22 Temmuz genel seçimleri AK Parti'nin büyük bir oy artışı sağlayarak tekrar iktidara geldiğinin haberi ile sonuçlandı.
Bilindiği üzere 22 Temmuz, erkene alınmış bir seçim takvimi olmanın ötesinde 27 Nisan dayatması/muhtırası ile öne çıkan ve gündeme getirilen bir takvimdi. Bu haliyle de seçim sonuçları birinci dereceden; halkın kahir ekseriyetinin "gece yarısı zorbalığı"na ve "elektronik bildiri" rezaletine karşı tepkisi olarak okunmak durumundadır.
Mevcut işleyişe ve sürece dışarıdan müdahale etmek isteyen bürokratik vesayet sistemi temsilcilerinin, tertipledikleri Cumhuriyet mitinglerinin ve ortaya koydukları terör dahil birtakım provokasyonların seçimleri kendi lehlerine döndürmeye ve sonuçlandırmaya yetmediği görülmüştür. Cisimleri ile cürümleri ters orantı bu azınlığın gücünü daha doğrusu etkisini küçümsememekle birlikte; sanılandan ve sunulandan da çok küçük oldukları bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Kemalist elitin başörtüsü karşıtlığı üzerinden yürüttüğü kampanyalara ülke insanının cevabı ortadadır.
Cumhuriyet mitinglerinde meydanların "gösterişli dili" örgütlü ve imkanlı grupların nümayişlerine, gövde gösterilerine büründürülmüşken; seçim sonuçlarıyla bu gövdenin dışı cilalı içi kof, üstelik başka uzuvlarının da olmadığı öğrenilmiştir.
Tahrik, tertip ve provokasyon konusunda son derece tecrübeli ve bilgili olan rejim güçlerinin durumdan yeni vazifeler çıkartacaklarını tahmin etmekse güç olmasa gerektir. Kısa bir süre içinde olmasa bile önümüzdeki günlerde yeni gerilimler için birileri hazırlıklara başlamış olmalıdır. Meclise giren DTP'li bağımsızlarla MHP'liler bu iş için ne kadar uygun görülür, bunu şimdiden kestirmek zor. Ancak korku ve terör üzerinden yürüyen ve büyüyen siyasetlerin, doğal farklılıkları ayrılık olarak okumaya teşne tutumları iç siyasetin yumuşak karnı olarak daha belirgin bir hal alacağa benzemektedir. Geniş kitleleri tahrik etmede Kemalist laikliğin "irtica" çığlıklarının yeterli etkiyi yapmadığı da düşünüldüğünde, meclise girmiş iki tarafın milliyetçi temsilcilerinin yanlışları birilerini oldukça sevindirebilir.
Türklüğün üstelikte "ne mutlu" övünmesiyle birlikte ülkenin bütün insanlarına ve kavim mensuplarına tahakküm gücüyle zorunlu tek kimlik olarak sunulma saçmalığına karşı, AK Parti'nin Kürt yoğunluklu bölgelerdeki seçmenden aldığı oylar ve mesaj iyi değerlendirilmelidir.
Cumhurbaşkanlığı sürecinde ortaya konan haksızlıklara karşı bölge insanında halen güçlü bir şekilde varolan İslami hassasiyetlere sahip çıkma tavrı, özellikle başörtüsü yasakçılarına karşı AK Parti'yi tercihle sonuçlanmıştır. Bu yönelimin, son dönemlerde yoğunlaşan İslam'a saldırılara duyulan tepkiden nefret ettiği o kadar aşikardır ki, bölgede görece güçlü olan Kürt ulusalcılar bile umduklarını, söz konusu gelişmelerin etkisiyle bulamamışlardır.
Umulur ki, AK Parti, kendisine gösterilen teveccühün nedenini doğru okur. Ve sürekli ertelediği özgürlükler üzerindeki ambargoları kaldırmada daha aktif bir tutum sergiler. "Kurumlar arası mutabakat" gibi yanlış ve nevzuhur bir mutabakat arayışıyla kitleleri oyalamak daha fazla mümkün olamaz.
Bizim nezdimizdeki meşruiyeti bir yana; demokrasi adı verilen sistemlerde mutabakatı halk verir. Teoride, halk tercihine ve iradesine kutsama derecesinde değer atfedenlerin pratikte değerlerini kurumlara kurban etmeleri; kutsadıkları helvadan putlarını acıkınca yiyen cahiliye insanını hatırlatıyor. Elbette modern cahiliyenin öncekilerle benzerliği sadece bu tür ikiyüzlülüklerde ortaya çıkmıyor. Geçmiş dönem cahiliyesindeki aşiret ve kavim taassubu bugün de benzer şekillerde tezahür ediyor.
İslami kimlik ve değerleri tebliğ etmeyi öteden beri unutmuş, terk etmiş ya da ötelemiş bulunan AK Parti mensuplarının ve dışarıdan bazılarının, kitlelerin duyarlılıklarını sadece ekonomik istikrarın bozulmaması yönünde ele almaları ise yetersiz, indirgemeci ve hatta kasıtlı bir değerlendirmedir.
AK Parti'nin mücadele alanlarında, sürekli elini kolunu bağlayan cumhurbaşkanlığı gibi kilit konuma sahip bir mevkinin elde edilmesinin seçim sonuçlarıyla yolu açılmıştır. Artık mazeret üretim devrinin bitmesine de az kalmış olmalıdır. Ne var ki; seçim sonuçlarını özgürlük yolunu genişletmede, halka refah ve kolaylık sunmada bir imkan yakalama olarak değerlendireceklerin sayısının, malum çevrelerde giderek azaldığı da bir gerçektir.
Yeni adaylarla AK Parti'nin, Özal'ın ANAP'ına, gittikçe yaklaştırıldığı ve benzetildiği de ortadadır. Düzen siyasetinin en temel özelliği olan servet ve statü kapma yarışının AK Parti mensuplarınca da iyice öğrenildiği ve benimsendiğine ilişkin ciddi deliller ve sonuçlar da meydanda iken, gemileri ya da "gemicik"leri tehlikeli sulara sürmek mümkün olabilir mi, göreceğiz.
İslami kimliğini ve değerlerini düzen kimliği ve değerleriyle değiştirmiş olanların kavgalarının pastadan pay kapma kavgası olması ise kaçınılmaz gibidir. Etrafımızda gördüğümüz pek çok örneğe ve olaya rağmen yine de insani erdemler ve adalet adına umut kapıda beklemektedir.
Muhtemeldir ki AK Parti bundan sonra daha fazla mağduru ve mazlumu oynayamayacaktır. Çünkü eli güçlendirilmiş, önü açılmıştır. Ama halen birtakım korkulara ve kaygılara teslim olmayı sürdürürse sonun başlangıcına gelindiğini de bilmelidir. Bu durumda kendisine verilen mühlet ve kredi de bitmiş olacaktır.
Şimdi tercih onların; ya sistemin egemen güçlerinin yasak alanlarına girmeyip, küplerini doldurmayı, işlerine bakmayı, bunu da ekonomik istikrar adına dillendirmeyi sürdürecekler ya da ülkeye zorla giydirilen yasakçı, dayatmacı, deli gömleklerini parçalamayı tercih edeceklerdir.