Yaratıcı Drama

Gülşen Demirkol Özer

İkimiz de gergindik. O mini eteğini çekiştiriyor, ben başörtüme götürüyordum elimi. Bir şekilde bir araya gelmiştik. Karşılıklı birbirimizi “anlamamız” bekleniyordu. Bir haftadır birlikte oyunlar oynayan iki yabancı... Geçen bir haftayı tarıyor zihnim.

Şimdi çocukluğumuza, 7-9 yaşlara dönelim, hatırlamaya çalışalım dedi kibarca grup yöneticisi. Ayağa kalktık, sembolik olarak bir duvara asılmış 7-9 yaş yazan A4 kâğıtlarının önüne gidip gözlerimizi kapadık. Oysa gözlerimi kapattığımda kendi çocukluğuma inemedim. Başaramadım. Kayda değer bir şey yok muydu? Yoksa daha dün Türkiye’yi ziyaret için getirilen Filistinli 7-9 yaşlarındaki çocukların delici gözleri beni sardığı için mi kendime ulaşamıyordum. Onlar Gazze’den gelmişti. Ne oynarlardı ki?! Bomba sesleri arasında, “Babam nerede anne?” diye şiirler okuyan küçük kız. 10 yaşlar daha büyük dolaşıp duran işgalin çocukları... Acaba bu psikoterapistleri onlara götürsem o çocukların omuzlarındaki yükleri anlayabilirler miydi? Sonra onlar kovalamaca oynarlar mıydı? Ya da bu terapistler onların İsrail askerlerinden kaçan, saklanan hallerini saklambaç olarak mı yazarlardı notlarına. Ağzımızdan çıkan her kelimeyi not alan bu profesyoneller onların tek tek kocaman acılı dünyalarını kâğıtlara sığdırabilirler miydi? Sıra bana gelmiş. Tüh kaçırdım diğer grup üyeleri ne söylediler acaba, kopya çekseydim. Grup dinamiği iyi diyorlardı kaç gündür. Şimdi o dinamiği dinamitlemeyeyim. “Ben, ben… Galiba yıkılan evleri yapma, kaçıp yakalanmama oynuyordum… Ya da kendi oyunlarımı arıyordum.” Tuhaf tuhaf baktılar, olmadı sanırım. Profesyonellik bu olsa gerek, hiç tepki vermediler. Muhtemelen “Anladılar”…

Evet, şimdi de meslek kararını verdiğimiz 15-17 yaşlarına dönelim. 15-17 yaş duvarının önüne geldik. Gözlerimi kapatmaya korkuyorum. Neyle karşılaşacağım? Hepimiz çok samimi olmalıyız! Çok dikkatli olmalıyım. Gözlerimizi kapatıyoruz. Talimatına uymadan önce diğerlerinin yüzlerine baktım. Huzurlu ve mutlu görünüyorlardı. Hepsi zaten psikolojik danışmandı ve oynanan oyunlara alışkın, oyunlara içtenlikle katılıyorlardı. Oysa ben onların yaratıcı dramalarına yine onların terimiyle “direnç” gösteriyordum. Mütemadiyen gülme krizi yaşıyordum. Ne yapıyorduk biz? Birileri böyle mi yaşıyordu hep? Nasıl bir büyü? Oysa gerçek iç karartıcıydı. Yeryüzü her zamankinden fazla kan kokuyor, toprak kan ile yoğruluyordu. Komplo teorileri, fütürologların öngörüleri, derin analizlerle yarını olacağından daha karanlık ve kasvetli gösteriyordu. Dışarıda insanlar süper indirim fırsatlarını yakalamak için koşturuyor, günde kaç mağaza yapacaklarını hesaplıyorlardı. Hangi ürünü ne kadar indirimle aldıkları, ne kadar kâra geçtikleri matematikçileri kıskandıracak hızla hesaplanıyordu. Mideme bir ağrı girmişti ama yine de buradaydım ve gözlerimi kapatmak, geçmişe gitmek durumundaydım. Söz bu kez samimi olacağım.

Kendimi buldum. Endişeliydim. Üniversite tercihlerimi yaparken, ne iki gündür öğretilen ilgilerim, yeteneklerim aklımdaydı ne de gelecekte kendimi görmek istediğim meslek. Nereyi yazarsam, okula girip okuyabilirim, çalışabilme umudum zayıftı ama yine de bir okul okumalıydım. Birbiriyle alakasız şehirleri ve bölümleri anımsıyorum.

Gözlerimi açtığımda kendimden emindim, söyleyecek bir gerçeğim vardı en azından. Grup üyeleri meslek seçimlerini anlatırken aileleri ya da öğretmenleri etkisiyle yaptıkları seçimleri ve tercihlerini söylediler. Hemen hepsi mesleklerini bilmiş ve istemişti.

Ben de gerçeği söyledim. Kendim gibi yaşamak adına hangi meslekleri yazdığımın ve siyasi baskı mekanizmasından nasıl yara almadan bir meslek edinebilirim diye düşündüğümü. Biraz uzattım galiba.

İçim rahatladı, bu kez sözlerim kendi gerçeğime aitti ve gerçekten “anlayıp anlamadıkları” beni etkilemiyordu.

Bu haftam yaratıcı drama ile imtihanım ya da dramanın benimle sınaması ile geçecek galiba. YARATICI drama ne diye itirazıma, tepki vermeseler de anladıklarını hiç zannetmedim “Yaratıcı” ne idi? Çok mu yobazdım? Gerici diye düşünüp bana burada etiket vuracaklar mı? Alışkınım ben!

Grup üyeleri halka oldu. Seanslar öncesinde ve sonrasında başlangıç ve bitiş duygularımızı paylaşıyorduk. Bu ve diğer sözlerimiz, bizim farkındalığımızı sağlamayı hedefliyordu.

Herkes olumlu duygular paylaştı. Yorgunum dedim. Bugün çok yorgun…

Ertesi gün tekrar halka olarak başladık. Artık “çıngar” çıkartmak istiyorum. Bizi inceliyorlar. Ben de onların son derece ciddi, profesyonel hallerini. Öyle profesyoneller ki gerçekten ne hissediyor-düşünüyorlar anlamak zor ama istedikleri cevaplarda yüzlerinin aydınlığını hissediyorum. Özellikle paylaşımlarının ve dramanın kişilere çok şey kattığı ifade edildiğinde. Sanırım bu durum grup dinamiğini destekliyor.

Halka olduk. El ele falan tutuşulmuyor hatta temas gerektiren oyunlarda erkeklerle eş çalışmam diye gösterdiğim dirence karşı oldukça hassas ve saygılı davranıyorlar. Ama içimin direnç dağlarını büsbütün bilseler…

Ruhumun halka halinde otururken oradan kalkıp Filistinli çocukların müdiresi olan beyaz örtülü hanımın bizi halka yapıp, yüksek sesle yaptırdığı dualara koştuğumu bilseler… Veda ederken Gana şarkısı söyleten bu kadınların yaşıtı olan Filistinli müdirenin velasr’ına eşlik ettiğimi bilseler acaba terapide başarı zanları zedelenir mi?

Bir kâğıda elimizi çiziyoruz. Sonra kesip her parmağa en iyi yaptığımız şeyi yazmaya çalışıyoruz. Estağfirullah. En iyi olduğum şeyi yazıp söylemek. Tövbe estağfirullah!

Dramaların konusu meslek seçimi olmasaydı, Hıristiyan rahiplerine günahlarını anlatan Hıristiyan müminler gibi biz de modern imamlarımıza günah dökecektik. Çıkıp gitsem... Biraz çıkabilir miyim?

Birazdan ardımdan geliyor. Konuşalım mı biraz diyor. Diğerlerinden farklı. İkimizin gergin olduğu, onun eteğine, benim örtüme dokunduğumuz an işte. İkimiz de iş icabı buradaydık. O eğitmen ben eğitilen… Konuşmaya başladık. Birbirimizi şaşırtan sözler... Belki de bildik ama ilk kez öznesinden duyduğumuz sözler… Ben psikolojinin neden böyle üstüme üstüme geldiğini, ikna odalarından geçenin biz olduğumuzu; o da ikna eden olarak kardelenler projesinde neler yaptıklarını, doğu kızlarının nasıl kimliklerinden utanır hale gelip Karslıyım demek yerine Konyalıyım deme ihtiyacı hissettiklerini anlattı. Susup birbirimize baktık. Diğerlerinden farklıydı. Duyguları vardı. Belli edebileceği duygular... Ben acı çeken, o acı çektiren olmuştu. Ama yanlıştı, yanlış yaptık dedi. Ortak bir noktada durduk. Grup dağılıyordu, seans bitmiştir. Süreye bu denli riayet eden başka bir meslek grubu var mıydı? Kalkıp gitmeliydik artık.

Bir haftalık eğitimden, oynanan oyunlardan yere serilmiş olarak çıktım. Yaratıcı drama ile biz de gidip birilerinin çocukluğundan başlayıp birilerini “anlamalıydık”. Bitmiştim. Şimdi dünyanın hangi coğrafyasında farkındalık oluşturmalı?! Gerçekliğin dışında bir farkındalık…

Oysa biz de gerçektik, hikâyelerimiz de...