Yama Tutmayan 301. Maddeye Yeni Bir Müdahale Daha!

Hasan Soylu

 

Hükümet, 301. madde meselesinde formül üstüne formül deniyor ancak bir türlü hedeflediği kıvamı tutturmayı beceremiyor. Bir yanda AB kurumlarından artarak gelen değiştir/kaldır baskıları, öte yanda geleneksel reflekslerle şekillenmiş devleti koruma mantığı arasında sıkışmışlık hali ortaya bugünkü absürt görüntüyü çıkartmakta. 301. madde konusunda başından beri hamaset dozu yüksek bir kampanya yürüten milliyetçi/ulusalcı muhalefetin tavrı da hükümetin tedirginliğini artıran faktörler arasında önemli bir yer tutuyor.

Türkiye’de aydınlar, yazarlar, siyasetçiler, daha genel manasıyla muhalif çizgide konuşan, söz söyleyen herkes uzun bir dönem 159. madde ile boğuştu. Bu madde gerekçe gösterilerek insanlar keyfi suçlamalara maruz kaldılar, cezalara çarptırıldılar. Bilhassa 28 Şubat sürecinde 159. madde, 312. madde ile birlikte, yargı kurumunun muhalif kimlikli kişilere karşı tahammülsüzlüğünün bir göstergesi şekline dönüştürüldü. 90’lı yılların ilk yarısında siyasi konjonktürün getirdiği görece esneme, rahatlama ortamının ikinci yarıda yerini yeniden sıkı düzene bırakmasıyla bu maddelere daha fazla iş düştü. Önceki dönemde düşünce özgürlüğünü kısıtlayan bazı maddelerin kaldırılmış olmasını bir türlü benimseyemeyen, içselleştiremeyen savcı ve hakimler bu maddelere alabildiğine sarıldılar. Adeta ikame unsuru olarak kullandılar. “Madem 163’ten ceza veremiyoruz, öyleyse 312’den verelim!” ya da “141-142 kalktıysa 159 duruyor!” şeklinde bir mantık yürütüldü.

Ardından 2001-2002’den itibaren sürecin kısmen normalleşmesi ve AB’nin de düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik talepleri üzerine bu madde metinlerinde değişikliklere gidildi. Bu meyanda yeni TCK’nın yapımı sırasında 159. madde de yeniden düzenlendi. Yeni yasada eleştirel amaçlı sözlerin suç teşkil etmediği vurgulandı ve ayrıca ceza limitleri de düşürüldü. Ne var ki, yargı kurumunun yaklaşımı çok fazla değişmedi, mahkemeler 159. maddeden ceza kesmeyi sürdürdüler. Bu süreçte bilhassa Hrant Dink’in yazdığı bir yazıdan dolayı yargılanıp, Türklüğe hakaret suçlamasıyla mahkum edilmesi ve daha önemlisi de mahkeme sürecinde kabartılan şoven dalga neticesinde öldürülmesi konunun yeniden tartışılmasına yol açtı.

Yeni ceza kanunu yapılırken bu maddelerle ilgili olarak düzenlemenin yetersiz olduğunu, insanların düşüncelerinden ötürü mağdur edilmelerinin süreceğini söyleyenlere dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek “Uygulamaya bakmak lazım.” diyordu. Uygulamaya hep beraber baktık: Uygulama Hrant Dink olayında herkesin görebileceği kadar net bir biçimde ortaya çıkmıştı!

Özellikle AK Parti’nin kapatılması girişimi ile birlikte AB desteğine daha fazla muhtaç hale gelen hükümet şimdi yeniden 301. maddeyi gündemine aldı. Madde yeniden rötuşlanıp Meclis’e yasalaşmak üzere sevk edilme aşamasına geldi. Değişiklik ne getiriyor? Hiçbir şey! Ya da biraz daha iyimser bir bakışla çok az şey!

Etnik Milliyetçilik Vurgusundan Kültürel Milliyetçiliğe Avdet: “Türklük” Yerine “Türk Milleti” Kavramlaştırması Sorunu Çözer mi? 

Önceki metinde korunma altına alınan değerler ve kurumlar arasında yer alan “Türklük” yeni düzenlemede “Türk milleti”ne dönüşüyor. Böylece etnik kayırmacılık ve soyut tanımlama zemininin ortadan kaldırılacağı umuluyor. Oysa bu yaklaşım iki açıdan yanlış: Öncelikle Türk milleti kavramı da en az Türklük kadar soyut, dar ve de kurgusal bir içerik taşıyor. Son kertede yine etnik içerikli bir tanımlama söz konusu ve kendisini bu etnisiteye ait görmeyen ve daha temelde de ulusal yaklaşımlara uzak unsurları dışlayan bir içeriğe sahip. Kendisini Türk milletinin değil, ümmetin ya da faklı bir etnik topluluğun bir mensubu olarak gören insanları dışlayan bir içeriğe sahip.

Üstelik daha temel bir sorun da uygulamada bu tarz değişiklik ve düzenlemelerin statükocu, resmi ideoloji muhafızı yargı mensuplarınca asla dikkate alınmamaları. Sistemle sorunlu bir şahıs önlerine geldiğinde hakimler Türk milleti ile mi, Türklük ile mi “sorunlu” olduğuna bakmaksızın cezayı basıyorlar. Hiç kimse yasa değişikliğinden sonra sisteme yönelik eleştiri içeren sözlerinden dolayı muhalif kimlikli insanların rahatça konuşup yazacaklarını düşünmesin!

Nitekim Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin gerekli uyarıları yapmakta gecikmedi. Ve hem devletluların gönlünü alacak hem de aşırı görüşlere meyyal kişiler için uyarı mahiyetli bir açıklamada bulundu: “Yasa değişiyor diye, herkes her istediğini söyleyecek değil!” Bakanın sözleri muhtemelen bir süredir 301. madde değişiyor diye “devletin sahipsiz kaldığı” kampanyası yürüten MHP-CHP çevrelerinin propagandalarına cevap niteliği taşımakta.

MHP’ninki tutarlı bir süreklilik içeriyor ama CHP’nin tavrı evlere şenlik. Hâlâ kendisini solda tanımlayan bir partinin “301. maddeye dokundurtmam!” havasıyla esip gürlemesi Türkiye’ye has bir garabet sayılmalı. Bunu yaparken kurnazlıkla “Biz aslında düşünce özgürlüğüne karşı değiliz ama AB dayatmasıyla yapılmasına karşıyız!” türünden söylemler elbette CHP’nin kişilik bozukluğunu örtemiyor. Asırlık Batı hayranı, daha doğrusu Batı taklitçisi bir zihniyetin temsilcilerinin AB karşıtı horozlanmaları pek de komik duruyor. Medeni kanundan ticarete, cezadan askerliğe kadar tüm yasalarını Batı’dan birebir kopya eden ve bunu büyük bir atılım, devrim diye sunan bir zihniyetin 301. madde konusunda gösterdiği hassasiyet göz yaşartıyor!

Hükümetin Tutumu: Patinaja Devam! 

Öte yandan hükümetin tavrı ise başka açmazlarla karşılaşmayı mukadder kılmakta. Acaba hükümet cesaretle “Bu maddeye ne gerek var?” sorusunu bir kere olsun sormuş mudur? Daha önce “Türklüğe hakaret cezasız mı kalsın?” diyenler şimdi de muhtemelen “Türk milletine hakaret soruşturulmasın mı?” diyorlardır. Oysa sorun Türklük, Kürtlük olmamalı! Hiçbir etnik, dini topluluğa kimse hiçbir biçimde hakaret etmemeli. Herkesi kuşatan ve herkesi kollayan bir düzenlemeye kimsenin itirazı olmaz ama yasalarda özel alanlar oluşturmaya ve bazılarını bazılarından “daha eşit” kılmaya yönelik yaklaşımların tepkiyle karşılanması da gayet doğaldır.

Bu haliyle 301. madde düzenlemesinin sorun olmaya devam edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Kısa süre içinde hükümet bir kere daha bu meseleyi masasında bulacaktır. Bu ayrımcı, dışlayıcı mantık ve resmi ideoloji muhafızlığının getirdiği devletçi refleksle düşünmeye şartlanmış yargı mekanizması mevcudiyetini koruduğu müddetçe 301. madde içeriğinde yapılacak değişikliklerin fazla bir sonuç doğurması beklenmemelidir.

Elbette kendilerini resmi ideolojinin muhafızı belleyen ve laik-Kemalist duyarlılıkla hareket eden yargı mensuplarının gerektiğinde mevzuatta hiç bulunmayan yasalar bile ihdas edip devlet için tehlikeli gördükleri kişi ve fikirleri mahkum etmeyi becerebilecek bir mantığa sahip oldukları bilinmektedir. Bunun için zaman zaman yasaların nasıl eğilip büküldüğünün sayısız örneklerini yaşamış bir ülke burası. Bununla birlikte en azından farklı fikirler serdedilmesi önünde bir barikata dönüşen 301. madde engelinden kurtulmak için son yaşananların iyi bir fırsat oluşturduğu da açıktı. Hükümet biraz cesaret ve elbette biraz da sığ kalıpların dışına çıkmayı denemekle atılabilecek bu adımı atmaktan imtina etti. Ve önemli bir fırsatı bir kere daha tepmiş oldu. Umarız kısa bir süre sonra “keşke” konumuna gelmez!