Eylül ayının son haftası Federal Almanya'da "Yabancılar Haftası" olarak bilinir. Her yıl bu çerçevede beyanatlar verilip ülke çapında yerel etkinlikler düzenlenir. "Yabancı Düşmanlığı" karşıtı postuna bürünen; Evengelik kilisesi, Alman Biş-Hoflar Birliği, Almanya Yahudi Cemaati gibi kurumlarının her sene demogojik beyanatlarının bu çerçevede ayrı bir yeri vardır. Resmi ve sivil örgütlerin "yerli" kamuoyunu yönlendirmede kullandıkları ortak söylem: "Yabancıların da insan olduğu" şeklindedir.
Her yıl olduğu gibi bu sene de "Yabancılar Haftası" F. Almanya'nın Kuzey Ren Vestfalya eyafeti bünyesinde, Merkezi "Essen" kentinde bulunan "Türkiye Araştırmalar Merkezi"'nin öncülüğü ile yabancı düşmanlığına karşı duyarlılığın artırılması için 22 Eylü 1994 tarihinde, Essen yabancılar meclisi ve Essen şehir yönetimi tarafından: "TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? İSLAM VE BATIYLA BÜTÜNLEŞME ARASINDAKİ ÜLKE" üst başlığını taşıyan bir toplantı tertip edildi.
"Sivil Toplumculuk... Sivil Örgütlenme... Sivil Düşünme" ve başına sivil yerleştirilen her şeyin adeta "moda" olduğu günümüzde, her ne hikmetse kendisini sivil bir örgüt kabul eden Türkiye Araştırmalar Merkezi; Federal Çalışma ve Sosyal Düzen Bakanlığı, Essen şehir yönetimi, Essen Üniversitesi, Freudenberg Vakfı, Alman Bilim Vakfı gibi akademik sermaye sağlayan kurumların desteği ile ayakta durmaktadır. 2,5 milyon mark olan yıllık bütçesi her yıl bu kurumlarca ödenmektedir.
22 Eylül Perşembe günü saat 15'de Essen Rathaus-Ratsaal belediye binasında gerçekleştirilen "Yabancılar Haftası" düzlemindeki toplantıya, Essen şehir yöneticileri, Belediye Meclis Üyeleri ve FDP Liberal Parti Gurup Başkanı Bayan Kaiser gibi isimler katılmışlardır. Toplantı Essen Üniversitesi'nde kürsü sahibi T.A.M. direktörü Prof. Dr. Faruk Şen ve yabancılar meclisi yöneticisi Günter Dereks'in açılış konuşmalarıyla başladı. Toplantının ilginç konukları arasında yer alan Bursa Üniversitesi Rektörü yardımcısı Prof. Dr. Yaşar Ali Sarıbay ve yine aynı üniversiteden Prof. Dr. Mehmet Genç konuşmacı olarak davet edilmişlerdi.
Etkinlik her ne kadar "Yabancı Düşmanlığına" karşı duyarlılığın artırılması projesi çerçevesinde düzenlenmiş olsa da, bütün konuşmacılar psikolojik bir vakıa haline gelen "Müslümanlar ve Siyasal Boyutlu İslam" düşüncesi üzerinde yoğunlaşırken, Demokratik ve Sivilci kavramları bolca kullanarak adeta bir rapor şöleni sundular.
"Tebliğ" şeklinde arz edilen "Türkiye'de İslamcı Akımın Gelişimi' raporunda Prof. Dr. Y. A. Sarıbay konuşmasına "Demokrasi ve Sivil toplum karşısında İslamın konumunu" anlatarak başladı... "Her siyasal akım kendi sivil toplum projesini sunmak zorunda" olduğunu belirtirken "sivil toplumda İslamın yeri ne olacak?" sorusu üzerinde durdu. "Demokratik sivil modern topluma, folklorik anlamda yaşanan islamın davranışsal katkılarının vazgeçilmez olduğu"nun altını çizme gereği duydu. Folklorik yaşanan İslam'dan başka iki türlü İslamdan bahseden Sarıbay, bu "İslamları da" iki kategoriye ayırarak "Siyasal İslam-Kültürel İslam" olarak bakmak gerektiğini izah etti. Poiitik-ideolojik İslam ile demokratik zeminde beraber yaşamanın mümkün olmadığını, kısmen fundamentalist karakter içermesine rağmen Medine Vesikasını, kültürel islamın sivil tolum projesi olarak algıladıklarını hatırlattıktan sonra, bu proje düşüncesini paylaşanların, toplumu aşağıdan yukarıya müslümanlaştırılmak istedikleri için de tehlikeli bulduklarını belirtti ve islamcı yazar-çizerlerin bu tür "doğmalardan" bir anlamda vazgeçmelerini istedi.
Sarıbay şirk mentalitesi çerçevesinde açıkladığı "Tevhid" ilkesini, farklılığı dışlayan bir olgu olarak algılanması gerektiğini belirterek, Tevhid kavramına politik İslamın bir de siyasi boyut kazandırması ile İslam toplumunda muhalefet varsayımının hepden yok olacağını, o zaman İslamda özgürlüğün, şeriat sınırları içerisinde kalacağını söyledi. Devamla, "Bir bakıma siyasal boyutsuz İslamın, özünden sapmayı beraberinde getireceğini, ancak İslam'ın yeniden yorumlanması dahilinde, kamusal alana müdahale etmeyen bir İslam'ın, yani günümüzde yaşanan Günlük İslamın, sivil demokratik toplum projelerine faydasının olabilirliği " üzerinde örneklemelerde bulunan Sarıbay, fundamentalist İslamın dışındaki müslümaniarın inançlarını eleştirmediğini özellikle belirterek, çok sayıda müslüman öğrencinin dinlediği toplantı kitlesine mavi boncuk dağıtmayı da ihmal etmedi.
Son olarak Sarıbay, sermayedar dostlarına bir hatırlatmada bulunarak "Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayın, onlarla cihad edin" ibaresinin Kur'an'da bir ayet olduğunu bu ayetin müslümanların davranışlarını bağladığını düşünüyorum" diyerek Kur'an'dan veya başka yerden rastgele öğrendiği yukardakine benzer "ayetleri" okuyarak, "İslam ideolojisinin demokrasiye, sivil topluma çok az veya hiç katkısı yoktur" cümlesiyle konuşmasını tamamladı.
İkinci konuşmacı Prof. Dr. Mehmet Genç Almanca olarak yaptığı konuşmasında, İran İsiam devrimine öyle bir takıldı ki; oturumu yönetenlerde ve dinleyici dostları arasında da sıkkınlığa yol açtı. Hele İran halkının tercihini ve şah diktatoryasının yıkılıp kendi iradeleri doğrultusunda oluşturulan süreci Demokratik katılımı olmayan Demokratsızlık bilinçsizlik olduğundan ısrarla bahsetmesi, sık sık gülüşmelere ve kendisinin akademik ve analiz konusunda ne tür bir seviye ve süreçte bulunduğunu ispatlamaktaydı. Profluk unvanını nasıl elde ettiği sorusunu bir an gündeme getiren konuşmasına devamla, "Türkiye İslam ülkeleriyle ilişkilerini mümkün olduğu kadar frenlemeli, Türkiye'nin bu ülkelerle uzun vadede çıkar ilişkileri irrasyonel ütopik ilişkilerdir. Avrupa topluluğuna ve Gümrük birliğine giriş iğin Türkiye'nin çabaları devam etmeli" şeklinde ifadeler kullandı.
Konuşmasının sonundaki tartışma bölümünde Prof. Genç sorulara verdiği sorudışı cevaplar raporu kadar ilginçti...
Prof. Sarıbay ise, müslüman öğrenciler tarafından konuşmasına yönelik "açıklamalı" sorulara verdiği cevaplarda sık sık ben de bunu kastetmiştim, fazla vaktim olmadığı için açamadım. Ben bir islam teologu değilim... gibi acziyet psikolojisi içerisinde son söz olarak, hoşgörülü olduğunu vurgulama gereği duydu.
Bir Alman dinleyicinin; "Hıristiyan ve İslam Dostluk Cemiyeti" üyesi olduğunu, bay Sarıbay'ın bahsetmiş olduğu Kur'an ayetlerinin dışında Kur'an'da başka ayetlerin de bulunduğunu hatırlatması, müslümanlarla diyalogdan yana olduğunu bildirmesi seyirciler tarafından takdirle karşılandı. Daha sonra bir kokteyl ile program son buldu.
Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin yıllık bütçesinin yukarıda açıklanan kurumlarca ödenen ikibuçuk milyon marklık parasal kaynağın niçin verildiği anlaşılmaktadır. Ve bu tür toplantıların, Yabancı Düşmanlığı, Çok Kültürlü Sivil Toplum gibi Post-Modernizmin Globalleşme çerçevesinde "yerelleşme" olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
"Davranışsal İslam kültürünün", Hakim kültürlere ve yapılanmalara karşı estetik bağlamda faydasının inkar edilmediği bir gerçektir. Ve özellikle Seküler batı ülkelerinin kendilerini son on yıl içerisinde çok kültürlü toplum görme zorunluluklarının arka planında, şimdiye kadar izledikleri "asimilasyoncu" paradoksun daha farklı bir versiyonu yatmaktadır. Zaten Prof. Sarıbay ve benzerleri; "Çok kültürlü sivil toplum, yaşanan İslamın bu topluma 'davranışsal' katkıları" derken, her tür yaşamsal ve kamusal egemenlik hakkı bulunmayan, vahiy düzlemindeki İslam ve kültüründen ziyade, döner kebap ve göbek dansının seküler kültürün normlarını zenginleştireceğini söylemektedir.