Gecenin karanlığında, saatlerce pencerenin önünde dikildiğinin farkında bile değildi. Kurşun rengi bir sessizlik hakimdi havada ve yağmur hüzünden bir şarkı besteler gibi doluyordu sokak lambalarının aydınlattığı odasına. Bir an başını odanın içine çevirdi yerden biraz yüksekçe duran, yaşlı bir nineyi anımsatan eski bir masanın üzerinde yığılmış kitapları ve yazılıp yazılıp buruşturulmuş kağıttan düşünceleri gördü ve yeniden yağmura eşlik eden gözleriyle karanlık gök yüzünü seyre daldı.
Bir tek bu eksikti diye haykırdı birbirine hafifçe dokunan dudaklarıyla. Bir tek bu eksikti... Lise sıralarından kurtulup gecesini gündüzüne katarak çalışmış istediği bölümü kazanmıştı. Ama kazanmakla kalmıştı sadece. "Başını aç, oku!" diye dayatan ailesiyle, kendi nefsiyle aylarca mücadele vermişti. Ve daha peşi sıra gelen yığınla sorunlar. Tam rahatladım derken şimdi ise canını sıkmıştı anlam veremediği bu hastalık. Acaba gerçekten anlam veremiyor muydu? Aslında bir yol bulamamışlığın bezginliği değil miydi bu ya da boğazına kılçık gibi, hıçkırık gibi takılıp kalan, kimseyle paylaşmadığı fakat yüreğinde büyüttüğü acılarının anlamı değil miydi? Ne zamandır öylesine hasretti ki mavinin ve yeşilin rengine.
Zaman sessiz, ağır ve en koyu renge bürünmüş gibiydi sanki. Zihni, ölüm kusan tabancayı andıran hastane koridorlarında gezinmeye başlamıştı yeniden. İnsan ruhunu çökerten duvarlar, iniltiler, feryatlar, ağıtlar... Sanki bütün odalara, bütün duvarlara acının, ıstırabın, hastalığın iniltilerinin sesi sinmiş gibiydi. Ve hep büyük bedenlere düştüğü zannedilen ölümün rengini henüz körpe bedenin çığlıklarında duyduğu an geldi gözlerinin önüne, irkildi birden. Karanlık ve yağmur iyice artırmıştı sıkıntısını.
Ölüm, dedi. Neydi ki ölüm ya da yaşamak? Korkuyor muydu ölümden, ama yaşamaktan da korkmuyor muydu? Bir yığın soru yer etmişti kafasında. Neden bu kadar karamsar, bu kadar kötümser olmuştu? Oysa yüreğinde büyüyen nice yıkıntıların nice sıkıntıların üstesinden gelmemiş miydi?
Şimdi ise koca bir ağaç yıkılmış gibiydi yolunun üzerine. Ufalanmış ekmek, sönmüş ocaktan geride kalmış kül yığını gibi hissediyordu kendini.
Sanki alabildiğine gürültüler büyüyordu içinde ve bir o kadar da sessizlik...
Yarının doğum günü olduğunu hatırladı ve sonra ölümle doğuma ne kadar yakın olduğunun haritasını çizdi zihninde.
Mezar gibi soğuk ve sessiz geçen gecede, gezinen düşünceleri telefonun çalmasıyla dağılıverdi aniden. Hayırdır bu saatte kim olabilir, diye geçirdi içinden. "Uyumadığını tahmin ettim ve yatmadan önce sesini duymak istedim" diyordu telefondaki ses. Yüreğine su serpilmişti sanki, sesini duymak isteyen birileri vardı, hem de hiç ummadık bir vakitte. "Kur'an okuyordum" diye devam etti telefondaki ses. "Allah'ın ayetlerini okuyordum sonra seni düşündüm. Bana gerçeği öğreten, bana Allah'ı tanıtan arkadaşımı, okul kapısında başımı açmamam için bana günlerce destek veren bana Asr Suresi'nin anlamını kavratan arkadaşımı hatırladım. Biliyorum vakit çok geç ama aramak geldi içimden" diyordu arkadaşı ve sonra Allah'a emanet ederek kapattı telefonu.
Donakalmıştı bir an. Tüm bedeni suskunluğa büründü. Ve sonra arkadaşının söylediklerini tekrarlamaya başladı zihninde. "Kur'an okuyordum" diyordu "Kur'an okuyordum." İşte o an kendini ne kadar salıverdiğinin, kendisi olmaktan çıkıp gerçek hayatından kendini ne kadar uzaklara ittiğinin farkına vardı. Ve umutsuzluğa kapılan yüreğinin Allah'ın ayetlerinden, Rahman'ın Kitabı'ndan ne kadar uzaklaştığının... Oysa korku ile umudun beraber yaşanması gerekmiyor muydu?
Ve mahpushane koridorlarında volta atar gibi dolaşmaya başladı daracık odada. Ve usulca gözyaşlarını silen elleriyle kütüphanede duran Kur'an'a uzandı. Sonra kaç günden beri terk etmiş olduğu sayfalan birer birer çevirmeye başladı. Yeni bir mucizeye tanık oluyormuşçasına çevirdiği sayfaları okudu... okudu... okudu...
Okudukça büyüdü, büyüdükçe güzelleşti yüreği ve gündüzün anlamını kavradı, gün ışığını buldu Şems Suresi'yle. Gecenin karanlığına ulaştı Leyi ile. Teselli buldu Duha'yla, yüreği ferahladı ve yeniden dirildi İnşirahla ve sonra Asr'a andolsun, dedi. Asr'a andolsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edenler ve salih amelde bulunanlar ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna...
Yağmurun parıltısı gözlerine vurmaya başlamıştı sanki ve gecenin esintisi şiir sağar gibi okşuyordu yüreğini. Sonra sakince kitabı kapadı düşünmeye başladı yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını, sorumluluklarını, hatalarını, doğruluklarını. Düşündü dershane sıralarında tanıştığı ve mücadelede omuz omuza verdiği telefondaki arkadaşını, ailesini, dostlarını henüz on iki yaşında hayatın yükünden bunalan öğrencisinin kendisi sayesinde hayata bağlandığını. Ve düşündü mecburi ayrılıklarını, kavuştuklarını, geride bıraktıklarını, beraber olduklarını... Hepsinden öte hayatını onaran, hayatına omuz veren, yüreğini sırtına dayayan hakiki dostlarını...
Hayat işte bu dedi. Hayat bu....
Kalktı, usulca pencereyi kapattı ve camın buğusuna kocaman harflerle Bismillah yazdı...
Yarın doğum günüydü.
Kitab'ın ayetlerine tutunan, Rahman'ın boyasıyla boyanan ve dostlarının sıcak sımsıcak ellerini tutan elleri o karanlıktan, bulanıklıktan ağır ağır aydınlığa doğru yola çıkmaya başlamıştı.
Ve biliyordu, yarın, herşey çok daha güzel olacaktı...