13 Aralık Cumartesi günü Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde İDKAM tarafından ''Yargıda Keyfilik ve Sivas'a İdam" başlıklı bir panel düzenlendi.
Programın başında, Sivas tutsakları adına, idama çarptırılan Cafer Tayyar Soykök'ten ve Sivas Çizgi Kitap Kulübü'nden gelen ve idamlar hususunda sergilenen duyarlılığı tebrik edici fakslar okundu.
Yöneticiliğini Vahdettin Işık'ın yaptığı panele konuşmacı olarak Av. Cüneyt Toraman, araştırmacı-yazar Mehmet Pamak ve Ali Değirmenci katıldı. Yönetici Vahdettin Işık, Türkiye'de 28 Şubat sürecinden bu yana yaşanan; İHL ve Kur'an Kurslarının kapatılması, Nurettin Şirin'e verilen 17,5 yıllık ceza, üniversitelerde yaşanan başörtüsü yasağı, Sivas'a verilen 33 idamın birlikte düşünüldüğünde daha anlamlı olacağını vurguladı ve ilk olarak Sivas'ta yaşanan olayların arka planını ve gelişim sürecini aktarması için sözü Ali Değirmenci'ye verdi.
Ali Değirmenci, Sivas olaylarının, Aziz Nesinin Salman Rüşdi'nin hakaretlerle dolu olan "Şeytan Ayetleri" kitabını "Aydınlık"ta yayınlaması ve müslümanların birçok şehirde gösterdikleri tepkilerin bir yansıması olduğunu belirtti. Pir Sultan Abdal şenliklerinin, dönemin Sivas valisinin de bastırmasıyla her yıl olduğunun aksine Banaz Köyü'nden Sivas merkeze taşındığını ve zaten müslümanların Aziz Nesin'e olan kininin bu olayla birlikte daha arttığını ifade eden Değirmenci, Aziz Nesin'in Sivas'ta yaptığı kışkırtıcı konuşmalarla gerginliğin had safhaya çıktığını ve doğal bir tepkinin oluştuğunu, son olarak Cuma namazından çıkan kalabalığın önce olayın asıl müsebbibi olan valiliğe doğru harekete geçtiğini, bir süre valiyi protesto ettikten sonra, şenliklerin düzenlendiği Kültür Merkezi'ne yöneldiğini, bu esnada Madımak Oteli'nde Aziz Nesin'in olduğunu haber alan kalabalığın otele doğru harekete geçtiğini belirtti. Fakat otelin önünde saatlerce bekleyen kalabalıkta, bir kısım yetkililerin açıklamalarıyla içerde insanın bulunup bulunmadığı konusunda şüpheler oluştuğunu belirtti. Mesai çıkışıyla birlikte 30-40 bin kişinin otel önünde biriktiğini ve Arif Sağ'ın olduğu söylenen bir otomobilin yakılmasıyla, rüzgarın da etkisiyle ateşin otele sıçradığını ve kesinlikle otelin direkt olarak yakılmadığının üzerinde durdu. Ve sonuç olanak ölen insanların hiçbirinin yanarak ölmediğini, boğularak öldüklerini, yaygın olarak yanarak öldürüldüler söylemin gerçek olmadığını ifade etti.
Değirmenci, konuşmasını şöyle noktaladı: "Olay esnasında 1 kişi hariç hiçbir gözaltı olmadı. Daha sonra şehirde sokağa çıkma yasağı uygulandı ve bu yasak esnasında, gammazlamalar ve ispiyonlarla insanlar bir bir evlerinden toplandı. Yaklaşık 4 yıl süren bu davanın sonucunda Madımak Oteli'nin adeta Meclis binası gibi algılanarak verilen idamlar bizleri yıldırmamalı direncimizi kırmamalı"
İkinci olarak, olayların hukuksal boyutunu aktarmak için Av. Cüneyt Toraman söz aldı.
Toraman, kararın kesinlikle hukukla izah edilemeyeceğini ve içinde bulunduğumuz konjonktürle alakalı olduğunu belirtti. Toraman, davanın noktalandığı dönemi gözönüne aldığımızda 28 Şubat sürecinin hemen akabinde Yargıtay'ın yönlendirdiği biçimde, 10 binlerce insanın katıldığı bir olayda, adeta ölen insanların sayısı kadar -ki ilk açıklamalar göre 33 kişi öldüğü belirtilmişti- insanın idama çarptırıldığını bunun bir tesadüf olmadığını belirtti. Netice itibariyle olayın gelip sistem sorunda tıkandığını vurgulayan Toraman, sistemin kendi koyduğu kanunlara bile riayet etmediğini ifade etti.
Toraman, müslümanların bu karar konusunda ne yapılacağı hususunda sorulan soruya, "hukuksal olarak pek bir şey yapamayız. Çünkü karar siyasidir. Fakat en basit olarak 10-15 bin kişi imza toplayarak 'evet biz de katıldık bizi de yargılayın' diyebilir ve bunun gibi birçok şeyin geliştirilebileceğini düşünüyorum" diyerek konuşmasını noktaladı.
Son konuşmacı Mehmet Pamak'da olayın insan hakları boyutunu irdeledi. Bu kararın hukuk açısından tam bir skandal fakat sistemin işleyişi gözönüne alındığında normal bir karar olduğunu ve sistemin temel karakteristiğinin bir göstergesi olarak algılanması gerektiğini ifade etti. Netice olarak esas çelişkinin tevhid-şirk çelişkisi olduğunu ve tevhidin müslümanların eliyle ikamesiyle zulmün giderileceğini belirtti.
Pamak, sistemin sindirme amaçlı baskılarına karşı müslümanların tedbirler alması ve daha sağlam birliktelikler kurarak hak ve özgürlüklerine sahip çıkması gerektiğini vurguladı. Müslümanların insan haklan mücadelesinde yapılacak ek şeylerin şunlar olduğunu belirtti:
"Müslümanın hayatında Allah'tan ve Allah'ın dininden soyutlanmış bir eylem ve söylemi olamaz. İslam'dan soyutlanmış bir insan hakları mücadelesi şirke bulaşmış bir insan haklan mücadelesine dönüşür, insan hakları mücadelesi bir ibadet bilinciyle ele alınmalı ve gerçekleştirilmelidir..."
Pamak, sistemin müslümanlara yönelik baskı politikalarının temellerinden kısaca bahsettikten sonra, Sivas Davası'nda verilen cezanın bunlarla birlikte düşünüldüğünde daha iyi kavranacağını ifade etti.
Pamak, Nurettin Şirin'e verilen cezayı kısaca değerlendirdikten sonra, verilen tüm bu cezaların bütün müslümanlara verildiğini ancak bu cezaların karşısında bizim yılmamamız ve direnişi örgütlememiz gerektiği üzerinde durarak sözlerine son verdi.
Panel esnasında kalabalık izleyici grubu tarafından, "Müslüman Tutsaklar Onurumuzdur", "Sivas'a Selam, Nesinlere Lanet", "Sehpalar Kırılacak, Abluka Aşılacak", "Nurettin Şirin'e Özgürlük", "Ne Zindan, Ne Urgan Direnişe Devam" sloganları atıldı.
Burada, program münasebetiyle acı bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. 33 kişinin idamına hükmedilen bir mahkemenin toplumda ve müslüman çevrelerde doğurduğu tepkinin boyutları gerçekten düşündürücüdür. Zaten, bu tür olaylar karşısında toplumda yoğun bir duyarlılık mevcut değil. Bu yüzden toplumun kayıtsızlığı bir ölçüde beklenilmekteydi. Fakat esas üzerinde durulması gereken husus, müslüman çevre ve kişiliklerin büyük (!) suskunluklarıdır. Dayatmacı sistemin tarihinde bile önemli bir yer tutacak olan bu kararlar ve bu kararların verilmesine neden olan "örtülü darbe" süreci karşısında oluşan "suskunluk", bilinçli bir direnişin taktik duruşu da değildir üstelik. Bu suskunluğu iyi tahlil etmek gerekiyor. Bu konuda yapılacak sağlıklı değerlendirmeler, durum değerlendirmesi yapmamız için iyi bir örnek oluşturuyor. Bu suskunluk bir "geri adım atma", bir "ne yapacağını bilememe" halinin yansımasıdır. Fakat böylesi bir konjonktürde Sivas Davası Kararları'nın ve bu kararların alınmasına dayanak olan süreci sorgulayan İDKAM'ın programına gösterilen ilginin yoğunluğu da umut vericiydi. Bu ilgiyi süreklileştirme ve yeni açılımlara adım atmak açısından bu ilginin önemini sıradanlaştırılması gerekir.