Şiir ve deneme türündeki kitaplarının yanı sıra roman alanında da yetkinliğini sürekli geliştiren, başarısını perçinleyen bir isim Murat Kapkıner. Uzunca bir aradan, "Güz İnsanları" ve "Karanlıktakiler" adlı kitaplarından sonra, üçüncü romanı Wesirfinger Pastanesi de geçtiğimiz aylarda okuyucuyla buluştu.
Romanın konusu Almanya'da geçiyor. Ağırlıklı olarak, Türkiye'den Almanya'ya göçen insanların etrafında biçimleniyor anlatılanlar. Yaşlı Şeyh, Bayan Adelgard, Osman, İdris, Hasan ve genç mülteciler romanın başlıca kahramanları olarak çıkıyorlar karşımıza.
Hem dili ve anlatımı hem de kurgusu, anlatının omurgasını oluşturan felsefi sorunsalı açısından farklı, son derece ilginç ve sıra dışı bir roman var karşımızda. Okuyucu açısından ara vermeden, anlatılanlar arasındaki anlam ilgisini koparmadan okumakta fayda var. Fakat bu yargımız, romanın bir solukta okunup kolayca "tüketilebilecek" bir hüviyete sahip olmasından kaynaklanmıyor. Tam tersine anlatı dokusundaki farklılık, değişik işaret ve göndermeler, insan hayatıyla İlgili ontolojik problemler romanın dikkatlice, sindirilerek ve hatta bazen düşünülerek okunmasını kendiliğinden zorunlu kılıyor. Satır aralarında söylenmek istenenlere, simgelere, yazarın düşündürtmek istediklerine dikkat etmek gerekiyor. Ancak bütün bunlar, sıkıcı ve yorucu olmayan bir dille aktarılıyor okuyucuya. Romanın en başarılı taraflarından biri de içerdiği yoğunluğu yalın, pürüzsüz bir anlatımla sunmuş olması. Üsluptaki esneklik ve canlılık; içeriğin, verilmek isteneni boğmasını, gölgede bırakmasını ustalıkla engelliyor.
Romanda, bir iki hadisenin anlatımı hariç, değişmeyen mekânlar var. Şeyh'le Osman'ın şehir dışında, bir göl yakınında yaşadıkları mağarayla. Bayan Adelgard'ın pastanesi en temel mekânlar. Bu mekânlar eşliğinde, bu mekanlardaki insanların hayata, insan oluşa, doğaya, inanca, geçmişe ve geleceğe bakışları eşliğinde gelişen bir anlatı. Mekânın belli, belirgin olmasına karşılık roman kahramanlarının hissettikleri, düşündükleri ve yapıp ettikleri simgesel bir boyuta sahip. Gerçeküstü ile gerçek bir arada. Ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığı, farklı insan evrenlerinin kesişme noktaları üzerine kurulmuş anlatılanlar. Zaman ve tarih sanki bilinçli bir şekilde muğlak, belirsiz ama aynı oranda devingen bir fon içerisinde betimleniyor. Çok yalın hatta basit gibi görünen bir ana konu etrafında birçok "insanlık durumu" irdelenerek dillendiriliyor.
Kapkıner, romanını var olmanın imkânları, insan karakterinin değişik sıçramaları, yazgı ve özgürlük, ahlâki düşkünlük ve insan kalabilme gibi ağır, düşünsel ve psikolojik bir zemin üzerinde kurmakla birlikte kuru ve yavan kavramsal kurgularla, vaaz ve öğüt edası taşıyan uzun hitaplarla, devinimden uzak monoton diyaloglarla tüketmiyor anlattıklarını. İronik, traji-komik gelgitler, roman kahramanlarının kişiliklerine ustalıkla giydiriliyor. Dilin kıvraklığı ve şaşırtıcı imlemeler anlatının gücüne çok sesli, renkli bir hareketlilik katıyor. Düz tipler yok. Yazar da kimseye acımıyor deyim yerindeyse, kimsenin tarafını tutmuyor.
Romanda -alışılmışın ötesinde- çok sayıda parantez içinde verilen cümleye, sözcüğe rastlıyoruz. Bunlar ironiyi artırıyor. Bir risk olmanın ötesinde, hem çeşitli kişiliklerden savrulan yansımaları betimlemede yardımcı oluyor hem de okuyucunun zihnini ateşleyip hareketlendiriyor. Mekân olarak seçilen yerin bir pastane olduğu düşünüldüğünde, bu tür bir anlatımın iç konuşmalara bir açılım sağladığı da iddia edilebilir. Nitekim Kapkıner, İlhan Efe'nin kendisiyle yaptığı bir söyleşide, Almanya'da karelerin, pastanelerin öneminden bahsederek bu mekânların buluşturma, bir araya getirme yerleri olduğunu, modern dünyanın içinde merkezi bir konumlarının bulunduğunu belirtiyor. (Gerçek Hayat, nr. 26, s. 28.)
Romanın, kimi okuyucular açısından şaşırtıcı hatta yadırgatıcı olabilecek bir yanı da argo ifadelere fazlasıyla yer verilmesi. Daha pastanenin adından başlayan bu tür ifadeler kimi zaman muzır ve edep dışı sayılabilecek konuşmaları, sövgüleri de içeriyor. Kapkıner yukarıda zikrettiğimiz söyleşide bu konuya da değiniyor. Bunun bir tepki biçimi olduğunu söylüyor: "sahte bir aristokrasi kurduk içimizde. Bizde her şey sahte; haya sahte, edep sahte... Ta 8 asırdan bugüne bu böyle. Ayette izni var sövmenin, zulmedene sövebilirsiniz diye..."
Kapkıner'e bu noktada itiraz edilebilir. Zira bir kere romanda söven ya da çirkin sözler söyleyen kişiler 'zulme uğramış' kişiler değil. İkinci olarak Kur'an'da Nisa suresi 148. ayette "sûi kavi" ifadesi ite kasdedilen mazlumların zalimlere karşı birtakım incinme ifadeleri kullanmaları olsa gerektir. Zira Kur'an mü'minleri ve hatta bütün insanları her türlü çirkinlikten, kötülükten, sevimsizlikten arındırmak isteyen bir kitaptır.
Romanın muğlak, simgesel anlatımı içerisinde parça parça önemli işaretlerin, göndermelerin olduğunu, ilginç ve hatta tehlikeli sayılabilecek kimi bahislerin bulunduğunu söylemiştik. Bunlardan aklımızda kalan birkaç hususu burada zikredelim: Mağaradaki Şeyh'le Osman'ın ilişkisi, dine ve Yaratıcı'ya yönelik değişik bakış ve algılayış manzumeleri, cuntacılara, diktatörlüklere duyulan öfke, tarikat-tasavvuf eleştirisi, din atlına kandırılan insanlar, göçmen Türklerin karşılaştıkları zorluklar ve karakter zaafları, bir Alman bayanın samimi fakat ironik "kutsal" tasavvuru, Mevlânâ ve Şems arasındaki ilişkiye yapılan göndermeler, ruhi ve cinsel saplantılar, Kitab-ı Mukaddes'ten aktarılan parçalar, çehresi insanda tiksinti ve aynı zamanda merhamet hissi uyandıran Osman'ın yaşadıkları, Türkiye'nin yakın tarihindeki toplumsal baskılar...
Yazar "İdrak ettiğimiz şu dördüncü binin ilk yılında, ikinci binin son yıllarında yazıldığını tahmin ettiğimiz bir öyküyü okudunuz..." diye başlayan kısa bir notla bitiriyor anlatısını. Zamanın, tarihin (anlaşılır sebepler ileri sürülebilecek olsa da) çerçevesindeki bu denli bir belirsizliğin romana güç katmadığını ileri sürebiliriz. Zira tamamen hayali de olsa çarpıcı, farklı bir finali var zaten romanın: Osman atına binip tüfeği ve fişekleri ile birlikte bir şekilde Almanya'dan ülkesine dönüyor. O sırada ülkede askeri bir darbe yapılmıştır. Darbe yapan generallerin de bulunduğu bir bayram töreninde muharip gazilerin arasına katılıyor. Geçit töreni esnasında birden durarak protokol tribünündeki beş generali de nişan alıp tek tek vuruyor. İşte bu finalin ardından gelen birkaç sayfa, toparlayıcı bir boyut kazanıyor sadece.
Kapkıner'ın son romanı okunmayı, okunduğu kadar da tartışılmayı gerektiren birçok farklılığa, ilginçliğe, iddiaya ve dahası eleştirilmeyi hak eden bir kışkırtıcılığa sahip.