Yeni Bir 'Milenyum'a Girerken

Ali Değirmenci

Işığımız karanlığın böğrüne değip kötünün, kötülüğün murdar suretini açığa vurdukça, künyemizin kalın çizgilerle çizildiğine şahit oluyoruz.

Gözümüzü bağlıyor ve kandilimizi tutuklamaya, tüketmeye çalışıyorlar. Susturmak, çarpıtmak, bastırmak için uğraşıyorlar; gönlümüzden, yüreğimizin ta derinliklerinden yükselen feryadı. Hatta bununla da yetinmiyor; açıkça suçlamaya da yelteniyorlar.

Sanki her şey iyiye gidiyor da engelleyen, karşı çıkan biziz. Sanki düşünen, kendini satmayan, insanlığına yabancılaşmayan, direnen ve inancını/umudunu yitirmeyen insanlar her şeyi kötülüyor ve baltalıyorlar. Egemen çevre ve anlayışlar eliyle sahih, güzel ve iyi olana sürekli karşı çıkılıyor, hak ve ulvi olanların kökü kurutulmak isteniyor.

Oysa, her alanda ve her anlamda deprem yaşanıyor; depremler devam ediyor. Ve onlar çıkarlarını tahkim edip deveyi hamuduyla yutarken, bizim "deprem"le birlikte yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyorlar.

Yaşadığımız ülke her geçen gün, yeni baskı, yasak ve eziyetlerle açık bir cezaevi haline getiriliyor. Özgürlükler neredeyse kökünden budanıyor. İnsan olmaklığımızla ilgili en temel haklar bile egemenlerin ve göz boyayıcıların marifetlerine rağmen nefes alamıyor, boğuluyoruz. Rızkımıza sürekli doymak nedir bilmeyen gözler, kirli eller uzanıyor. Eğitim haklarımız gaspediliyor. Örtümüze, inancımıza dil uzatılıyor. Dinle ilgili sapkın tasarılar, buyurgan projeler üretiliyor. Şehirler polis ve asker yoğunluğundan geçilmiyor. Dili farklı kardeşlerimize baskı ve tehcir politikalarıyla farklı bir etnik kimlik dayatılıyor. İnsanlar alenen kurşunlanıyor, kaçırılıyor, gözaltına alınıyor, ırzlarına tasallut ediliyor. Ekonomik tahakküm her alana yayılıyor; namussuzluk, pişkinlik, rüşvetçilik temel bir davranış kalıbı haline getiriliyor. Emperyalizm, uluslararası sömürü halkı acı reçeteler eşliğinde cendereye sokuyor. Cinnetlere, bunalımlara yol açıyor geçim sıkıntısı, işsizlik ve açlık. Cezaevleri düşünen insanlarla doldurulurken, Pakistan'ın darbeci generali el üstünde tutuluyor. Müslüman ve mazlum Çeçen halkı inanılmaz bir soykırıma maruz bırakılırken, katillerle en üst düzeyde işbirliği yapılıyor. Muhalif her ses bastırılıyor, itaatkar, uyumlu ve köle bir insan kitlesi oluşturulmaya çalışıldığı için, herkes korkunun krallığına boyun eğdiriliyor. Kirli ve kokuşmuş mekanizma; farklı, onurlu, güzel ve diri olan her şeyi, herkesi en acımasız bir biçimde öğütüyor, yok ediyor. Öyle ya Clinton bile Türkiye'yi önemserken/överken, yerli oyunbazlara hiç göz açtırılır mı? Hastanelerde rehin alınanları, gözaltında ölenleri, cezaevlerinde kurşunlananları, okullarının önünde küfredilip coplananları, çöp bidonlarından bir şeyler bularak açlıktan ölmemeye çalışanları, tinerci çocukları, sokak ortasında ırzına geçilenleri, evi köyü yakılanları, düşüncesi/inancı/dili/giysisi yüzünden horlanan ve suçlananları, evine ekmek bile götüremeyen emekçileri, kuyruklarda soğuktan ölenleri, kısacası insanlığın o öteki, acılı ve gerçek yüzünü kim takar? Kimin umrunda bunlar? Hepsi karanlık odakların, kökü dışarıda olan hainlerin, bozguncuların icadı, uydurması...

Yeni bir milenyuma girerken, her şey, her yer güllük gülistanlık... Elbette bu tablonun dünyanın birçok yerinde yansımaları var. Tarihi şimdilik onlar yazıyorlar çünkü ve onlar en pis, kirli, en korkunç zulümlere imza atarken bile "Bizler yeryüzünde sadece ıslah edicileriz." demekte selefleri kadar mahirdir.

"Asra andolsun ki insanlık hüsran içindedir."

Halk ve hayat; zincirlerinden kurtulabilmek için bizim ışığı ve umudu biriktiren, Kitab'ın nuruyla ışıldayan yüzümüze bakıyor yine de. Biz hep güzeliz. Buradayız. Diri, bilinçli ve muhkem. Biliyoruz ki, en kötü şartlarda bile kendine, yarına ve direnişe inanmayan kişi, korkularının, zaaflarının esiri ve bugünün kölesidir.