Son kırk beş yılında dört askeri darbeye maruz kalmış bir ülkede; belki daha da önemlisi ve üzerinde durulması gerekeni; son yüzyılda, "Batılılaştırma" hamlesinin son ayağı olan, fiili bir işgalle karşılaşıp, tüm imkanlarını seferber ederek bu işgali defedip, içeriden bir işgal ile sonuçlandırmış ve bundan sonra da, yüzünü tamamıyla o tarafa döndürmüş bir coğrafyada yaşamaktayız. Osmanlı devletçilik geleneğinden ayrışmadan ve/fakat Osmanlı'nın tarihi/dini mirasını reddedip, bunun üzerine genlerinden çok farklı bir kültürün/medeniyetin elbisesini giydirmeye çalışan yönetici/elit/silahlı bürokrasinin tahakkümünde sahip olduğu tüm değerleri sıfırlanmış hafızası silinmiş dili değiştirilmiş bir toplumun içinde yaşamaktayız.
Aynı zamanda, evvelden beri gelen baskı ve sindirme politikaları ile devam ede gelen bu politikalarına, ekonomik ve sosyal zorbalıklar da eklenince, feleği şaşmış, kim olduğunu -ne olduğunu- nerede durduğunu tam olarak kestiremeyen, yeryüzünde güçlü bir hami'nin himayesinde yaşaması kabullendirilmiş halk yığınlarının olduğu bir ülkede nefes alıp vermekteyiz.
En son 28 Şubat'la hizaya sokulmak istenen Türkiye halkı, diğerlerinde olduğu gibi, bu darbede de, ciddi bir tepki ortaya koyamazken, çok genel anlamıyla bu tepkisini seçim sandığında göstererek, İslamcı(!) bir partiyi ezici bir çoğunlukla hükümet yaptı ve kendisini "muhafazakar demokrat" olarak tanımlayan, Recep Tayip Erdoğan'ı Başbakanlığa getirmiş oldu.
Vahşi kapitalizmin iştahını doyurmak artık, öyle eskisi gibi karizmatik/etkileyici/kuşatıcı liderler, krallar veya aşiretler eliyle değil, daha geniş kesimlerle, en ufak kılcal damarlara kadar uzandırılması gerekiyordu. Bunun için kullanılacak olan yeni versiyon araç, kısaca sivil toplum örgütleri olarak isimlendirebileceğimiz oluşumlardı. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de bir patlama yaşandı ve hemen hemen her konuda ve alanda bir toplum örgütlenmesine primler verildi, özendirildi. Başbakan'ın bizzat ifadesiyle "muhafazakar demokrasi ya da "muhafazakar İslam" söylemi adeta bir silindir gibi tüm Müslümanları ezip geçerek etkisi altına aldı ve çok ciddi çözülmler/yalpalamalar ve bölünmeler yaşandı. Geçmişini sorgulamanın adı ona sövmekle eşanlamlı bir hale geldi. Önce kafalar karmakarışık bir hale sokuldu sonra da söylem ve eylemler "kötü" ilan edilip terk edildi. Halen de Türkiye'de, Müslümanların 28 Şubat'ın etkisinden kurtulabildiklerini söyleyebilmek imkansızdır.
İşte yaklaşık böyle bir ortalamada "sesi hiç değişmeyen" "söylemi hiç bulanıklaşmayan" "eylemliliğinden hiç vazgeçmeyen" darbeye ve darbecilere şirin görünmek gibi bir derdi olmadığı gibi tam aksine darbecilerin dikine dikine giden bir dernek "Özgür-Der" dikkatleri çekiyordu. Dışarıdan bakıldığında net/tavizsiz ve tutarlı bir İslami kimliği önceleyen bu yapı , vahyin önderliğinde, Rasullullah'ın şahitliğini ön plana çıkartıyor ve bizzat ortaya koymuş olduğu örneklikle bunu göstermeye çalışıyordu.
Kurulduğu 1999 yılından bu yana; tevhid ve adaletin şahitliğini ortaya koyabilmek için gecesini gündüzüne katan derneğin, Türkiye'nin farklı bölgelerinde gördüğü ilgi ve alaka da açıkça göstermektedir ki; Müslümanların dünyaya ve Türkiye'ye ilişkin bakış açıları ile siyasete -bilgiye- üretkenliğe olan bakışları, olumlu ve belli bir hedefe doğru ilerlemektedir. Bu ilerlemenin, istişari -eleştirel ve katılımcı yeni bir yapılanmayla desteklenip, geliştirilmesi, Türkiye'yi seküler bir toplum haline getirmek isteyenlere verilecek en güzel cevap olacaktır. Bu anlamda; özgür-der'in ilkelerine sahip çıkarak tavizsiz bir duruş ve tutumla önceliklerini belirleyip bunu ilan edebilmesi her ne kadar meşakkatli gibi görünse de; direnişi diri tutan -dünyevileşmeden uzak- taktik ve stratejilerinde Rablerinin rızasını unutmayan öncülerin, taşranın heyecan ve enerjilerinden ümitli olmaları gayet doğaldır ve normaldir.
Tüm bunlarla beraber; Özgür-Der Sakarya şubesini açarak vahyin şahitliğine talip olmak; Türkiye'li Müslümanlara bir ilham ve ümit taşıyabilmenin mütevazi bir adımı ve deneyimidir. Bir son değil tersine güzel bir başlangıçtır. Bu deneyim inşallah sahip olduğu ilkelerden taviz vermeden imtihanını vermeye çalışacaktır.