Günümüzde, savaş sever militan küresellik, anlık çıkarlara dayalı fırsatçı politik uygulamalar, stratejiler ve yorumlar geliştiriyor. Küresel güç, akıl ve mantıktan yoksun bir güç, küresel bilgiden ahlaktan yoksun bir bilgi olarak hayata geçiyor. Özellikle, İslam dünyası bugün nevrotik bir narsizmle karşı karşıya bulunuyor. Bu narsizm, emperyalist güçleri her gün yeni bir macera arayışına ve maceraya sevk ediyor.
Emperyalist küresel güç her şeye rağmen sahip olmak, her şeye rağmen yönetmek, her şeye rağmen tahakküm etmek istiyor. Güçlü olan, işlediği bütün insanlık suçlarını, yaptığı bütün kötülükleri gerekçelendirebiliyor, hatta meşrulaştırabiliyor. Hükmetme tutkusu, bugünün dünyasında sürekli olarak uzlaşmazlık ve çatışma üretiyor. Uluslar arası düzende, insan hakları tamamen ayrımcılık ve ırkçılık temelinde ve çok çirkin bir şekilde kullanıldı, kullanılıyor. Öldürmeyi bir zevk ve eğlence telakki eden "demokrasi havarileri"nin, hala insan hak ve özgürlüklerinden söz edebiliyor olmalarını anlamak mümkün değil. Küreselleşme bu gün yeni bir sömürgecilik şeklinde yol alıyor. Bu yolda narsist Batı kültürü ve dili hiçbir sınır tanımıyor.
Batı'lı narsist dil/söylem, dünya algısını, insanlık algısını, karşıtlıklar ve kutuplaşmalar yoluyla biçimlendiriyor. Batı'lı nevrotik narsizm tarafından üretilen hayali kurgular, bayağı klişeler, kavramlar ve söylemler tarafından sistemli bir şekilde kuşatılıyoruz. Bu kuşatılmışlıklar toplumlarımızda, her alanda derin travmaların yaşanmasına neden oluyor. Dış koşular iç dünyamızı sarsıyor ve altüst ediyor.
"Uygarlaştırma" adına tahakküm büyük bir kaosa yol açıyor. Uygarlık barbarlık biçiminde, "demokrasi ihracı" terör ihracı biçiminde ilerliyor. Bu gün insanlığın karşı karşıya bulunduğu çok ağır sorunların hiç birisinden İslam ve Müslümanlar sorumlu değildir. Afganistan'da, Filistin'de, Irak'ta seçim oyunları oynanıyor, seçim gösterileri yapılıyor. Bu komik seçimler, seçim tiyatroları, Ortadoğu'da Siyonizm'in temel belirleyici olmasını sağlamak üzere sahneye konuyor. Afganistan'da, Filistin'de, Irak'ta gerçek anlamda bir seçim yapılsa, bu seçimlerden hiç kuşkusuz her türlü işgale hayır sonucu çıkacaktır; yine hiç kuşkusuz bu defa işgalciler, biz böyle bir "demokrasi" istemiyoruz diyeceklerdir.
Uluslar arası ilişkilerde egemen olan aşırı yozlaşma ve yavanlaşma, basit ve yanıltıcı klişeler, çarpıtılmış gerçekler, saldırgan söylemler toplumlar/halklar arasındaki iletişime gölge düşürüyor, bir iletişimsizlik durumu doğuruyor. Modern, emperyalist, laik kültür; savaşlar yoluyla, insanların, toplumların, inançlarını, kültür ve yaşam tarzlarını algılama biçimlerini yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Amerika, tahakküm, işgal ve istilayı bir hak sayabiliyor, işgal ettiği ülke insanlarını, insan olarak görmüyor. Bütün bunlar, bütün bu kötülükler, İslam toplumlarının/ülkelerinin küresel sisteme entegrasyonunu sağlayabilmek için yapılıyor.
İslam Dünyası toplumları, tarihleri boyunca ölçüsüz ve sınırsız bir duygusallığı temsil etmişlerdir. Sözünü ettiğim duygusallık, narkotik özellikler içeren bir kültürün ürünüdür. İslam toplumlarında tarihin her döneminde maalesef yatıştırıcı, teskin edici, etkisizleştirici bir dil/söylem hep yürürlükte kalabilmiştir. Bu güm de, yaşadığımız korkunç felaketler karşısında bu yatıştırıcı söylem yeniden karşımızdadır. Yatıştırıcı söylem aracılığıyla toplumlarımız, halklarımız etkisizleştirilmekte, ütopyacı duygusallıklara sığınılmaktadır. Yatıştırıcı söylem daha çok tasavvufî çevrelerde; eylemden bağımsız bir iman anlayışı konusunda ısrar eden çevrelerde gündemde tutuluyor. İnançlarımızın eylemden bağımsızlaştırılması demek, anlamsızlığın ve amaçsızlığın meşrulaştırılması demektir. Bu gün, her zamandan daha çok, güçlü, bilinçli ve sorumlu bir toplum mücadelesi vermek gerekiyor.
Ümmet'i güçsüz, hareketsiz kılan, Ümmet üzerinde bir narkoz etkisi bırakan kültürel etkileri tartışmak gerekiyor.
Yeni yollar, yeni etkinlik alanları bulmak, her şeyi yeniden öğrenmek gerekiyor.
Yorgunluğa ve umutsuzluğa direnmek gerekiyor.
Direnişi seçenler için, hiçbir şey, hiçbir zaman kaybedilemez. Geçek bir değişim, planlı, programlı içerikli bir çerçeve içerisinde düşünülmelidir. Dışarıdan ve tepeden yapılan müdahalelerle gerçekleştirilmeye çalışılan değişimler inandırıcı ve kalıcı olamaz. Dışarıdan yapılan müdahalelerle siyasal rejimler ve yapılan değiştirilebilir; ancak toplumların ruhu değiştirilemez. Hepimiz, her alanda, içerik üreterek varlığımızı hissettirmeliyiz. Bu içerikler, tarihi yeniden yapabilecek düşünceler, kültürel çerçeveler taşımalıdır. İşlevlerini yitiren ve üzerimizde uyuşturucu etkisi bırakan zihniyetin ciddi bir biçimde sorgulanması gerekir. Adaletsizliğe tahammül edilemez. Hakkımız olanı alamamak bir adaletsizliktir.
Kültür ve uygarlığımızın ruhunun tükenmesine seyirci kalamayız. Olaylara bir seyirci gibi bakamayız. Olaylara bir şekilde müdahil olmalıyız. İradelerini özgürce kullanamayan bireyler ve toplumlar aşağılanmaya mahkûm olurlar. İrade yoksunluğu, bireyleri ve toplumları korkuların köleliğine götürür.
Ruhumuzu kaybetme pahasına, maddî kazançlar ve gelecekler peşinde koşamayız. Hiçbir güç bizi onursuz davranmaya zorlayamaz. İnsan, maddî anlamda daha iyi bir konum için, saygınlığını ve onurunu feda etmemelidir. Her durumda çıkarsız tercihler yapmalıyız, basiretli tercihler yapmalıyız. Sistemle her türlü işbirlikçiliğinin, kötülüğe hizmet olduğunu bilmeliyiz.
Duygusal ve hamasî tepkiler göstermek yerine; üretmeli, araştırmalı, sorgulamalı ve çözümler geliştirmeliyiz.
Kendi dünyamıza gerçekçi olarak da bakmayı öğrenmeliyiz. Ahlakî bağlayıcılığa, ahlakî ilgiye, ahlakî katılıma, karşılıklı sorumluluğa önem vermeliyiz. Okumayı ve yazmayı elitist bir eylem olarak görmemeliyiz. Bilginin hayatın kendisi için var olduğunu hatırlamalıyız. Yanlışları kanıtlamaktan daha çok, doğruları inşa ve teklif etmeliyiz. İslamî temellere dayalı, tarihe ve insanlığa hitap eden, bir düşünce-hareket-sorumluluk tasarısı oluşturmalıyız. Zanlara ve kuruntulara tâbi olmadan iyi ile kötüye ayırma yeteneği kazanarak, arındırıcı yükümlülükleri yerine getirmek konusunda hassasiyetlerimizi yükseltmeliyiz.
İnsanlık trajedilerinin ve dramlarının seyirlik bir malzeme haline getirilmiş bulunduğu bir dünyada, merhamet duygularımızı harekete geçirmeli, acı çekenlerle birlikte ıstırap çekmeliyiz.
Zevk düşkünlüğünü esas alan modern hayat tarzı ve dünya görüşünün neden olduğu ağır değer erozyonu karşısında, bütün bir varlığımızı ilahî erdemlerle tezyin/teçhiz etmeliyiz.