“Arap baharı” olarak adlandırılan isyanların ateşleyicisi seyyar satıcılık yapmakta olan bilgisayar mühendisi Muhammed Buazizi idi. Zaten işsizliğin zirveye çıktığı ülkesi Tunus’ta seyyar satıcılığa razı olan Buazizi, zabıtaların el arabasını devirmesiyle karşılaşınca artık yapabileceği bir şey olmadığına karar verip tek sermayesi olan canına kıyar. Olay, anında tüm ülke çapına yayılır. Olaya hükümet de ilgisiz kalmaz. Başta devrik lider Zeynelabidin Bin Ali olmak üzere birçok yetkili yaralıyı ziyaret eder. Fakat nafile, halk sokağa dökülmüş, olaylar çığ gibi büyümüştür. Bin Ali, hükümette yaptığı birtakım değişikliklerle ve sahte reform vaatleriyle olayları yatıştıracağını, iktidarını kurtaracağını zannetse de yanıldığını çok kısa zaman içerisinde görür ve Tunus’u terk etmek mecburiyetinde kalır.
Bu olay Tunus’la sınırlı kalmaz. Çok kısa bir zaman diliminde Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yayılır. Adeta bir domino tesiri gösterir. Başta Cezayir, Fas, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya, Ürdün ve Suriye gibi ülkelerde halk ayaklanmaları olur. Yönetimler panik içerisindedirler. İlk önceleri ABD ve Avrupa ülkeleri de olayları anlamakta zorluk çekerler. Tercihlerini bu kokuşmuş yönetimlerden yana koyarlar. Halkın protestolarının kitlesel bir boyut kazanması ve öfkenin beklenenden daha büyük olması bu ülkeleri, tercihlerini değiştirmek mecburiyetinde bırakmıştır. Daha önce müstekbir güçlerin sömürgesi olan bu ülkeler, efendileri tarafından iyi biliniyorlardı. O açıdan sömürgeci güçler çok çabuk manevra yaptılar. Bu kokuşmuş rejimlere, halkın tercihine saygı duymaları noktasında görüş belittiler. Kendi halkları tarafından zaten kabul edilmeyen yönetimler panik yaşadılar. Bu ülkelerden her birinde farklı gelişmeler oldu. Tunus ve Mısır’da halk isyanlarının sonucu despot yöneticiler devrildi. Bin Ali kaçtı ve Suudi yönetimine sığındı. Mısır Firavunu ise başta Suudi yönetimi olmak üzere, İsrail ve bazı devletler kendisine sığınma izni verdikleri halde ülkesini terk etmedi. Mısır’da kalmayı tercih etti ve kendi akıbetini bekledi. Mısır’da kafesler içerisinde Müslümanları yargılanırken görürdük, fakat Allah’ın lütfüyle bu sefer o kafeste Mübarek var. Bu genel vurgulardan sonra gelelim sorulara…
Bu isyan hareketinin başlamasında elbette iç dinamiklerin de dış dinamiklerin de yani küresel güçlerin de etkileri vardır. Çünkü devrimler veya toplumsal hareketler bir sebebe binaen oluşmazlar. Birden çok sebebe dayanırlar. Özellikle bu isyan hareketi içinde yer alan toplumsal çevreler, elbette her biri değişik saiklerle yer almışlardı. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan bu hareketlerin oluşmasında birçok gerekçe vardır.
Emperyalist güçlerce yapılan I. Dünya Savaşı bir paylaşım savaşıdır. Hasta adam olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu, sömürgeci güçlerin iştahlarını kabartmaktadır. Fransız Devrimiyle başlayan uluslaşma hareketleri ve bu hareketlere öncülük eden Batı’da eğitim görmüş garpzade aydınlar, sömürgeci güçlerin bir öncü gücü olarak İslam topraklarında rol almış ve rol oynamışlardır.
Savaşın galibi olan ‘İtilaf Devletleri’ İslam coğrafyasını adeta cetvelle ölçer gibi parçalara ayırdılar ve her birinin başına sömürgeci güçlerin menfaatlerini koruyacak, sözde kahramanlar getirdiler veya gelmelerine göz yumdular. Parçalanmış İslam coğrafyasında adeta mantar biter gibi ulus devletler türemeye başladı. Özellikle Ortadoğu’da neredeyse her bir kabileye bir devlet verdiler. Bu kabile devletleri, hem kendi halkları nezdinden hem de komşu ülkelerden gelecek tehlikelere karşı her biri bir garantör devlete sığındılar. Harita üzerinde sözde bağımsız olarak görülen bu devletler, kendi halklarının menfaatlerini gözetmekten ziyade Batılı efendilerinin çıkarlarını gözetip koruyorlardı.
Bu sözde bağımsız ülkelerin başına geçen her bir aile veya parti yöneticileri ölene kadar veya devrilene kadar iktidardan gitmiyorlardı. Örneğin, ben lise birici sınıfta 14 yaşında bir öğrenciydim. Yıl: 1969. Ben şimdi 56 yaşındayım. Muammer Kaddafi hâlâ devletin başında. Neyse ben bu yazıyı yazdığım saatlerde Kaddafi’nin iktidarının da devrildiğinin sinyalleri veriliyordu.
Bu iktidarların devrilmesinde iç dinamikler daha belirleyici olmuştur. En belirleyici dinamik, adil paylaşım ki, ülkelerin kaynakları adil bir şekilde paylaşılmıyor. Devletin başında azınlık bir kesim ki, eğer bu bir aile veya aşiret ise kabile devletidir. Başta kabile şefleri vardır. Eğer parti iktidarı ise -Irak ve Suriye’de olduğu gibi ‘Baas Partisi’- bu parti iktidarlarının olduğu ülkelerde mezhepçi bir anlayış var. Öyle ince hesaplar yapılmış ki, Irak’ta Şiiler çoğunlukta, Baasçı iktidar ise Sünni. Suriye’de Sünniler çoğunlukta, Baasçı iktidar ise Şii. Bunun doğal sonucu olarak bu iktidarlar kendi halklarına güvenmiyorlar. Bu güvensizlik ortamı, güçlü ve istikrarlı bir iktidar ortamı oluşturmuyor. Devlet halkın üzerinde ceberut gücünü göstermek için sürekli mazeretler üretiyor. Diğer bir sorunsal bu gibi ülkeler, kuvvetli ordular oluşturmazlar. Çünkü ordu halkın içerisinden çıkacağı için ona güvenmezler. Bunlar polis ve istihbarat/muhaberat devletidirler.
İsyan ateşinin yandığı bu ülkelerde, değişik toplum kesimleri yasal zeminlerde örgütlenmişlerdi. Özelikle ilk isyanın başladığı Tunus’ta, protesto hareketlerini yürüten gruplara baktığımızda değişik örgütlü güçleri görüyoruz. Bunlar sendikalar, muhalif partiler, gençlik örgütlenmeleri ve sosyal paylaşım siteleri vasıtasıyla yapılan örgütlenmeler… Ülkenin yasaklanan en büyük siyasal gücü en-Nahda ve bu hareketin yasal zeminde devamı olan örgütlenmeler... ‘Avukat, doktor, esnaf, mahalle, gençlik gibi…’ Ülke içindeki bu örgütlemelerin yanı sıra yurt dışında da muhalif örgütler çalışmalarını kesintisiz devam ettirmişlerdir.
Bu isyan hareketlerinin içerisinde yer alan grupların diğer bir avantajı da şiddete bulaşmamış olmalarıdır. Muhalif hareketlerin bu stratejileri geniş halk kesimleri nezdinde onları mazlum duruma getirmiştir. Ülkelerin başında bulunan bu zorba yönetimler, halkları sefalete sürüklemişlerdir. İşsizlik doruk noktada olduğu için insanlar bir gelecek endişesi yaşamaktalar. Toplum arasındaki adaletsiz paylaşım, sınıflar arası farkı daha belirgin bir hale getirmiştir. Halk fakirleştikçe fakirleşmiştir. Artık zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri olmayan halk yığınları adeta bugünleri bekler duruma gelmiştir. Patlama durumuna gelmiş bu halk yığınları, fitili ateşleyecek bir kibrit bekliyordu ki, Muhammed Buazizi fitili ateşledi ve malum olaylar zinciri yaşanmaya başladı. Zorba yönetimler ve yönetimlerin başında bulunan diktatörler bir bir devrilmeye başladılar.
Bu zorba yönetimlerin devrilmesinde dış faktörlerin rolüne gelince; konunun giriş bölümünde de izah etmeye çalıştığımız gibi büyük toplumsal olaylar birçok nedene dayanır, bir nedene değil. Bu sömürgeci güçler, vicdana geldikleri için uşaklarını terk etmemişlerdir. Olaylar ilk başladığında zorba yönetimlerden yana taraf olmuşlardır. Hatırlanacağı gibi, Tunus’taki halk ayaklanmalarının yaşandığı ilk günlerde Fransa, Bin Ali’den yana taraf olmuştu. Ve yine Mısır’da halk ayaklandığı zaman ABD Mısır diktatörü ve yönetimini ‘güçlü iktidar tecrübesi’ olarak tanımlamıştı. Mısır halkının dev kitlesel gösterileri, gösterileri yönlendiren organizatörlerin basiretli davranışları, bu yönetimlerin artık ömürlerini tamamladığının sinyallerini veriyordu. Dış güçlerin her ülke için farklı tutumlar sergiledikleri ve isyancıların kimi yerlerde menfaatlerinin örtüştüğü söylenebilir. Gerçekte dış güçler halkların iradesini kabullenmek mecburiyetinde kalmıştır.
İkinci sorudaki İslami hareketlerin isyan hareketlerindeki rolüyle ilgili şunlar söylenebilir: Bu olaylar halkı Müslüman olan ülkelerde oluyor. Yaşanan olaylar birçok nedene dayanmaktadır. Yani birçok şıklıdır. Diğer nedenler üzerinde zaten durmuştuk, burada İslam bir din olarak ve İslami hareket siyasal bir talep olarak bu tarihî toplumsal olayın motor gücü işlevi görmüştür.
Bu toplumsal olayda, Cuma namazı, başlı başına bir argüman. Hatta bu devrimlere Cuma devrimi dahi denilebilir. Özelikle Mısır’daki Tahrir Meydanı, milyonlarca insanı Cuma günleri misafir etti. Devrimler tarihine geçmiş büyük devrimlerden olan İran İslam Devrimi’nin önderi İmam Humeyni Fransa’dan Tahran’a döndüğünde, Tahran Havaalanından Beheşti Zehra’ya yürüyüşünde o büyük insan seli, İmam’ın sürgünden dönüşünü ve devrim’in ilanını kutlamıştı. O gün verilen rakamlara göre takriben 4 milyon insan toplanmıştı. Bu açıdan isyan ateşinin yandığı her ülkede İslami Hareket’lerin önemli bir rolü olduğuna inanıyorum. Mısır gibi İslami hareketin çok derin kökleri olan bir ülkede, İslami hareketlerin içinde olmadığı veya destek vermediği hiçbir toplumsal hareket başarılı olamaz. Bundan dolayı bu devrimler İslami hareketlerin bir başarısıdır diyebiliriz.
Peki, üçüncü soruda sorulduğu gibi Ortadoğu’yu nasıl bir gelecek bekliyor? Amerikan hegemonyası, Büyük Ortadoğu Projesi politikasıyla, İslam coğrafyasını yeniden dizayn etmek istedi. İslam coğrafyası, son yüzyıl içerisinde emperyalistlerin hedef tahtası haline gelmiştir. Çünkü yeraltı ve yerüstü kaynakları itibariyle büyük bir zenginliğe sahip. Endüstri devrimini tamamlamış olan emperyalist ülkeler, kendilerine ait olan kaynakları bitirmemek için bizim kaynaklarımıza gözlerini dikmişlerdir. Bir yandan madenlerimiz, diğer yandan enerji kaynaklarımızı elde etmek için her yolu deneyeceklerinden zerre kadar şüphe etmemeliyiz. Bundan dolayı, bizim coğrafyamız sorunlu bir coğrafya. Petrolümüz, doğal gazımız, zengin su kaynaklarımız ve madenlerimiz olduğu müddetçe bizi rahat bırakmayacaklar. Ama ben şuna inanıyorum, bugün Müslüman halklar, düne göre daha bilinçliler. Eğer Ortadoğu’da tarih değişiyorsa bu değişimin aktörleri Müslümanlar, yani İslami hareketlerdir.
Elbette yeni bir sürece giriyoruz. Bununla ne demek istiyoruz? Bu bir inşa süreci. İslami hareketler, bazı ülkelerde bizzat iktidar olacaklar bazı ülkelerde ise ana muhalefet olacaklardır. ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan ülkelerde her şey herc-ü merç olacak yani her şey yeniden kurulacak. O açıdan Müslümanlar kendi aralarındaki birliğe ve halkla olan ilişkilerine çok dikkat etmelidirler. Resulullah (s) Mekke’nin fethinde nasıl bağışlayıcı ve birleştirici olduysa Müslümanlar da öyle olmalıdırlar. Hizipçi, mezhepçi, dar görüşlü anlayışlardan uzak durmalıdırlar. Takriben son 40 yıllık tecrübeyi iyi değerlendirmelidirler. Büyük acılar yaşadık, Afganistan, Irak, İran, Lübnan, Mısır, Türkiye gibi… Örnekleri çoğaltabiliriz. Büyük düşünmeliyiz. Tarih insanlara her zaman fırsat vermiyor, toplumsal olaylar, toplumsal herc-ü merçler kısa zaman dilimi içinde olmuyor, takriben 40 yıllık 50 yıllık zaman dilimleri gerekiyor. Tarihî olaylara baktığımızda bunları rahat görebiliriz. Bu dönemde rol alan aktörlerin bu saikleri dikkate almaları gerektiğine inanıyorum.