-Her gün ölenlerin arasında yeni/den doğanlara-
Gün hep akşamlıdır.
Ve ölüme, öldükten sonra dirime yaslıdır yanağımızın biri sürekli. Göğsümüzde özenle berkittiğimiz her soluk; hayatın kimi zaman müthiş derecede sağır kimi zaman da alabildiğine duyarlı/hengâmeli görüntülerine çarpar: Gidenler olur, aramızdan usulca ayrılanlar. Ayrılırken içimizin en mutena yerlerini kanırtıp yaralayanlar. Bir çınar gibi kocaman bir boşluk bırakanlar... Ve bağıra çağıra gelenler olur aramıza. Sıkıntıyla, tasayla ve umutla, ışıltıyla, Beklentilerimizi, düşlediklerimizi bîr anda zehirleyenler, boğanlar, takas edenler olur. Vallahi acıtmaz göğsümüzü hırpalayan bir kurşun, gövdemize iz bırakan bir cop ya da bileğimizi morartan kelepçe. Boğazımızda düğümlenen, kanımızı donduran, gözlerimizi ansızın yaşartan burukluklar, acılar kadar. Sevincimizi kursağımızda bırakır; bizi arkadan vuran bir el, bizi satan bir dost kelâmı. Umut tarlasına dadanan bir ısırgan otdur ihanet. Yüz çevirenler, değişip başkalaşanlar, yollarını değiştirenler. Seyredenler. Seyrettirenler. Yine de tutunuruz biz ipine Rahman'ın. Yüzünü hem dünyaya hem de âhirde döndürerek dimdik ve yiğitçe duran güzel insanlarla beraber. Sözümüz kirlilik ve kekemelikten uzaktır. Yazımız münafıklar ve mürtedlikten nefret eder. Fahişe fikirli zorbalara ve soytarılara boyun eğmez; hiç kimseye hiçbir şey için yalakalık etmeyiz. Ömrümüzün her sayfasına incecik, zarif ve üretken izler bırakır, diretmişliğimiz.
Ömür, her insanın kendi tarihidir.
Ve özgürlük bizim mektebimizin ekmeği, hayatın içinde onurla devinen direniş ve salih amel ise bütün peygamberlerin mesleğidir. Onu sa'y ve sabır emzirir. Doğum haberi ve ölüm çığlığı eşliğinde, iki kutu arasında dönenen hayal kuşunun sesi, bukağılarını, zincirlerini kırdıkça güzelleşir. "Değer mi" deriz, din gününü unutup da bunca ifsad, zulüm ve tuğyan karşısında eğilmeye, ertelemeye, eğip bükmeye? Silkinir, bir ilmek daha atarız her sabah aydınlığın yumağına, karanlığın vesvesesinden, velvelesinden sıyrılarak. Sessiz fakat kararlı adımlarla yürür sabahı umut. Yaşamının anlam bulduğu, güzelleşme ve arınma inkılâbına durduğu yerleri görürüz. Meydanlarda bir ışık salkımı içinde yürüyen onurlu kızları, haykıran genç adamları. Düşüşle yıkılışlar arasında öreriz duvarını yarının. Kirine bulaşmadan alçaklığın, namussuzluğun, zulmün; biriktiririz hep birlikte şereflice yaşamanın kazanımlarını. Hayatın, dünyanın içinde, tam ortasında dururuz; dünyevileşmede. Kurda kuşa yem etmeyiz emeğimizi, ekmeğimizi, alın terimizi. Fazilet, Kitab'ın aydınlığında şavkıyan bir hikmet manzumesidir, bir bilinç ve iman izdihamı. Rezilliğe teşne olmak, vicdanını yutkunmak değildir asla. Kar, kış, tipi, boran elbette zorludur. Fakat kardelenlerdir baharın ilk muştucusu... Ve inancımız yüzdelere vurulacak kadar basit ve münzevi değildir bizim. Sözde kalacak kadar kof ve geçici değildir taleplerimiz. Örtümüz Meclis koridorlarında pazarlığa tutuşmaz. Ve kendini inkârda, kanaralaşmakta, elini, yüreğini, yüzünü gözünü kan bürümüşlerle yarışmaz elimiz. Biz inat ve inanla söyleriz türkümüzü, yağlı urgan boynumuzda yaralar açsa da.
Gün hep akşamlıdır. Ve şafağa gebedir her gece. Ve yaşam, şuncağız birşeydir.
Allah, günleri aramızda evirip çevirir. Ve ömür, âhirette de bizim en değerli sermayemizdir.
Yeter ki Allah elini çekmesin üzerimizden
Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir...