Giriş
Hicret kavramı vahyin Hz. Muhammed'e ilk inzal olduğu ve İslam dininin ilk teşekkül devresinden bu yana hem akidevi hem de ameli bir muhteva taşımaktadır. Hicret kavramının akidevi yönünü ihtiva eden anlamı daha geniş bir kapsama sahiptir. Kötülük ve zulüm diyarından uzaklaşmayı ve Allah'a yönelmeyi ifade eden Hicret aynı zamanda Hz. Muhammed ve Ashabının Mekke'den Habeşistan ve Medine'ye doğru gerçekleştirmiş oldukları, anayurdu Allah için terk etme sürecini de kapsar.
İnsanın şeytan ve şeytanın pisliklerinden Allah'a ve Allah'ın rızasına hicret etmesi, iman etmenin olmazsa olmazıdır. Hicret, zulüm ve kötülük diyarından kopup (itizal) ayrılmaktır (19/48). İnsanın Allah'a hicreti mutlaka maddi anlamda anayurdunu terk etmesini gerektirmez. Hicret, hem tarihi anlamda Mekke'den Habeşistan ve Medine'ye hicret eden muhacirleri hem de her türlü kötülüğü ve pisliği (rics) terk ederek Allah'a hicret eden sonraki zamanlardaki mü'minlerin hepsini kapsar. Hicret, tüm mü'minlere Allah'ın bir emridir. Namaz, intak, sabır, cihad, oruç vb. tüm ameller gibi. Hicret İslam'ın temel şartlarından bindir. Her türlü cahiliyye ölçüsünü terk edip Allah'a hicret etmekte kararlı davranmayanın gereğince iman ettiğini söylemek mümkün değildir.
İlk Hicret: Cahiliyye Kimliğinden Tamamen Arınmak
Hz. Muhammed'e "Yaradan Rabb'in adıyla oku" emrinin vahyolunmasının ardından "Kalk ve uyar" vahyi ile emrolundu. Alak sûresinin ilk beş ayetiyle Muhammed(s)'e risalet görevi yüklenmiş ve ardından Müddesir sûresinin ilk yedi ayeti ile uzun ve zorlu mücadelenin içine atılmak için hazırlanması ve Rabbinden yardım istemesi emredilmiştir. İşte Muhammed (s)'e ilk hicret emri de Allah tarafından vahyolunan Müddesir sûresi içinde getirilmiştir. "Kalk ve uyar. Rabbi'ni tekbir et. Elbiseni temizle. Pislik (rics)'ten uzaklaş (fehcur: hicret et). Yaptığın iyiliği çok görüp başa kakma. Sabırla Rabbi'ne yönel." (74/2-7)
Kısa ve net vurguları ihtiva eden bu ilk dönem ayetleri Rasulullah (s) ve mü'minler için cahiliyyenin kirinden uzak durma yönünde duyarlı bir bilinç oluşturma amacını gütmüş olsa gerektir. Lafzen "elbiseni temizle" şeklinde geçen ifade kalp, ahlak ve davranış temizliği anlamında kullanılmaktadır. "Pislikten (rics, ruczü) hicret et (fehcur)" ayetinde, "rics" pislik ve azab manasına geldiği gibi burada puta tapıcılık gibi azaba uğramayı gerektiren davranışlar anlamını kazanmıştır. Ki, Medine'de nazil olan ayetlerde bu yönlü bir uyarım söz konusu olmuştur: "Ey inananlar, içki, kumar, anıt taşları (putlar), fal okları şeytan işi birer pisliktir (ricsun min ameliş-şeytani) Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." (5/90)
Müddesir sûresinin hemen ardından inzal olan Müzemmil sûresi de Hicret'e ilişkin bir uyarıyı içermektedir. "Halkın (senin aleyhinde) söyleyebileceği her şeye sabırla katlan ve onlardan en uygun/en güzel bir şekilde uzaklaş. (Hecr-i cemil)" (73/10). Bu ayet-i kerimede geçen (vehcurhum hicran cemila) ifadesi düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum ile cahiliyyede ısrar eden inkarcılardan ve onların cahiliyye sistemlerinden kopup ayrılmayı ifade eder.
Hecr-i Cemil; kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha, idare ve güzel ahlak ile hüsn-ü muhalefet etmektir. Tebliğden vazgeçmek için değil, seviyesiz sataşmalara muhatap olmamak amacıyla o toplumdan ayrılmaktır. Ayrılmanın ve seviyesiz sataşmaların karşısında geliştirilecek erdemli tavır Zuhruf sûresinde şöyle geçmektedir; "Şimdi sen onlardan geç ve: Size selam (olsun) de. Çünkü onlar zamanı geldiğinde (hakikati) bileceklerdir (43/89) (Ayrıca Bkz. 28/56-25/63). Ama bu ayrılma biçimi Lut Peygamberin (bazı meal ve tefsirlerde İbrahim olarak da geçmektedir) isabetli kararı gibi olmalı, Yunus Peygamber'in düştüğü yanlış ayrılma kararı gibi olmamalı. Hicret'in nasıl ve nereye doğru yapılması gerektiğini Rabbimiz Hz. Lut'un dilinden bize öğretmektedir: Lut; "Gerçekten ben Rabbime Hicret edeceğim. Hiç kuşkusuz O, galibtir, hüküm ve hikmet sahibidir" (29/26). Hz. Lut bedeniyle, ailesiyle veya malıyla hicret etmezden evvel kalbiyle, düşüncesiyle, imanıyla hicret ediyor. Herhangi bir dünya menfaati için değil doğrudan doğruya Rabbi'nin rızası için yine Rabb'ine iltica ediyor. Kavminde Allah'a imana ilişkin bir yumuşama, bir yönelme işareti kalmadıktan sonra küfür ve sapıklık ülkesinden hicret ediyor. Hicret ederken Hz. İbrahim'in kalbi de mutmaindir: "Sen Rabbime gidiyorum, O bana yolunu gösterir" (37/99). Allah yolunda Hicret'in ne olmadığını da yine, Yunus (a)'a ait atıfları içeren Kur'anî ifadelerden öğrenebiliriz: "Sen Rabbi'nin hükmüne sabret ve öfkeye kapılıp da sonra (ızdırap içinde) haykıran büyük balık sahibi (Yunus) gibi olma." (68/48). Kur'an'da, Yunus (a)'un kavminin yola gelmesinden ümit kesip de sabretmeden kavmini terk etme kararının yanlışlığına dikkat çekilir: "Zünnun (Yunus)'u da an; zira (o, kavmine) kızarak gitmişti. Bizim kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde (kalıp) senden başka tanrı yoktur. Senin şanın yücedir, ben zalimlerden oldum, diye yalvardı" (21/87).
Değinmeye çalıştığımız ayetlerde hicret genellikle teorik ve pratik açıdan alemlerin Rabbi Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik hem kalbi hem de ameli bir yönelişi içerir ve tanımlar. Hicret, cahili değer ve ölçülerden arınıp Rabbani değer ve ölçüleri bir duyuş, bir düşünüş, bir bakış ve bir hayat tarzı olarak benimsemeyi ifade eder. Hicret hem bireysel hem de toplumsal alanda topyekün değişime talip olan bir harekettir. Bu anlamda hayatları hakkında Kur'an yoluyla malumat sahibi olduğumuz rasuller, Nuh'tan İbrahim'e, Musa'dan Muhammed'e hemen hepsi hicret olayını gerek pislikten kaçınma ve gerekse mekansal hareketlilik şeklinde davetin öncelikli tavrı olarak gerçekleştirmişlerdir.
Hicret Öncesi
Risaletin ilk yıllarında, müşriklerin düşünce ve davranışlarına ilişkin Allah'ın vahyi, oldukça önemli bir yer ayırmıştır. Alemlerin Rabbi tarafından Kur'an'da Rasulullah'a ve ashabına nasıl bir davranış geliştireceklerine ilişkin emir ve yasaklar bildirilmiştir. Habeşistan ve Medine'ye hicret gerçekleşmezden önce Mekke despot sisteminin egemenlerinde baskın olan inkarcı karaktere ilişkin bir göz atarsak karşımıza cahiliyyenin kirli yüzü tüm açıklığıyla çıkar. Bu dönem cahiliyyesinin Allah'a, Allah'ın Rasulüne ve iman edenlere ilişkin tavırları Kur'an-ı Kerim'de şu ifadelerle anılmaktadır; "Yalanlayan, herkesi kötüleyen, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkar, kaba, kötülükle damgalı" (68/8-13). "Yüce Allah'a inanmayan, yoksulu doyurmağa önayak olmayan" (69/33, 34), "Mal toplayıp kasada yığan" (70/18) "Allah'ın ayetlerine karşı inatçı, ölçüp, biçtiğiyle kahrolacak, namaz kılmayan, yoksulu doyurmayan, batıla dalanlarla birlikte batıla dalan, ceza gününü yalanlayan" (74/16-19, 43-46). "Sadaka vermeyen, namaz kılmayan, ısrarla yalanlayan" (75/31-32) günahkar ve nankör (76/24) azmış ve yakın hayatı yeğleyen (79/34Z-35) kız çocuklarını diri diri toprağa gömen (81/8) suç işleyip inananların üstüne gülen, kaş-göz işareti yapan, övünüp eğlenen, mü'minleri sapıklıkla suçlayan (83/Z29-32) "Kur'an okunduğu zaman secde etmeyip yalanlayan" (84/21-22). Yetime ikram etmeyen, yoksulu yedirmeğe teşvik etmeyen, mirası hırsla yiyen, malı pek çok seven (89/17-20) "kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini, kimsenin kendisini görmediğini sanan" (90/5-7). "Dini yalanlayan, öksüzü itip-kakan, yoksulu doyurmağa önayak olmayan, namazdan gafil, gösteriş için ibadet yapan, en ufak bir yardımı esirgeyen" (107/1-7).
Kureyş'in önde gelenleri, ilahi vahyin Rasulullah tarafından insanlığa ulaştırılmasını engellemek amacıyla her yola başvurmuştur. İlahi mesajın meydana getireceği bireysel ve toplumsal dönüşümün önünü alabilmek amacıyla Kureyş'in her türlü hile, desise, yalan, iftira, işkence ve baskıyı yürürlüğe koyduğunu hem Kur'an'ın ayetlerinden hem de siret kitaplarının bizlere aktardığı tarihsel bilgilerden dolayı haberdarız. Mü'min erkek ve kadınların yoğun baskılara maruz kalmalarının en önemli sonucu birinci ve ikinci Habeşistan hicretleri ve ardından gerçekleşen Medine hicreti olmuştur.
Mü'min erkek ve kadınların işkencelere uğradığına işaret eden ilk Kur'anî vurgu, Ashab-ı Uhdud kıssasını da içeren Buruç sûresi olmuştu. Erken dönemde inen Buruc sûresinden anladığımız kadarıyla mü'minleri dinlerinden döndürmeye çalışan müşrikler yaygın bir şekilde ve kadın-erkek ayrımı da yapmadan işkence metodunu kullandılar, "inanan erkekler ile inanan kadınlara işkence edenlere ve sonra hiçbir pişmanlık duymayanlara gelince, onları cehennem azabı beklemektedir. Evet yakıcı azap beklemektedir onları." (85/10) ayetiyle ve devamında Allah Teâlâ kendi yolunda musibete uğrayanları övgü ile anmakta ve kendilerine vadedilen cennetin niteliklerinden bahsederek, büyük kurtuluşu müjdelemektedir, işkenceci kafirleri ise tevbe etmeye davet etmekte ve cehennem azabıyla tehdit etmektedir.
Bahsi geçen ayette üzerinde dikkatle durulması gereken bir husus da mü'min erkeklerle birlikte mü'min kadınların da işkence mağduru olarak zikre-dilmesidir. Nebevi davete icabet eden insanlara takibat, sıkıntı ve her türlü baskının reva görüldüğü Mekke'de kadınların da bu ilahi davete icabet etmeleri Kureyş nezdinde endişe ve panik halinin büyümesine sebep oldu. Kureyş egemenlerinin artan endişelerinin temelinde hiç şüphesiz ki hem erkeklerden hem de kadınlardan Kur'an mesajına gösterilen rağbetle Mekke'deki despot statükonun yıkılabileceği riski yatmaktadır. Kureyş'in endişelerini arttıran diğer önemli bir husus da sadece köle ve mustazaf kesimden değil. Kureyş'in ileri gelen güçlü ailelerine bağlı bazı kadın ve erkeklerin de Muhammed Mustafa'ya tâbi olmalarıdır. İlahi vahyin çevresinde kenetlenen Rasul ve ashabına karşı beslenen düşmanlık. İslam'a inananları putperestliğe döndürmek üzere girişilen yeni taktiklerle somutlaştı. Müşrikler hem Rasul ve ashabını dinlerinden döndürmek üzere, hem de İslam davetine ilgi duyabilecek insanlara karşı bir engel oluşturması için işkence ve baskılarla korkuyu yaygınlaştırmaya başladılar. Neticede hem mümin erkeklerden hem de mü'min kadınlardan bazıları İslam'a olan bağlılıklarından dolayı hayatlarını feda ederek şehid oldular.
İlk Hicret İzni: Allah'ın Arzı Geniştir
Risaletin beşinci yılında inzal olan Zümer sûresi mü'minleri takvaya, dini Allah'a halis kılmaya, hicrete ve tağuta kullukları kaçınmaya teşvik eden buyrukları içermektedir. Zümer sûresi 10. ayetinin bu dönemde gelmesi hicret izni olarak görülmüştür. "Deki: (Allah şöyle buyuruyor) Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Bu dünyada iyi şeyler için gayret edenleri güzel bir son beklemektedir. (Unutmayın ki) Allah'ın arzı geniştir (ve) sıkıntılara göğüs gerenlere mükafatları sınırsız verilecektir!" (39/10).
Ayette geçen takva kelimesi korku ve ümit içinde Allah'ın rızasını ve gazabını gözeten hassasiyet, duyarlılık ve sorumluluk bilincidir. Takva vurgusunun ardından gelen Allah'ın arzı geniştir ifadesi ile mü'minlere toprak/vatan sevgisinin, akrabaya/millete, çevreye/mala-mülke olan bağlılığın Allah için yapılacak hicrete engel teşkil edemeyeceğine dair açık bir hükmü içerir.
Müslüman şahsiyet "vatan sevgisi imandandır" gibi yalan ve ifsad edici haberlere değil, Rabbimizin hidayete götürücü ayetlerine ittiba eder. Zümer sûresi 10. ayetinin ardından Rasulullah'a Nahl sûresinden hicretle ilgili ayetler inzal oldu: "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret mükafatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler. Onlar ki, sabrettiler ve Rabblerine dayanmaktadırlar" (16/-41-42)
Baskıların yoğunlaştığı dönemde Zümer ve Nahl sûrelerinin ilgili ayetlerinin ardından Rasulullah'ın mü'minlere şöyle dediği kaydedilir: "Eğer Habeşistan toprağına çıkarsanız, orada, yanında kimsenin zulme uğramadığı bir hükümdar bulacaksınız. O topraklar, doğruluk topraklarıdır. Bulunduğunuz durumdan, Allah sizin için bir çıkış yolu verene kadar orada kalınız. "Rasulullah'ın bu sözü üzerine mü'minlerden on-biri erkek dördü kadın toplam on beş kişi Habeşistan'a hicret etti. İki kişi hariç bu hicrete katılanların hepsi Kureyş'tendi. Bu iki kişi de Kureyşliler'le ittifak içinde bulunan kabilelerdendi. Rivayetlere göre Risalet'in beşinci yılının Recep ayında gerçekleşen birinci Habeşistan hicretine yaygın kanaatin aksine, muhacirlerin arasında fakir, güçsüz ve kölelerden hiç kimse bulunmamıştır. İlk Hicret'e katılanların isimlen siret kaynaklarında şu şekilde sıralanmıştır: Osman b. Affan ve eşi Rukiyye (Rasulullah'ın kızı). Zübeyr b. Avvam, Mus'ab b. Umeyr. Abdurrahman b. Avf, Ebu Huzeyfe b. Utbe ve eşi Sehle b. Süheyl. Ebu Seleme ve eşi Ümmü Seleme, Osman b. Mazun, Amir b. Rebia ve eşi Leyla, Ebu Sibre b. Ebe Ruhm, Hatip b. Amr ve Süheyl b. Beyza.
Ayetlerde mü'minlere yapılan baskılara ilişkin haberler olmakla birlikte sabır ve hicret tavsiyesinin ardından gerçekleşen Habeşistan hicretinin sadece baskı ve işkencelerden kurtulmak amacıyla gerçekleştirilmediğini hicrete katılan isimlerden anlayabiliriz.
Muhacirler zorunlu ve çaresiz olarak hicret etmediler. Yine Mekke'nin dışına atılmaları veya kovulmaları da söz konusu olmamıştı. Mü'minler Mekke'yi aniden ve habersiz olarak terk etmediler: ama buna rağmen Kureyşlilerin herhangi bir engellemesiyle de karşılaşmadılar. Hatta Kureyş liderleri hicret olayına ilk anda sevinmişler ve bu olayın Rasulullah'ın hareketini ve faaliyetini zayıflatacağını hesaplamışlardı. Oysa ki Rasulullah ve ashabının, hicrete sadece baskı politikalarından bir uzaklaşma aracı olarak değil, davete yeni açılımlar sağlamak, yem üsler edinmek amacıyla yaklaştığı kanaatindeyiz.
Habeşistan çok eski zamanlardan beri Arablarca bilinen bir bölgeydi. Kureyşliler Habeşistan'ı çok iyi biliyorlardı. Habeşistan Kureyşlilerin ticaret yeriydi, mallarını götürüp orada satarlar ve oradan iyi bir kârla dönerlerdi. Bu yüzden ilk muhacir kafilesi orada herhangi bir güçlükle karşılaşmadığı gibi bir yabancılık da çekmedi. Habeşistan'ın hicret bölgesi olarak seçilmiş olmasının diğer bazı sebepleri şöyle sıralanabilir; Necaşi'nin zulme rıza göstermeyen bir hükümdar olması, oraya kolaylıkla geçilebilmesi ve mevsim rüzgarlarının bu deniz seferinin şartlarına uygun olması. Mekki sûrelerde mü'minlere Ehli Kitab'ta ve özellikle hristiyanlarla ilişkilerin "tek kaynak" vurgusuyla müsbet bir şekilde sürdürülmesi tavsiyesi, İslam'ın teslis inancından uzak hristiyan Habeşistan halkı arasında yayılması umudu ve Kureyş müşriklerine karşı güçlü bir müttefik sağlama amacı yatmaktadır. Zaten Habeşistan'a hicret gerçekleşmezden evvel Zekeriyya. Yahya, Meryem ve İsa (a)'ya ilişkin gerçek Hristiyanlığı izah eden Meryem sûresi inmişti.
Muhacirler Habeşistan'a ulaştıktan iki ay sonra Kureyş'in müslüman olduğu şeklinde bir haber kendilerine ulaşmıştı. Oysa ki aynı zamanda Allah Rasulü'ne Mekke'de Necm sûresi inzal olmuş, inzal olan ayetleri yüksek sesle okuyan Hz. Muhammed'e müşrikler müdahale etmeye kalkışmışlar, secde ayeti geldiğinde Rasulullah secdeye kapanmış ve ardından "Muhammed bizim ilahlarımızı övdü" vb. gibi yalan haberleri yaygınlaştırmalardı. "Garanik Vakası" olarak söylenti halinde yaygınlaştırman bu saptırmaca Buhari dahil bazı hadis ve siyer kitaplarında yer almış ve Rasul'ün ve vahyin korunmuşluğuna ilişkin Allah'ın sözünü müşriklerin yalanlarına feda etme konumuna düşülmüştür. Neticede muhacirler Mekke'ye yaklaştıklarında haberin yalan olduğunu öğrenmişler ve her biri Kureyş'ten birinin koruması/himayesi altında şehre girebilmiştir.
Bu dönüş olayından sonra Rasulullah müslümanlara ikinci kez Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etmişti. İkinci kez gerçekleştirilen hicretin seksenüç erkek ve onsekiz kadından oluşan yüzbir kişilik bir kafile halinde gerçekleştiği rivayet edilmiştir. Risaletin altıncı yılında gerçekleşen ikinci Habeşistan hicretine Rasulullah, Cafer b. Ebi Talip'i hem kafilenin başkanı hem de Habeş Kralı'na yazdığı bir mektubu ulaştırmakla yükümlü bir elçi olarak atadı. İkinci hicret emriyle müslümanlardan oldukça kalabalık bir grup Mekke'den ayrılıyor ve bu sefer kendilerini hem daha zor bir yolculuk hem de daha geniş kapsamlı davet çalışmaları bekliyordu.
Habeşistan'a gerçekleşen ikinci hicrette, birinci kafilede yer alanların yanı sıra Kureyşli ileri gelenlerin kızları, oğulları ve yakın akrabalarından yeni müslüman olmuş kadın ve erkekler de vardı. Bu ikinci hicret Kureyş tarafından çok daha sert bir tepki ile karşılandı. Mekke'de hemen her ailede bir deprem yaşandı, bir matem havası hakim oldu. Küçük veya büyük neredeyse tüm ailelerden kiminin oğlu-kızı, kiminin karısı-kardeşi kiminin gelini-damadı Habeşistan'a hicret eden kafilenin içinde yer aldı. Mekke'de bu hicretten etkilenmeyen bir tek ev, bir tek aile kalmadı.
Mekke'de meydana gelen bu sarsıntı neticesinde Kureyş müşrikleri. Amr b. As ve Abdullah b. Ebi Rebia önderliğindeki bir heyeti kıymetli hediyelerle mücehhez kılarak Habeş Kralı'nı muhacirleri geri göndermesi konusunda ikna etmek üzere Habeşistan'a gönderdiler. Kureyş'in elçileri Necaşi ile görüşmezden evvel Kralı etkileyebilecek olan patriklere ve ileri gelenlere rüşvet vererek işe başladılar. Ardından Kral ile bir görüşme ayarlayıp O'na da oldukça cazip ve pahalı hediyeler takdim ettiler. Kureyş heyeti ile patrikler beraber hareket ederek müslümanlara yönelik iftiralarda bulunup onları, hain, fitneci vb. gibi sıfatlarla yaftaladılar. Fakat Kral. müslümanları dinlemeden karar veremeyeceğini ifade ederek müslümanları sarayına çağırdı.
Muhacirleri temsilen Cafer b. Ebi Talip konuştu Kralın huzurunda. Cafer (r) önce cahiliyye Araplarının dini, ahlaki ve içtimai bozukluklarından bahsetti. Sonrada Hz. Muhammed'in davetinden ve davete tabi olan müslümanların başına gelen zulümlerden bahsetti. Cafer, Necaşi'nin huzuruna çıktığında patrikler ve Kureyş heyeti de hazır bulunuyordu. Cafer b. Ebi Talip'in konuşmasında şunları söylediği rivayet edilir: "Ey hükümdar! Biz cehalet içinde bocalayan bir topluluktuk. Putlara tapar, leş yer, fuhuş yapardık. Ahlaksızlığın her türlüsünü işler, komşuluk hakkı nedir bilmezdik. Verdiğimiz sözde durmazdık. Biz de güçlü olan zayıf olanı ezerdi. Biz böylesine perişan bir durumdayken Cenab-ı Allah bize, yine bizden birini Peygamber olarak gönderdi. Biz bu peygamberin nesebini, sadakatini, emanetini ve dürüstlüğünü bilirdik. O bizi Allah'ı birlemeye ve O'na ibadet etmeye davet etti. Bizlerle, atalarımızın daha önceleri tapmakta olduğu taşlarla putları bırakıp Allah'a kulluk etmemizi, doğru konuşmamızı, emaneti sahibine teslim etmemizi, dostluk ve akrabalık bağlarını korumamızı, güzel komşuluk yapmamızı, haramlardan ve kan davalarından uzak durmamızı emretti. Kötülükten ve yalan sözden bizi menetti. Biz bu peygamberi tasdik ettik, ona iman ettik. Allah katından getirdiği hükümlere tabi olduk. Sadece Allah'a ibadet etmeye başladık. O'na hiçbir şeyi ortak koşmadık. Bize haram kıldığı şeylerden uzak durduk. Helal kıldığı şeylere yöneldik. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman oldu. Bize işkence etti. Tekrar putlara tapmamız için bizi zorlamaya başladı. Daha önce helal saydığımız murdar şeyleri helal saymamızı istedi. Bize zulmedip baskı yapmaya, dinimizle aramıza girmeye başlayınca, senin beldene hicret ettik ve seni başkalarına tercih ettik. Senin himayende yaşamayı arzuladık. Senin yanında zulüm görmeyeceğimize inandık''
Cafer'in bu konuşması müslüman olan insanların nasıl şeytanın kontrolündeki cahiliyye dininden Allah'ın rızasına uygun İslam dinine akidevi/zihinsel/kalbi bir hicret olayını nasıl gerçekleştirdiklerine işaret ediyor. Aynı zamanda bu konuşma akidevi/zihinsel kopuşun nasıl ve neden mekansal bir hicrete/hareketliliğe dönüştüğüne ilişkin gayet net açıklamaları da içeriyor.
Cafer b. Ebi Talib'in bu etkileyici konuşmasının ardından Necaşi "Muhammed'e gelen ilahi vahiyden senin yanında bir şey var mıdır?" dedi. Cafer "evet", cevabı ile birlikte Meryem sûresini okumaya başladı. Meryem sûresi okunurken Necaşi sürekli ağladı, yanında bulunanların bir kısmı da etkilendi. Nihayet, Kureyş heyetine muhacirlere ilişkin teklifleri dolayısıyla red cevabı verdi. Fakat Amr b. As birinci tuzağıyla sonuç alamayınca ikinci bir tuzak hazırladı. Ertesi gün Necaşi'nin yanına çıkıp, müslümanların İsa b. Meryem hakkında olumsuz ve tuhaf şeyler söylediklerini anlattı. Necaşi'nin "Meryem oğlu İsa hakkında ne düşünüyorsunuz?'' sorusuna Cafer, Kur'an'dan ayetler okuyarak cevap verdi. Ve sonunda Necaşi yerden bir dal parçası alıp "Allah'a andolsun ki, Meryem oğlu İsa, senin söylediğin bu sözlerin dışına şu dal mesafesi kadar dahi çıkmış değildir'' dedi. Kureyş heyetini getirdiği hediyelerle birlikte Mekke'ye geri gönderdi.
Muhacirler herhangi bir engelle karşılaşmadan Habeşistan'da yaşıyor ve insanları İslam'a davet ediyordu. Bir süre sonra Necaşi yirmi kişilik bir heyeti Hz. Muhammed ile bir görüşme yapmak üzere Mekke'ye gönderdi. Necaşi'nin bu heyeti Peygamberimiz ile çeşitli meclislerde beraber bulundular. Peygamberimizle sorular sordular ve cevap istediler. Peygamberimiz de bu heyetin sorularına Kur'an'dan ayetler okuyarak karşılık verdi. Bu heyeti oluşturan Hristiyan kimselerdi. Onlar yanlarında bulunan İncil'den okudukları haberlere bakıp, hem Rasulullah'ın, hem de vahyin Allah'tan gönderildiğine kanaat ettiler. Bu oturumların neticesinde müslüman olmaya karar verdiler. Mekke'den ayrılırlarken Ebu Cehil b. Hişam karşılarına çıkıp "Allah sizin belanızı versin. Dindaşlarınız sizi bu adamla ilgili bir haber edinesiniz diye gönderdi. Ama siz daha bu adamın yanında oturur oturmaz dininizden ayrılıp dediklerim doğruladınız. Sizin gibi ahmak topluluk görmedik" dedi. Onlarda. "Selam size. Biz sizin gibi cahillik etmeyiz. Biz yaptığımızdan, siz de yaptığınızdan sorumlusunuz. Biz kendimiz için iyi olanı yaptık" dediler.
Seyyid Kutub ve izzet Derveze'nin belirttiği üzere Kur'an-ı Kerimde bu olay şu şekilde geçmektedir: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz de Kur'an'a inanırlar. Kur'an onlara okunduğu zaman, ona inandık, doğrusu O Rabbimizden gelen gerçektir, zaten biz ondan öncede müslüman idik, derler. İşte onlara sabretmelerinden dolayı mükafatlan iki defa verilir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcarlar. Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler. Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz sizedir. Size selam olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz, derler" (28/52-55)
Rasulullah Habeşistan'dan gelen heyete bizzat kendisi hizmet etmişti. Bu durum İbn Hişam ve Beyhaki'den rivayet edilmiş olup Ebu Zehra ve Mevdudi'de bu haberi değerlendirmiştir. Olay, şöyle rivayet edilir; "Necaşi'nin heyeti Peygamber efendimizin yanına geldi. Peygamber efendimiz kalkıp bizzat kendisi onlara hizmet etti. Sahabiler 'ya Rasulullah, senin yerine biz hizmet edelim' dedilerse de Peygamber efendimiz onlara şu karşılığı verdi; 'bunlar benim sahabilerime ikramda bulundular. Kendilerine mukabelede bulunmak istiyorum".
Müslümanların Habeşistan hicreti sonunda elde ettikleri avantajları Kureyş'in sonradan düşünmeye başladığını, önceden bu tür sonuçlar doğabileceğini hesap edemediklerini söyleyebiliriz. Kureyş ve elçileri başarısız olmuşlar, müslümanlar ise Allah'ın vaadinin gerçek olduğuna bir kez daha şahitlik etmişlerdi.
(Devam edecek)