"Allah adaleti, iyilikte bulunmayı, yakınlara vermeyi emreder; edepsizlik ve aşırılıklardan, kötülükten, haddi aşarak azgınlık yapmaktan men eder. Öğüt almanız İçin size böyle Öğüt verir." (16/Nahl, 90)
Her şeyin yaratıcısı olan ve dolayısıyla da tasarrufunu elinde bulunduran yüce Rabbi'miz, insanoğluna emaneti1 ve yeryüzünde halifesi olma görevini2 yüklemiştir. Dünyada zulmü ve fitneyi engellemek3 adalet hükümetini ikame etmek4 bu halifelik görevini kabul eden; yani yüce Allah'a tek ilah ve Rabb olarak iman eden müslümanların sorumluluğudur. Bu sorumluluğun en önemli boyutu, şüphesiz, içinde yaşadığımız toplumla ilgili olandır. Bu noktada ilgi alanımız; sadece itikadî ve kültürel sorunlarla sınırlı olmayıp her türlü sosyal, ekonomik ve hukukî meseleyi de içermektedir. Söz gelimi, Rabbimizin hidayet rehberi olan Kitab'ında ısrarla vurguladığı "ölçü ve tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmak, adaletten ayrılıp terazide eksiklik yapmak.5 vakıası somut ve görünen manasının ötesinde, her türlü sosyal ve ekonomik adaletsizliği de ifade etmektedir. Neticede söz konusu olan sosyal dengenin bozulması, bazı insanların haklarının gasb edilmesidir.
"İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak dünyayı ifsad etmeyin." (42/Şuara, 183)
9 Nisan 1991 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 3708 sayılı kanunla Yüksek Öğretim Kanunu'nda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunların en önemlisi de "Özel Statü" düzenlemesidir. Bu düzenlemeyi yazının girişinde ortaya koyduğumuz çerçevede değerlendirmek -şu an için ortaya çok somut çözümler koyma ve uygulama imkanımız olmasa bile- en azından yapılmak istenenleri tahlil edebilmek açısından önem taşımaktadır. Üniversitelerin uzun süreli bir bayram tatiline girmesinin hemen öncesinde, meclisten alelacele geçirilen bu yasa zamanı geldiğinde gerektiği şekilde doldurulacak bir çok boşluk ve muğlaklık içermekte; binlerce öğrenciyi (ve ailelerini) ilgilendirdiği halde kamuoyunda bazı futbolcuların transfer haberleri kadar bile gündem teşkil et(tiril)memektedir.
"Özel Statü"nün somut ve ilk anda göze çarpıcı sonuçlarından bazıları şunlardır: Yüksek Öğretim Kurumları'nın, hemen hemen tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atama suretiyle oluşturulan mütevelli heyetlerince yönetilmesi; cemiyetteki mümtaz şahsiyetlerden ( egemen güçler) oluşan ve hiç bir görünen maddi çıkarı olmayacak bu heyetlerin üniversitelerle ilgili her konuda yetkili kılınması; üniversitenin başlıca gelirini gerçekçi maliyet hesabına göre belirlenecek har(a)çların oluşturması; bu paranın kamu ya da özel kuruluşlardan burs (= borç) temin edilerek öğrencinin bizzat kendisinden tahsis edilmesi.
Sonuçlarından önce bu düzenlemenin temelinde yatan zihniyeti değerlendirmek daha doğru olacaktır. Üzerinde yaşadığımız topraklarda yaklaşık iki yüz yıldır süren aydın-bürokrat-asker işbirliğinin dayattığı "halka rağmen halkçı" yaklaşımın son dönemde artık iyice çıkmaza girmesi; bu anlayışın kaynağı olan Batı sömürgecilerini bir reform zorunluluğuna itti. Böylece 24 Ocak -12 Eylül dönemecinden sonra, bu kez aynı zihniyetin liberal-kapitalist kartlarına oynanmaya başlandı.
Egemen güçleri temsil eden bir önceki kuşak; kendi halkına yabancılaşmış, Batı'ya ait her şeyi kutsal sayan, ilerleme adına sömürgecilerle işbirliğinde bulunan, gerektiğinde kendi halkına karşı sivil veya askerî darbeler tezgahlayan veya başı her sıkıştığında "zinde devlet güçlerini" imdada çağıran kadrolardan oluşuyordu. Yeni kuşak ise daha farklı metodlar izliyordu. Liberalliğin moda olması ve Batı'ya eklemlenme arzusunun adeta şehvetli bir tutkuya dönüşmesi; kendisini transformasyon/çağ atlama üslubuyla ifade eden bir değişmeyle ortaya koydu. Toplum dokusunu ekonomik düzenlemeler ve "fiyat ayarlamaları"yla tahrip eden, fuhşu ve ahlaksızlığı üstün değer haline getiren, insanın kendisini, ahlakını ve maneviyatını bile pazarlanacak ekonomik meta olarak gören, sihirli kelimesi "köşe dönmek» olan materyalist Batıcı anlayış; topluma bu kez Üniversitelerde bir darbe daha indirdi. Önceki haliyle çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, yeni ifadesiyle ise "çağ atlamak" aşkına Türkiye'nin her şeyini sömürgecilere sunanlar; kendi dinlerinin kulluk görevini daha iyi yerine getirebilmek için gençliği kapitalizme satmaya çalışıyorlar.
Batıcı düzenin en üst düzeydeki ideolojik kurumu ve sistemin kendisini yeniden ürettiği, gerekli donanımını sağladığı organı olan üniversitelerde "hak, adalet, insaf, zulüm" gibi Doğulu(!) kavramların gündeme gelmesi, çok büyük bir olumsuzluk arzediyordu. Hele sistemin temel felsefesiyle taban tabana zıt ve varlık amacıyla çelişen İslamî anlayışın; halkıyla ve halkının değerleriyle bütünleşmiş müslümanların boy göstermesi son derece tehlikeliydi. Üniversitelerin yine birer "seçkinler kulübü" olması gerekliydi. Halkın ve taşralıların ise sadece bazı "seçkin üniversiteler"den yetişmiş seçkin yöneticilerin emrine alt düzeyde çalışmak üzere ikinci sınıl öğretim görmelerine izin verilebilirdi. "Özel Statülü/Seçkin Üniversiteler"de kapitalist pazarın ihtiyacına göre yontulmuş mallar (öğrenciler) üretilecek; bunlar kilit noktalara oturacak; Türkiye'nin sömürülmesi ve halk düşmanlığı sürecektir. Bu üniversitelerde egemenlerin (müstekbirlerin) istedikleri düşünülecek, konuşulacak ve üretilecektir. Müstekbirlerin sosyal sınıfları dışından olanlar arasında ancak kimliğini ve benliğini satanlar bu ayrıcalıktan yararlanabilecektir. En korkuncu da bütün bu düzenlerin müstekbirlerin ya da holdinglerin parasıyla değil halkın cebinden çıkan, boğazından kesilen kaynaklarla gerçekleştirilecek olmasıdır.
"Özel Statü" kanununa gelen bazı cılız tepkilerin son derece sağlıksız olması başka bir sorundur. Temelde aynı materyalist Batıcı anlayışın diğer kanadının temsilcileri tarafından ya da Türkiye'deki değişikliği henüz idrak edememiş (ve edemeyecek) olan tek parti dönemi özlemcisi birinci kuşak seçkindiler tarafından gelen bu eleştiriler; yedi yıldır sürdürdükleri "YÖK'e hayır! Bağımsız Üniversite! 12 Eylül'ün dekan ve rektörleri... Polis, sivil faşist idare işbirliği... vs." edebiyatlarını unutmuş gibi üniversitelerin mevcut konumlarını savunur bir tavır almışlardır. Her türlü imkanı, vergilerle oluşturulan devlet bütçesinden karşılandığı halde, gene de işin ekonomik yükü. eskisinden çok daha ağır şartlarla öğrencilere dayatılacaktır.
Mevcut konumuyla da gayri meşru olan üniversite; her fırşatta İslami değerlere saldırılan, halkın maneviyatına, ahlakî anlayışına, duygu ve değer yargılarına bilimsellik ya da ilericilik adı altında seçkinci tavırlarla düşmanlık edilen bir kurum olarak -istisnalar dışında- toplumdan kopuk bir haldedir. Fakat gelişen potansiyeliyle, İslami yaşam biçimiyle, Hakkın şahitliğini yapan müslümanlar başta olmak üzere sisteme alternatif oluşturan, bu iddiada bulunan ya da en azından sistem tarafından bu şekilde algılanan çeşitli muhalif gruplar, üniversitelerde yer tutmaya başladılar. Bu son düzenleme ise, bugüne kadar sergilenen bütün haksızlık ve ihanetleri aşacak, adeta geri dönüşü olmayacak bir şekilde yüksek öğretim kurumlarının her şeyleriyle kapitalist istikbarın tahakkümüne girmesi sürecidir.
"Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan men etmesi gerekmez miydi? Fakat onların arasından; ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar." (11/Hud, 116)
Yapılmak istenen, sadece bir kesimin, bir sınıfın konumunun ya da üniversitelerin statülerinin değiştirilmesi değildir. Gençliğin geleceğinin ipotek altına alındığı; Öğrencinin mal gibi pazara sürüldüğü; halkın parasıyla oluşturulan imkanların halk çocuklarına yasaklandığı, üstelik halkın sömürülmesi için kullanılmak istendiği bir düzenleme olmakla da sınırlı değildir. Planlanan süreç, bu süreci planlayanlar da dahil olmak üzere belki de bütün bir toplumun felaketini hazırlayabilecek bir gidişatın adımlarından birisidir.
"Öyle bir fitneden sakının ki aranızdan yalnız haksızlık edenlere erişmekle kalmaz (bütün toplumu etkiler)." (8/Enfal, 25)
Kurtuluş; her şeyi layıkıyla bilen ve takdir eden Rabbimizin bildirdiği; takva sahipleri için yol gösterici olan; önünden ve arkasından hiç bir batılın karışamadığı; doğrulukça ve adaletçe tamamlanmış kitabı Kur'an-ı Kerim'i toplumsallaştırmak, böylece ilahi adalete dünyada kavuşmakla ve bu uğurda çaba sarfetmekle mümkündür.
Dipnntlar:
1. 33/Ahzâb, 72.
2. 2/Bakara, 30.
3. 8/Enfal, 39.
4. 22/Hac, 41.
5. 55/Rahman, 8-9; 83/Mutafiifîn, 1-3; 6/En'âm, 152;7/A'râf, 85; 11/Hûd, 84-85; 17/İsrâ. 35.