sivil toplum örgütlerinden bazıları;

 "Sizler bu tasarı ile hepimizi terörist ilan ediyor, dünyada devam eden bağımsızlık ve hak arama mücadelelerini de terörist olarak damgalayıp, insan haklarını ihlal ediyorsunuz. Bu tasarı yasalaşırsa Greenpeace gibi örgütler bile terörist sayılacak."

"Bu taslak daha önce yasalaşmış olsaydı Mandela hapisten çıkamazdı" şeklindeki endişelerini dile getirdiler.

Yasa çıktıktan sonra bu tepkiler daha da artmıştır. Basında yer alana yorumlara göre yeni Terör Yasası bir örgütün sembollerini taşıyan "masum" bir tişörtü giymek bile bir kişinin seri bir katilden daha kötü bir muamele görmesine neden olacaktı.

Bu tür örgütlerin dışında yasaya en büyük tepki Pakistanlılar, Araplar ve Müslüman gruplardan gelmiştir. Hatta bazı gruplar bu yasanın tamamıyla belli bir dine ve ırka karşı hazırlandığını, etnik milliyetçi bazı örgütlerin ise sadece "dekoratif" amaçlarla listeye eklendiğini öne sürmektedirler. Örneğin Müslüman Parlamentosu lideri Gıyaseddin Sıddıki "Yasa ile Asyalı İngiltere vatandaşlarının (Pakistan, Hindistan ve Bangladeş kökenliler) sindirildiğini öne sürmüştür. Birçok Müslüman sivil toplum örgütü de, yasaca terörist sayılan örgütlerin büyük çoğunluğunun 'radikal' İslami gruplar olmasından ve bunlardan bir kısmının İngiltere'de neredeyse hiçbir faaliyette bulunmuyor olmasından hareketle yeni yasanın ABD'nin ve bazı Ortadoğu ülkelerinin (örneğin İsrail) baskısıyla hazırlandığını öne sürmüşlerdir.3

İngilizlerin, Hizbullah'tan Selefi gruplara, İslami Cihad ve Hamas'tan, Keşmir'deki Mücahidin hareketine kadar, listesine aldığı 21 örgütten 16'sının İslami örgütler olduğu düşünüldüğünde, bakalım GOP çerçevesine giren ülkelerin yeni doktrinle ilgili tutumu ne olacak?

ABD ve İsrail'in işgal, sömürü ve katliam politikalarını yermenin; adı geçen kişilerin "hedef gösterilmeleri" bahanesiyle suç kapsamına sokulabileceğiniz ve terör örgütü olarak görülen grupların fikirleriyle örtüşen düşünceler serdettiğinizde aynı muameleye sorgusuz sualsiz maruz bırakılabileceğiniz taslağın; sivil toplum örgütleri, dernek ve vakıflarla birlikte, siyasi, askeri, uluslararası ilişkiler, ya da insan hakları gibi konularda yazan çizen kalem erbabını potansiyel suçlular listesine alıp, takibata maruz bırakacağı (daha doğrusu rahatlıkla yargılayabileceği) çok açıktır.

Aslı İngiltere'de yasalaşan, yürürlüğe giren ve fiili uygulama ve yaptırımları, Uluslararası Af Örgütü4 vb. kurumlarca sürekli takibata alınıp insan hakları ve uluslararası hukuk açısından eleştirilen TMK'nın; (ABD ve İsrail'in de baskılarıyla) Türkiye'nin önderliğinde belki de pek çok İslam ülkesinde yürürlüğe konulması potansiyel bir sorun olarak önümüzde durmakta. Biz yine de, hemen her konuda taşeronluk görevini büyük bir hevesle üstlenen iktidar mahfillerinin "basiretleri"nin bağlanması umudunu diri tutalım.

Dipnotlar:

1- Sedat Laçiner; "Yeni Terörizm Yasası: İngiltere PKK ve DHKP-C'yi Yasaklıyor mu?" Stratejik Araştırmalar dergisi, 2001.

2- A.g.m.

3- A.g.m.

4- www.amnesty-turkiye.org.

Uluslararası Af Örgütü'nün basın bildirilerinden örnekler:

"24 Ağustos'ta Britanya hükümetince önerilen ve kamu düzenini, ulusal güvenliği ve hukuk düzenini tehdit ettiği düşünülen yabancıları (Britanya vatandaşı olmayanlar) hedef alan yeni tedbirler temel insan haklarını ve Britanya'nın uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmektedir"

"İşlemiş olabilecekleri suç her ne olursa olsun, herkes işkence ve kötü muameleye uğramama hakkına ve bu tür muamele görme olasılıklarının bulunduğu bir ülkeye gönderilmeme hakkına sahiptir. Britanya hükümetinin insanları işkence görme risklerinin bulunduğu ülkelere sınır dışı ederken sözde 'diplomatik garantiler' istemesi, net olarak uluslararası hukukun ihlalidir."

"Bu yeni tedbirler, ayrımcı ve keyfi olmaları bakımından 2001 tarihli Terörle Mücadele, Suç ve Güvenlik Yasası'nın şimdi ilga olan 4. bölümünü hatırlatıyor."