Yaşamak Direnmektir!

Fatma Sel

"İnsanlar yalnız inandık demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar." (Ankebut 2)

Coşkuluyduk...

Kur'an'ın mesajını herhangi bir aracı olmaksızın anlayabileceğimizi öğrendiğimizde duyduğumuz, o ana kadar hiç hissetmediğimiz farklı bir duyguydu bu. Özlediğimiz, uğruna savaşmak istediğimiz bir hayatı bulmuştuk yeni elimize geçen kitapların arasında. Seyyid Kutub'la tanışmıştık, Ali Şeriati'yle, Mevdudi'yle. Bize şimdiye kadar din olarak sunulanın aslında Kur'an'ın ne kadar dışında olduğunu, zamanla içi boşaltılmış kavramların insanlara nasıl din olarak takdim edildiğini görmüş, şaşırmıştık. Büyük bir dayanışma oluşturmuştu aramızda. Kur'an'ın mesajının topluma yönelik olmasından, ümmet bilincini yerleştirmeye çalışmasından çıkarmıştık aramızda böyle bir dayanışma olmasının gerekliliğini. Belki toplumun en geneline sunma imkanımız olmayacaktı sahip olduğumuz düşünceleri. Ama yaşayacaktık. Tek başımıza kalsak da ümmet olma bilinciyle yaşayacaktık. Değil mi ki Allah Nahl 120'de İbrahim (A.S.)'dan bahsederken "İbrahim Allah'ı birleyerek O'na itaat eden bir ümmet idi, ortak koşanlardan değildi" buyurmuştu. Ve değil mi ki Rasulullah (s) bir kişi olarak başlamıştı toplumu dönüştürmeye. Hepimiz yalnız da kalsak üzerimize düşen sorumluluğu yapacaktık.

Sistemi tartıştık sonra. İslam coğrafyası üzerinde oynanan oyunları. Dört Halifeler döneminden sonra sistemde görülen yozlaşmanın nasıl bugünlere kadar taşındığını. Müslümanların içine düştükleri zaafları. Batı Şeria'da, Gazze'de, İsrail askerlerini taşa tutan, Afganistan'da Kızıl Ordu'ya karşı savaşan mücahidleri konuşmalarından eksik etmeyen müslümanların niçin kendilerine sıra gelince suskun kaldıklarını tartıştık. Sadece zulme karşı direnenlerin arkasında olmak, sadece konuşmak yetmiyor dedik. Üzerimizde oynanan çok perdeli bir oyun vardı; buna seyirci kalmamalı, alkışlayanlardan olmamalıydık. Belki Latı, Menatı yoktu ama yeni putları vardı; bugünün insanının putlaştırılmış sistemleri. Bir tarafta açlıktan insanlar ölürken diğer tarafta müslüman olduğunu söyleyen insanların her türlü lüks ve şatafatın içerisinde, putlaştırdığı sistemle uzlaşı içerisinde yaşamasına nasıl seyirci kalabilirdik. Elimizden geleni yapacaktık.

Ancak zamanla kopmalar başladı aramızda. Bazılarımız evlendi, bazılarımız üniversiteye devam etmek için farklı şehirlere dağıldı. Evlenenler o ana kadar taşıdıkları tüm kaygıları gençlik uğraşıları olarak değerlendirdiler ve çekildiler aramızdan. Artık evli olan insanın tüm sorumluluğu evi olmalıydı onlara göre. İnsanlardan, onların sahip olduklarından başka bir şey konuşulmayan ev sohbetleri arasında silinip gittiler. Arada bir karşılaştığımızda bizim farklı şehirlerde olduğumuz halde hala çalışmalara devam ettiğimizi öğrenince hüzünle karışık bir mutluluk duydular yaptıklarımızdan. Oysa ne kadar eleştirmiştik bir zamanlar başkalarının yaptıklarından mutluluk duyup, kendisine sıra gelince sessiz kalanları. Başkalarının yaptıklarıyla avunmak mutluluğun en kolay yolu olsa gerekti.

Farklı şehirlere dağılanlarımızın çoğu ise korktu bir şeyler yapmaktan. Büyük ideallerle gelmişti çünkü küçük şehrinden kalkıp buralara. İslam için çaba sarf edebileceği çok büyük bir alan vardı belki önünde, ama geleceğinin garantisi yoktu bu alana girince. Oysa yükselecek, "bireyselliğini ispat edecek, yalnız başına nasıl ayakta kaldığını gösterecekti O. Hiçbir-şey yapmadan okuluna gidip gelen sıradan bir öğrenci olmak da tatmin etmezdi O'nu. Felsefi, entellektüel çalışmalara daldı bu düşüncede olanlarımız. Bazı arkadaşlarımız Öyle noktalara geldiler ki mevcut sistemin meşruluğuna inanır oldular, sistem içinde yer aramaya başladılar kendilerine. Modernizm insan hayatında yadsınmaması gereken bir kavramdı onlara göre. Filistin sorunu, Keşmir sorunu, dünya müslümanlarının sorunu eskimiş gündemlerdi onlarca.

Sınandık kısacası, "İnsanlar yalnız inandık demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar" ayeti gereğince. Yalnız "inandık" demek, bir dönem uğruna çaba sarf etmek yetmedi bu sınanmadan galip çıkmak için. Allah'ın bizim için belirlediği dava, bir ömrü içine alacak kadar genişti çünkü. Birliği, beraberliği, dayanışmayı gerektiriyordu; yorulmayı, uykusuz kalmayı, ölmeyi. "Ben"in aşılması, tüm dünya müslümanlarıyla "bir yürek"leşilmesi demekti çünkü müslüman olmak. Allah ayetiyle de çizmemiş miydi bu tabloyu:

Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara Öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, Öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: 'Allah'ın yardımı ne zaman' diyecek olmuşlardı, iyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır. (Bakara,214)