Asra (zamana) and olsun!
Birbirini kovalayan gece ve gündüze, mevsim mevsim akıp giden yıllara ve elimizden kayıp giden ömre and olsun!
Yemin olsun! Kısacık bir ömre, çağlar üstü mesajlar sığdıran peygamber ve önderlere ki onları hayatın rutinleri esir alamadı. Gözün aydınlığı çocukları ve eşleri, kar getiren ticaretleri de engel olamadı adn cennetlerini kazanmaya.
Gönüllü kölelerle, zorunlu kölelerin ve esarete başkaldıranların göz göze geldikleri ortak zamanlara da and olsun. Nasıl olsa zaman nehri onları hesabın görüleceği güne doğru taşımakta. Ve o anı dillerimiz, ellerimiz, gönüllerimiz şahitlik etmek için beklemekteler.
Hesap gününe and olsun! Kimler kimler beklemekte o anı. Soğuk toprak kucaklamış, hangi suçtan dolayı öldürüldün sorusuna cevap hazırlamakta olan yaralı yürekleri. Yaşarken sağırlara anlatamadıklarını Rablerine anlatmak için beklemekteler. Ve çocuklar yarım kalan oyunlarını tamamlamak, kendilerine anlatılan çikolata ağaçlarını görmek için sabırsızlanmaktalar.
Şüphesiz insan hüsran içindedir
Nasıl olmasın! Unutmuştur fıtratında mündemiç ahitleşmeyi. Uzaklaştıkça uzaklaşmıştır vahiyden. Şah damarından yakın olanla bağlarını koparınca, basit ihtiyaçlar zindanın duvarları oluvermiştir. Özgürlüğü ve mutluluğu dışarıda ararken tükettikçe tükenmekte insan. Oysa yitirdiği ne kadar da yakındır ona. Heyhat koca bir arayıştır onun hayat serüveni.
Ziyandadır insan! Vicdanları kabul ettiği halde, haksızlık ve böbürlenme yüzünden gerçeği inkar ettikleri için. Rasullerinin mesajını beş kuruşluk menfaatlerine kurban diye sundular. Hazine anahtarları yüklü deve kervanı doyurmadı Karun ve çağdaşlarını. Lut'un sapık kavmi hortladı, adalet terazisini bozdu Şuayb'in kavmi ve çağdaşları. Kendilerini aydınlığa çağıran elçilerini ve yandaşlarını aşağılamadılar yalnızca, hendeklere doldurdular/doldurmaktalar. Teknoloji harikası bombalarıyla çağdaş hendekler açıyorlar şimdi rasuller diyarına. Onların da katmerlenmekte ziyanları.
İnsan hüsrandadır. Onay verdiği için açıkça zulme ya da gönülsüzce. Sessiz kaldıkları için ya da.
Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar
Kalpleri Kur'an'la mutmain olmuş, zihinlerini şirkten arındırmışların imanı, riyadan ve ucuz menfaatlerden beri olarak salih amelle buluşur. Yaşamın o en büyük sermayesi, salih amele büründüğünde direngen bir insan belirir, kahrolası zulmün karşısında. Böylelikle iman, kelam kitaplarının tozlu sayfalarından firar etmiş, sosyalleşmiştir. Öyle ya, suya atılan taş misali durgunluğu dalga dalga yarmayacaksa inanç, "Ey iman edenler, iman edin!" der miydi Rahman?
Salih amel kuşatır Rabbin hüsrandan beri kıldığını. Ve yetişir namaz günün beş vaktinde, sabırla diriltir. Nefes almaya başlarken gün, duaya ve kıyama durur mümin, koşuşturmacanın arasında ve güneş karanlığa iyice teslim olduğunda.
Yetişir infak, verirken elleri ve yüreği titremeyenlere. Bakışlarına, yoksullarına, yetimlerine, çocuklarına sokakların, zulüm üreten sistemin çarklarına ve cihada giderken yolunu şaşırmışların yani yolda kalmışların imdadına yetişir.
Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.
Hayır yetmez, yetmez insan tekinin kurtuluşu. Birlikte olacaktır, aynı hedefe ulaşmak için saf bağlayanlarla. Çözülmüş ümmet bilincini kendi aralarında yaşatmak için, birlikte iyiliği emredip, birlikte nehyedeceklerdir kötülükten. Sözleri de, şehrin direngen olmayan sokakları da şahitlik edecektir buna.
O müminler, öfkelerini yutarlar, kendi aralarında merhametli kafirlere karşı şiddetlidirler. Merhametlidirler, küresel adalet taşıyıcılarına karşı kalpleri yumuşaktır. Rablerinin kardeşsiniz dediklerine karşı bağışlayıcıdırlar, kin tutmaz yürekleri. Ancak sevgileri engel değildir, onlara hakkı hatırlatmak için.
Dostlar sabrı da tavsiyeleşirler daim. Marjinallik suçlamalarının, başardık başaramadık tartışmalarının yol ayrımlarını oluşturduğu vasatta 'sabır' derler. Darbe süreçlerinde devam ederken yola, hastalık ve ölümlerin kalplerimizi daralttığı zamanlarda, savaşın kızıştığı anlarda sabrı öğütlerler. Sabır, 'La tahzen innallahe meana'.