“Quid Rides? De Te Fabula Narratur”*
Yarının tarihine yöneliş büyük düşünceler ve büyük fedakârlıklar ister. Büyük varoluşlara kendilerini adayanlar var olmanın nimetlerinden de mahrum kalmayı göze alırlar. Ancak fedakârlıklar tek başına yeterli değildir. Birçok samimi çabanın hem usuli tutarsızlıklar hem de pratik yanlışlar neticesinde heba olduğuna çok defa şahit olmuşuzdur. Bir diğer göze çarpan manzara ise tutarlılık ve ilkelilik adına donmuş bir fıkhı, muttaki ve muvahhid kimlik diye sunma alışkanlıklarıdır. Sorunların çokluğu ortadadır. Sorunların sayısının çokluğu ve önerilen çözümlerin bir uçtan bir uca uzayıp gitmekle kalmaması çoğu zaman birbirini zemmetmesi de aslında bir geçiş dönemi içerisinde olduğumuzu gösteriyor.
Bu aşama Türkiyeli Müslümanlar açısından Kur’an’a yöneliş ve tevhidî bilinçlenme sürecidir. Bu bilinçlenme süreci belli sayıda insanın içerisinden geçtiği, tartışmalara katıldığı, bilinçlenmeden kaynaklı teorik ve pratik çabalar ortaya koyduğu bir süreç olarak yaşandı. Bilinçlenme çabaları sonsuza kadar devam mı edecekti? Teorik olarak evet fakat pratik olarak hayır? Hem evet hem hayır! Zamanın fıkhını kavramak için sürekli uyanık bilinç gereklidir. Pekiyi sorunlarla yüzleşmek için bilinçlenme çabaları yeterli midir? Hayır! Bilinçlenmeden sonraki adım bilinçle müdahale etme, yönlendirme, model oluşturma, modelleri çoğaltma, sınama, tekrar değerlendirme, tekrar sınama aşamalarıyla hayata, zamana, tarihe müdahaleye dönüşür. Böylece kanonik ve literalist okumalar vakayla yüzleşir, teori test edilir. Bu insani çabadır. Fıkhetme derinliğimiz, hikmetle iş yapabilme becerimiz ne derecede ise alacağımız sonuç da onunla paralel bir seyir izler.
Konfüçyüs, “İsimleri düzeltin, toplumları düzeltirsiniz.” demiş. Rabbimiz Maide Suresi 13. ayette aynı vurguyu yapıyor: “(Onlar) kelimeleri bağlamından kopararak tahrif ediyorlar.” O halde ne yaptığımızı tanımlamamız gerekiyor. Bunun için kavramsal bir düşünme biçimi inşa etmeliyiz. Türkiyeli Müslümanlar olarak kendimizi ve usulümüzü tanımlamada büyük bir boşluk içerisinde olduğumuz az çok tefekkürü adet edinmiş insanımız için apaçık bir gerçekliktir. Olumlu olumsuz birçok isim tanımlama amacıyla hem içerden hem dışarıdan kullanılmıştır. “Tevhidî Müslüman”, “Muvahhid”, “Radikal”, “Devrimci” gibi isimler kişilerimizin tanımlanmasında; “İslami Hareket”, “İslami Mücadele”, “İslamcılık”, “İslami Uyanış”, “İnkılabilik”, “Islah Hareketi” gibi tanımlamalarda hareketliliğin ifadelendirilmesinde kullanılmıştır. Kendisini, usulünü, tarih, toplum, siyaset değerlendirmesini tanımlayan, kimsiniz, nasıl bir ekolsünüz, ilkeleriniz ve usulünüz nedir diye sorduğumuzda bütünlüklü bir cevap alabileceğimiz yahut bununla ilgili bir makalesi, bir risalesi bulunan bir yapıdan söz etmek maalesef bugün yaşadığımız Türkiye şartlarında mümkün değildir. Bunun tek istisnası “İslami Kimlik, İlkeler ve Hareket” ismiyle Ekin Yayınları tarafından yayınlanan Haksöz ekolünün risalesi yahut kitapçığıdır. Bu zaaflı durum Türkiyeli Müslümanlar olarak kavramsal, bütünlüklü ve derinlikli bir anlayışa sahip olmadığımızı gösterir.
Kur’an-ı Kerim hem kendimizi, hem toplumu hem de hadiseleri tanımlamak için bize tutarlı ve derinlikli bir kavramsal çerçeve sunar. Bu kavramların en derinlikli olanlarından birisi de “ıslah” kavramıdır. Batı dillerinde “reform” ile karşılanan kelimenin Müslüman zihinde Batılı anlamda yeni/re bir biçim/form anlamına gelmediği açıktır. Islah bozulmanın karşısında inşanın en temel kavramıdır. Nahda (yeniden doğuş) Batılı zihinde Fransızca “Rönesans”, İngilizce “Rebirth” ile karşılanmıştır. Bizim “Uyanış” dediğimiz kavram Arap dünyasında “Şahve” ile ifade edilmektedir. Türkçe “Yenilenme” olarak ifade ettiğimiz kavram Arap dünyasında “Tecdid” ile ifadelendirilmektedir. Görüldüğü üzere birçok kavram farklı dünyalarda farklı anlamlara göndermede bulunur. Burada önemli olan Türkiyeli Müslümanlar olarak kendimizi eklektizme ve anlam farklılaşmasına düşmeden hangi kavramlarla tanımladığımızdır.
Bu kavramlar içerisinde bizim toplumsal algımızı, yönelişimizi, siyasal duruşumuzu üzerine temellendirdiğimiz temel bir kavram var. Bu kavram da “ıslah”tan türetilen “maslahat” kavramıdır. Maslahat kavramı genelde zihinlerde “maslahatçılık”, “maslahatçı insan” gibi tanımlamasıyla olumsuz çağrışımlar yaratmaktadır. Bu yanlış algıyı ortadan kaldırmak gerekiyor. Islahın toplumsal faydasını ifade eden maslahat, bize içtihadi olanın kapısını açmakla kalmaz aynı zamanda bizi entelektüel bir çabaya da zorlar.
Eğer herhangi bir İslami kavramlar sözlüğünü açıp bakmak zahmetini göze alacak olursak “maslahat” kavramının şöyle tanımlandığını göreceğiz: Kelime anlamı olarak fayda, yarar, doğru, düzgün, menfaat anlamlarına gelir. Istılahi olarak da ayet ve hadislerin yorumlanmasında hakkında nass olmayan mevzularda gözetilen, dinin temel esaslarına ve açık nasslarına mugayir olmayan faydaya maslahat denir. Usul kitapları maslahatı Mesalih-i Mu’tebere, Mesalih-i Mülga ve Mesalih-i Mürsele olarak üç kısma ayırırlar. Bunlardan Mesalih-i Mürsele ise Zaruriyat, Haciyat ve Tahsiniyat olarak ayrılır. Amacım burada kavramların ve tanımlamaların sayısını artırarak bunların ezberlenmesini teklif yada kafa karışıklığı oluşturmak değil, bizim asli kavramlarımızın, Fıkıh ve Kur’an usulü çalışmalarımızın, yine Makasıdü’ş-Şeria ve Makasidü’l-Kur’an çalışmalarımızın esasını teşkil eden bu kavramların öncelikle zihinlerimizde belirleyici yerlere oturtulması ve arkasından vakayı yani olgusal olarak siyaseti, tarihi ve toplumu değerlendirirken bu kavramların açtığı perspektifle değerlendirmeyi bir meleke haline getirmek zorunluluğumuz olduğunu hatırlatmaktır.
Dünün Muhasebesinden Yarının Bilincine Bugün
Kendi özel çevremiz ya da genelde toplumu düşünsel, ahlaki, akidevi ve siyasi olarak ıslah etme çabasındaki Müslümanlar olarak, Türkiye’de Kur’an’a yöneliş, tevhidî bilinçlenme ve uyanış süreçleri içerisinde çeyrek asrı çoktan aşmış bir tecrübeye sahibiz. Bu tecrübemiz, gelinen süreçte insan potansiyeli, bilgi birikimi ve etki alanı açısından gelişme kat etti ve bugün kanaatimce bütün zaaflı yönleriyle toplamdaki keyfiyetimizi de aşan bir noktaya ulaştı.
Bu çabalara emek veren, bunlar için çeşitli bedeller ödeyen insanlarımız farklı İslami yapılardan, çalışmalardan, farklı illerden ve kültürel yapılardan müteşekkil olarak bugünlere geldik. Geldiğimiz noktada usuli, siyasi ve toplumsal değerlendirmelerinde birbirine yakınlık duyanlar belirli birliktelikler oluşturdular. Çeyrek asrı aşan bu mücadele ve uyanış sürecimizde başladığımız nokta ile şu an bulunduğumuz nokta arasında bilgi birikimimiz, pratik mücadele usulümüz ve araçlarımızın yanında, içinde yaşadığımız toplumsal doku ve siyasi hayat açısından da önemli farklar oluştu ve olumlu gelişmeler yaşandı. Yaşadığımız dünyada ve hasetten ait olduğumuz Müslüman coğrafyalarda çok derin siyasal ve sosyal değişiklikler yaşandı ve hâlâ da yaşanmaya devam ediyor. Dolayısıyla biraz önce de ifade ettiğim gibi başladığımız noktada bulunmuyoruz.
Mücadele pratiğimiz ve yaygınlaştırmaya çalıştığımız usul ve din algısı açısından irtibatlarımız arttı, tanışıklıklarımız derinleşti ve bir ünsiyet meydana geldi. Bu, bizim açımızdan çok önemli. Bununla birlikte artık sosyal ve siyasal bilginin yarılanma ömrünün neredeyse günlerle ölçüldüğü günümüzde farklı yapılardan, farklı çalışmalardan ve farklı illerden gelmiş olmamızın pratikte çok fazla bir anlam ifade etmediği günlere eriştik. Kanaatime göre artık bu farklılık mevzusu iki sebepten dolayı altı çizilecek bir mevzu olmaktan çıkmıştır. Aksine çizdiğimiz çizgileri silmeyi gerektirecek bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bunun birinci nedeni Resul örnekliğini kuşanmakla yükümlü şahitler olarak içinde bulunduğumuz dünyadaki gelişmeler, bölge farkı gözetmeksizin hepimizi etkiliyor ve ilgilendiriyor. Hem iç siyasal değişiklikler hem de dış siyasal ve toplumsal dönüşümler için böyle... İkinci olarak da irtibatlarımızın artmış olması ve tecrübe ettiğimiz süreç içerisinde birbirimize olan ihtiyacımız, dayanışma ve birlikte var olma zorunluluğumuz yerellikleri çok fazla anlam yükleyemeyeceğimiz bir seviyeye düşürmüştür.
Farklı yapılardan gelmiş olmak artık sadece tarihsel bir durum olarak karşımızda duruyor. Bugün aynı şeyleri hisseden, aynı endişeleri taşıyan, aynı sorunlardan aşağı yukarı aynı şekilde etkilenen, eksik ve zaaflarıyla aynı usule yönelen insanlar olarak küçülen dünyada geçmiş farklılıkları sadece olumlu tecrübe pratikleri açısından paylaşabiliriz. Bundan başka bir anlamı kalmamıştır. Elbette ki, insanların geçmiş alışkanlıklarından, ilişkilerinden ve usullerinden çabucak kopması her zaman mümkün olmayabilir. Bu durum özellikle siyasal ve sosyal hareketler için daha çok geçerlidir. Öyleyse karşılıklı olarak birbirimizin eksiklerini, ufuk darlıklarını, teorik ve pratik zaaflarını giderecek bir dil ve yaklaşım benimsemek gereği izahtan varestedir. Ancak bu durum on yıllar öncesinde takılıp kalmayı, pratiklerimizi ve ufkumuzu hâlâ arkaik tartışmalar çerçevesinde yürütmemizi gerektirmiyor. Bugünümüzü, içinde yaşadığımız toplumu, siyasal atmosferi yeterince değerlendirdiğimiz, istişareye dayalı iş yapma becerilerimizi arttırdığımız takdirde, bu sorunlarımızı da kolaylıkla aşabileceğimiz kanaatindeyim.
Doğal olarak içinde yaşadığımız ülkenin farklı illerinde farklı atmosferleri soluyoruz. Farklılık olarak ifade edilen bu durum din usulümüzü farklılaştırmıyor. Sosyal ve siyasal şahitlik görevimizi farklılaştırmıyor. Bu gibi pratik konuların tecrübesine hepimiz sahibiz. Bir camia olarak birbirimizin hukukunu korumak, düşünsel ve pratik bütünlüğümüzü devam ettirmek, bunun yanında da yerel veya toplamda camia olarak bütünsel zaaflarımızı aşma noktasında birbirimize muhtaç olduğumuz açıktır.
Kendiliğindenliği Aşacak Örgütlü Çabaları Somutlaştırmak
Birlikteliğin her birimize yüklediği haklar ve sorumluluklar noktasında söylenmesi gereken birkaç noktayı da işaret etmek istiyorum. Birlikteliğimizin bugün itibariyle informel, kendiliğinden ve bireysel fedakârlıklarla büyüyen bir süreç içinde geliştiği herkesin malumudur. Bu kendiliğindenliği ve dağınık durumu aşmak içinse somut istişari birlikteliklere ve yapısal bütünlüğe muhtaç olduğumuz da malumdur. Bu verimli gerçekliği yapısal bir bütünlüğe, Rabbimizin “bunyanun mersus” diye nitelediği, düşünsel, ameli, ahlaki bütünlüklü, kaynaşmış, sağlam bir modele dönüştürmek sorumluluğu ile yüz yüzeyiz. Bu durum hem birbirimize tevdi edeceğimiz bazı hakları zorunlu kılıyor hem de bu hakların kullanılması noktasında sorumluluk yüklüyor. Yani birbirimiz üzerinde haklarımız var ve bu hakların ihkak edilmesi sorumluluğu da bizim üzerimizdedir. Birbirimizi uyarmaktan çekinmemeliyiz, uyarılan bu durumdan alınmamalı, bunun birbirimizin eksiğini tamamlamak anlamına geldiği bir ilke ve ahlak edinilmelidir.
Sorumluluktan kaçamayacağımıza ve birtakım haklarımızı karşılıklı olarak birbirimize tevdi ettiğimize göre, düşünsel derinliğimizi artırmak, pratik sorumluluğu üstlenmek, bu konularda yardımlaşmak hususunda hem ferdi hem de iller olarak daha fazla gayret sarf etmek zorundayız. Üzerine alınması gerekenler alınsın diye söylüyorum; 15 günde bir seminer çalışması yapmakla kendimizi İslami hareket olarak niteleyemeyiz. Örneğin, ilimizde üniversite var ve üniversite çalışması yapmıyorsak, İHL var ve biz orada yoksak, dergimiz çıkıyor ancak buna nasıl katkıda bulunurum, bir yazı kaleme alabilir miyim, abone bulup dergimi okutabilir miyim düşüncesini bir kenara bırak dergiyi alıp okumakta zaaf gösteriyorsak, kitap okumuyorsak, coğrafyamızdaki gelişmeleri ve iç siyasetteki değişimleri takip etmekte tembel davranıyorsak bu durumun çok konuşmayı değil, daha çok çaba sarf etmeyi, silkinerek ayağa kalkmayı gerektirdiğini hatırlamalı ve birbirimize hatırlatmalıyız.
İstişareye ehil çekirdek yapılar kurabilecek nitelikli insan sayımızın ne kadar olduğu, Türkiye’deki toplamımızın, birikimimizin ve etkimizin ne olduğu sorularına cevap bulmalıyız. Bu tespitleri yaptıktan sonra da bir adım öne nasıl yürüyebiliriz? Bunun fıkhını oluşturmalıyız. Kur’an çalışmaları ve sosyal şahitlik çabalarına vaziyet eden arkadaşlarımızın yeterlilikleri itici bir motor gücü oluşturmaktadır. Bu kişilerimizin sayısını ve niteliğini artırmak, irtibata geçebileceğimiz yeni insanları takip etmek önem arz etmektedir. Toplamda istişareye ehil, çalışma başlatacak, sürdürecek, kimlik ve yeterlilik açısından sorun yaşamayacak insan sayımızın az olduğunu ifade etmek bazılarımız için can sıkıcı olsa da benim kanaatim budur. Ancak burada şunu da ifade etmek gerekir ki, bu konuda Türkiye’deki verimli, sahih anlayış sahibi, mevcut İslami yapılar arasında siyasal ve sosyal analiz düzeyi en yüksek yapı olarak Haksöz ekolünü görüyoruz. Bunun en açık göstergesi son 4 yıl içerisinde ortaya koyduğu eylemlilik süreçlerinde hep en önde olmasıdır. Öyle ki kanayan coğrafyamız karşısında suskunluğu bir ibadet bilinciyle kuşanan İslami camiaları bir kenara bırakacak olursak, Türkiye içerisindeki seküler laik Türk-Kürt ulusalcı çevreler, sosyalizme öykünen sapmış “İslamcılar”, Gezici çeteler ve mezhepçi fırkacı militanlar IŞİD’den daha çok Haksöz camiasını tartışma konusu yaptılar. Bunu not ediyor fakat takılmıyoruz. Ancak burada örgütlü olmayı, siyasal analizi, toplumsal değerlendirmeyi en çok önemseyen yapı olarak, içe dönük bütünlüğümüzün yeterliliğini sorgulamak ve zaaflarımızı aşmak için çaba sarf etmeliyiz.
Ülkede yaşanan siyasal hadiselerden, -mesela Kürt Sorunu, AK Parti ile ilişkiler gibi- çokça tartıştığımız ve tartışmaya devam edeceğimiz konularda, benzer şekilde yanı başı coğrafyamızda yaşanan savaşlar, bunların aktörleri karşısında aldığımız ve almamız gereken tutumlarla ilgili sorunlar da yaşadık. Bu gibi hususlarda tepkilerimizden, eylemlerimizden ve açıklamalarımızdan önce bu konuları istişare etmek ve bütünlüğümüze, moral motivasyonumuza halel getirecek durumlardan uzak durmalıyız. Çünkü durumdan vazife çıkarmak isteyen fitne çevrelerinin hazır kıta beklediğini unutmamalıyız.
Toplamda gelip geçici siyasal ve sosyal durumları merkeze alarak değil, uzun soluklu yürüyüşümüzü gürbüzleştirecek, istikametimizi kavi kılacak, kendi çevremizin ve genel olarak da Müslümanların maslahatını önceleyen bir yaklaşım içerisinde olmalıyız. Önümüzde açılan özgürlük alanlarını, farklı Müslümanlarla tekil veya camia olarak ilişkiler kurmayı, zamanın fıkhına uygun araçları müdahaneye düşmeden kullanabileceğimizi unutmamalıyız. Düşüncemizi büyüttüğümüz oranda pratik eylemlerimiz ve amellerimiz de büyüyecektir.
Farklı bölgelerdeki çalışmalar arasındaki irtibatı, sadece seminer davetlerine iştirak eden ağabeylerimiz ve büyüklerimiz üzerinden kurma zaafından kurtulmalıyız. Bunun için bölgesel istişare mekanizmaları, dar çerçeveli sık istişareler, ortak usuli ve siyasi eğitim toplantıları tertip etmeliyiz. Nitelikli insan sayımızı ancak bu şekilde artırabiliriz. Farklı bölgelerdeki çalışmalara kurumsal desteğimizi göstermeliyiz. Onları kendi kaderleri ile baş başa bırakmamalı; kendilerini yalnız hissetmelerine sebep olmamalıyız. Doğal önderlikler çerçevesinde şekillenen çalışmalarımızı öncü istişari ekipler üzerinden kurmak için çaba göstermeliyiz. Bu örgütlülükleri kurumsallaştırmalıyız. Birliktelik hukuku birlikte yol yürüyebileceğimiz nitelikli arkadaşlarla, birbirini gözeten, birbirinin derdiyle dertlenen insanlarımızla somutlaşacaktır.
Hangi araçlarla olursa olsun bugünlere getirdiğimiz mücadele zeminini,-pratik olarak dernek veya sivil toplum kuruluşu mantığı içerisinde sürdürmediğimiz ancak dışsal olarak dernekçiliğe işaret eden- formattan çıkararak, bir hareket algısı içerisinde büyüteceğimiz vizyona yönelmemiz gerekir. Bunun, hem isim hem de yapı olarak, düşünce ufkumuzu, pratik mücadele zeminimizi geliştireceği, aidiyet ve motivasyonumuzu artıracağı kanaatindeyim. Bu anlamda insanlarımızın bazılarının hâlâ kendilerini ifade etmekte sıkıntılar yaşadığı kendi gözlemlerim arasındadır. Dünyadaki örgütlü İslami mücadele örneklikleri ve İslami hareket yapıları bizim açımızdan yeterince öğreticidir. Bu anlamda derneklerimiz, vakıflarımız bizim ufkumuz olmamalı. Bugün bizi taşısa da gelecekte taşımayacağı kanaatindeyim. Daha bütünlüklü bir hareket olmayı, bunun gerektirdiği insan kalitesini ve araçlarını üreteceğimiz vasatı tartışmalıyız.
Özgür Bir Gelecek İçin
Toplumu ıslah etmek onu vahyin terbiyesine çağırmak demektir. Aynı şekilde siyasete ve siyasetçilere de ıslah dili ve düşüncesi çerçevesinde yaklaşmalıyız. Bu konuda İbrahim’in (a) müşrik bir toplumda ilah tasavvurunun tadil edilmesi ve yeniden inşa edilmesi örnekliği bizim için ne kadar öğretici ise Musa’ya (a) Rabbimizin Firavun’a giderek onu yumuşak sözlerle uyarmasını emretmesi, Mısır putperest toplumunda Yusuf’un (a) kralları yani firavunları hem de onların sarayında uyararak yönlendirme çalışmaları da siyasetçilerin, yöneticilerin uyarılması örnekleri olarak son derece öğreticidir. Kaldı ki, bugünkü yöneticiler ile firavunları kıyaslamak başlı başına bir yanlıştır.
Müslümanların Kur’ani bilinçlenme ve uyanış süreci, tecdide yönelerek ıslah yolunda maslahat ile yürümektir. Islah ve inşa çabalarını mevzi mevzi, öbek öbek modelleyerek irtibatlı birliktelikler oluşturmak gerekir. Şura, rızaya dayalı yönetim, hakların ikame ve tevdi edilmesi, sorumluluk ve gereklerini yerine getirme süreçlerini kendi aramızda işletemezsek toplumda ve dünyada da bunu modelleyemeyeceğimizi unutmamalıyız. Özgürlüğümüzü, kimliğimizi, varlığımızı emek vererek ve bedel ödeyerek kazanabiliriz ve inşa edebiliriz. Müdahale etmeyen reddiyecilik, arkaik tartışma entelliği, bedel ödemeyen ucuzculuk, emek verilmeyen bedavacılık devrinin bittiğini görmemek için kafayı kuma gömmek bir yol olabilir. Ancak her kafayı kuma gömenin gerisinin dışarıda kaldığını da unutmaması gerekir. Öyleyse ütopyacı spekülasyonlara hayır! Duyarlılıklarımızı politik etkiler haline getirebilirsek eylemlerimizin sonucunu görebiliriz.
Literal zahiriciliğin, arkaik ilkeselliğin lüzumsuzluğu ne kadar ortadaysa eklektik zihnin ve onun ürettiği kimliksiz duruşun zaidliği de o kadar açıktır. Ortak bir tarihin mirasçılarıyız ve birlikte yazacağımız ortak bir tarihe yöneliyoruz. Değerlerimizi, özgürlüğümüzü, kimliğimizi, cemaatimizi ve büyük İslam topluluklarını emek vererek kuracağız. Rabbimizin yürüyüşümüzü mübarek ve bereketli kılmasını diliyorum.
* “Ne gülüyorsun. Anlattığım senin hikâyendir.” (Horatius)