1994 mahalli seçimleri öncesinde medya desteğiyle başlatılan RP aleyhtarı kampanyanın sembol isimlerinden birisi de Hasan Mezarcı idi. Kampanyanın yoğunlaşmasına paralel olarak, yasama dokunulmazlığı kaldırılan RP milletvekili Hasan Mezarcı, Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanmıştı. Davanın başlamasıyla birlikte, Ankara'da 5 vatandaş, "Hasan Mezarcı'nın Atatürk'e hakaret ettiği, Atatürk'ün kendilerinin de babası sayıldığı" dolayısıyla, manevi tazminat davası açtılar. Davacılardan "İmam-Hatipli" olan biri, pişmanlık duyarak davayı takip etmekten vazgeçti. Devam eden davalarda, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, dava açanların Atatürk ile bir nesep bağının olmadığı dolayısıyla "taraf ehliyetleri"nin bulunmadığından bahisle, Hasan Mezarcı aleyhinde açıları manevi tazminat davasın: reddetti. Davası reddedilenlerin temyizi üzerine dava dosyası Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'ne intikal etti, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de son yüzyılın en ilginç kararlarından birini verdi.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından verilen söz konusu karar, çok geçmeden tartışılmaya başlandı. Yargı kararı biçimsel anlamda, "ihtilaflı konuları, ihtilafları sona erdiren" bir tasarruftur. Öyle de olması gerekir. Ancak verilen karar yanlış olursa, tam tersine, yeni yeni tartışmaları başlatabilir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin bu kararı da, içeriği itibariyle, tartışmayı sona erdiren değil, tartışmayı başlatan bir özellik taşımaktadır. 60 milyon Türk vatandaşının (ve ileride doğacak olanların tümünün), içtihatla gelen bu babalığı kabul etmediği, Anayasa'da ve Ceza yasalarında Yargıtay içtihadına uygun "uyum yasaları" çıkarılmadığı veya bu içtihattan dönülmediği müddetçe, bu tartışmanın kolay kolay bilebileceğini de sanmıyoruz.
Olayın özü şu; "Atatürk 60 milyon Türk ulusunun atasıdır." "Bu babalık, sözde bir babalık değildir." "Her Türk vatandaşı, Atatürk'e hakaret edildiği takdirde hakaret eden aleyhine, aynen babasına hakaret edilmiş gibi, Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunabileceği gibi, ayrıca duyduğu üzüntü nedeniyle, o kişi aleyhine manevi tazminat davası da açabilir." Yani, 5816 sayılı yasadan hüküm giyen bir Türk vatandaşı aleyhine, diğer bütün Türk Vatandaşları, manevi tazminat davası açabilir. Yargıtay'ın bu içtihadıyla. 5816 sayılı yasaya muhalefet eden vatandaşlar, 1-2 yıl ağır hapis gibi ceza tehdidi yanında, artık, trilyonlarca liralık manevi tazminat tehdidi altındadır.
Görüldüğü gibi, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin bu içtihadı, Hukuk düzenindeki bütün taşları yerinden oynatacak niteliktedir. Karara ve gerekçelerine bakıldığında, Türkiye'de Yargının en yüksek mevkiinde bulunan bir kurumun verdiği bu kararı "kastı aşan bir yorum" veya içtihat hatası" olarak değerlendirmek mümkün değildir. Bu kararla, Atatürk, bütün Türk ulusunun neseben atası ilan edilmiştir. Aksi takdirde, 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanununa muhalefet eden biri aleyhine, her hangi bir vatandaşa dava açma hakkı verilmezdi!
Müvekkil Hasan Mezarcı'nın, yargılanmakta olduğu mahkemelerde, olayı karikatürize eden şu açıklamaları da önemlidir. ''Yargıtay, bu kararıyla tarafsızlığını yitirmiştir. Anayasa'ya göre, hakimlerin babalarıyla ilgili bir davaya bakmaları yasaktır. Dolayısıyla, babalarıyla ilgili bir konuda yargılama yapamazlar, davadan çekilmek zorundadırlar. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, bu kararıyla, 60 milyon kişiye, benim aleyhime dava açma hakkı veriyor. Sonuç olarak, Yargıtay'ın, 60 milyon kişiye beni boğdurmaya çalışması yargı teröründen başka bir şey değildir". Asıl hatalı olan, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin kararıdır. Ancak uygulamada, terfileri, verdikleri kararların onanmasına bağlı olan hakimlerimiz, Yargıtay'a karşı direnememekte, verdikleri kararlar yanlış da olsa, uyma yolunu seçmektedirler.
Yargıtay'ın bu kararıyla, yasalarda ve usul hukukunda, uyumsuzluk meydana gelmiştir. Bildiğim kadarıyla, bütün vatandaşlara dava hakkı tanıyan böyle bir düzenleme dünyada ilktir. Bu içtihadın varlığının devamı halinde, yargılama hukuku yeniden düzenlenmeli, sadece 5816 sayılı Atatürk'ü koruma kanunu için istisna getirilmeden, her bir vatandaşın nasıl "tarat ehliyeti"ne sahip olduğu açıkça ortaya konmalıdır. Sevilmeyen birini kanunla sevdiremezsiniz. Zaten sevilen bir insan için özel kanun çıkarmak kadar mantıksız bir şey olamaz. 5816 sayılı kanunun kabulü sırasındaki mecliste yapılan tartışmalara ve muhalefete rağmen, bu kanunun çıkmasına engel olunamamıştır. "Atatürk'ün büstlerine saldırıyı", ve "ulu orta Atatürk'e sövmeye karşı" çıkartıldığı söylenen bu kanun, pek çok olayda, yasanın metnine ve ruhuna aykırı olarak uygulanmıştır. Atatürk'le ilgili tarihi olayları yazanlar, bu yasadan hüküm giymişlerdir. Saygı duruşunda bulunmadı, diye hüküm giymişlerdir, Sınav kağıdındaki görüşlerinden dolayı lise öğrencileri dahi yargılanmışlar, hatta hüküm giymişlerdir. Velhasıl, onlarca yıl, binlerce kişi bu yasaya muhalefetten hapis yatmıştır ve bu tehdit artarak devam etmektedir.
Yargıtay içtihadıyla getirilen bu yoruma dayanarak birileri, bir gün, Türk'ün kurduğu Türkiye İş Bankası'nın: Cumhuriyet Halk Partisi'ne intikal eden hisselerinden, babalarının, oradan da kendi payına düşen hisseyi almak için Türkiye İş Bankası aleyhine dava açarlarsa veya "Babalığın Reddi" davası açarlarsa, hulasa 60 milyon kişiyi birbiriyle mahkemelik yapan bu anarşinin, karmaşanın ve komedinin sorumluluğunu kim üstlenecek? Milyonlarca dava yükünü hangi yargı teşkilatı nasıl kaldıracak? Ülkenin yarısını hakim savcı ve mübaşir mi yapacağız?
Atatürk ilke ve inkılapları Anayasa'nın dibacesine işlenmiş. Atatürkçülük bu devletin "Resmi ideolojisi" olarak kabul edilmiş. Hukuk Devleti yönünde adımlar atmak yerine, bu yorumlar keskinleştiriyor. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin bu kararı da, açıkça bu ideolojiyi bütün topluma dayatma yönünde örnek oluşturuyor. Bu ülkede, resmi ideoloji adına yapıldığı takdirde, hiç bir şeyin sorgulanması mümkün olmuyor. Çıkarlarımız gerektirdiği takdirde, Hukuk Devleti'ne istisna getirebiliyoruz, Demokrasiye de laikliğe de!..
Elinde yetki ve güç olan, "Atatürk'ün bu konudaki görüşü budur!" diye ahkam kesiyor, uyguluyor... Mümkün olsa, ülkenin yarısından fazlasını sınır dışı edecek! 20. yüzyılın oldukça uzağında, olmazların yaşandığı, masal dünyasını andıran garip bir ülkede gibiyiz...
Bütün bunlardan sonra insanın aklına, son günlerde moda olan bir şarkının dizeleri geliyor;
"Ben sizin babanızım, Ben ne dersem o olur!"...