Uluslararası Para Trafiğinde Amerikan Kontrolü

Mustafa Durmuş

Serbest piyasa ekonomisinin zaferini ilan etmesinin üzerinden azımsanmayacak bir zaman geçti. Mal ve para transferleri anlamında ülkelerin sınırlarının çok bir işlevi yok artık. Sınır ötesi her türlü transferin parasal kısmı bankaları devreye sokuyor. Bankalar, dış işlemlerin parasal boyutlarını muhabir bankaları kanalıyla gerçekleştiriyor.

Türkiye’dekibir firma örneğin Almanya’daki bir firmadan mal aldığında satıcı ve alıcının bankalarının devrede olması gerekiyor. Anlaşma şartları dâhilinde Türkiye’deki firma malın parasını Türkiye’deki kendi bankasına, banka da satıcının bankasına ödeyerek transfer işleminin gerçekleştirilmesi sağlanıyor. Bu trafikte bankaların müşterilerine ve işleme dair bilgileri de içeren iletişimi SWIFT denilen uluslararası bir iletişim kanalıyla sağlanıyor. İthalatçı firmanın çalıştığı bankanın ihracatçının ülkesinde bir muhabir bankasının olmaması halinde araya üçüncü bankaların da girmesi gerekiyor. Mal alışverişi olmaksızın herhangi bir nedenle para transfer işlemlerinde de aynı mekanizma işlemektedir. Örneğin siz Almanya’da yaşayan birine para göndermek istediğinizde de süreç aynı şekilde yürümektedir.

Transfer edilecek paranın Amerikan Doları olması halinde işlem her halükarda ABD’yi dolaşmak zorundadır. Dolar işlemlerinde bir Amerikan bankasını veya Amerika’da faaliyet gösteren bir bankayı muhabir olarak kullanmak zorundasınız. Eğer dolar muhabiriniz yoksa dolar muhabiri olan bir bankayı ek olarak devreye sokmanız gerekmektedir. Bu durum işlemin tarafları ile ilgili Amerika’nın sakıncalı kontrolünü de beraberinde getirmektedir. Daha açık bir ifade ile parayı gönderen veya alandan herhangi birisi ABD’nin sakıncalılar listesinde bulunuyorsa o paraya sorgusuz sualsiz el konulmaktadır. İsim benzerliklerinden dolayı el konulup da geri almak için yıllarca uğraşılan işlemler bulunmaktadır.

Bu tür bir Amerikan kontrolünün sadece yurtdışı para transferlerinde mevcut olduğu anlaşılmasın. Siz Türkiye’deki yerel bir bankada var olan hesabınızdan Türkiye’deki başka yerel bir bankaya dolar transferi yapmak istediğinizde de aynı mekanizma işlemekte, para dolar muhabiri olan Amerikan bankaları kanalıyla önce bir ABD’ye uğramakta ve onun üzerinden nihai varış yeri olan Türk bankasına gelmektedir.

Aynı durum USD olarak düzenlenmiş bir çeki tahsile başka bankaya verdiğinizde de mevcuttur. Yani siz bir Türk bankasından USD çeki kullanıyorsunuz. Ticaretinizden dolayı bu çeki düzenleyip mal aldığınız yere verdiniz. Mal aldığınız yer de bu çeki tahsil etmesi için hesabı olan başka bir bankaya (çek sahibi banka dışında) verdiğinde tahsil olan bu çekin bedelinin hesaba geçmesi için ABD’yi dolaşması gerekmektedir.

Yurtiçi Amerikan Doları para trafiğinden ABD’yi bypass etmek için bazı bankalar karşılıklı olarak dolar hesabı açıp müşterilerinin işlemlerini yurtiçi havale olarak yapma yoluna gitmişlerdir. Ancak bu durumda para trafiği tam olarak izlenemediği gerekçesiyle MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurumu) tarafından uyarılara neden olmaktadır.

ABD’nin sakıncalı kişi, şirket, kurum ve devletler kontrolü Hazine Bakanlığına bağlı OFAC (The Office of Foreign Assets Control / Yabancı Varlıklar Kontrol Kurumu) kanalıyla yapılıyor. OFAC amacını terör, uyuşturucu trafiği, kitle imha silahlarının kullanımı, üretimi gibi konularla ilişkili olduğunu düşündüğü kişi, kurum, kuruluş, şirket ve devletlerin tespit edilmesi ve bunlara ekonomik ve ticari yaptırım uygulanmasını yönetmek olarak tanımlıyor. Bu çerçevede devlet olarak, Soğuk Savaş yıllarından kalma Küba’ya ilaveten İran, Sudan ve Kuzey Kore, Ukrayna ile ilgili olarak kısmen Rusya listede yer almaktadır. Hamas, İslami Cihad (Filistin İslami Cihadı, Mısır İslami Cihadı vb. tüm versiyonları ile), el-Kaide (tüm alt grupları ile), IŞİD ve bu örgütlerle irtibatlı olduğu düşünülen (kelimenin içerdiği öznelliğe dikkat edilmeli) kurum, şirket, şahıslar OFAC listesinde yer almaktadır. Listede yer alan ülke, şirket, kurum, kişilere veya kişilerden yapılan dolar transferleri (Burada ülkelerle ilgili farklı durumlar olabilmektedir. Örneğin gıda, ilaç vb. ile ilgili transferlere müdahale edilmediği de olmaktadır.) kaynakta müdahale edilerek bloke edilmektedir. Yasaklılarla iş yapan şirket, şahıs ve bankalara yüklü tutarlarda cezalar kesilmektedir. Örneğin İran’la iş yapan bir Türk firmasına geçen yıl 750.000 USD para cezası kesildiği gazetelere yansımıştı. Firmalar kendilerine ceza kesildiğini, çoğu zaman kendilerine gelecek veya kendilerinin gönderdiği paralar banka transferi sırasında bloke edildiğinde öğrenmektedirler.

Bu durumda transferlerin USD yerine EUR yapılarak ABD’yi dolaşmadan (Avrupa üzerinden) gerçekleştirilebilmesi akla gelebilir. Nitekim bu türden işlemlerin yapılabildiği de bir vakıadır. Ancak bu alandaki kaçağı önlemek adına ABD başka bazı enstrümanları devreye sokmaktadır. Bunlardan birincisi yaptırımlarına Birleşmiş Milletlerin (BM) de dâhil olmasını sağlamaktır. İran’a yaptırımlar ve Türkiye kamuoyunun da yakından bildiği Yasin el-Kadı’ya yönelik yaptırımlar bununörnekleridir. Yeri gelmişken Yasin el-Kadı’nın on yılı aşan bir hukuki süreç sonunda ancak kendini aklattırabildiğini de belirtelim. Ancak uluslararası sistemdeki siyasal bölünmeler BM’nin Amerikan çıkarları doğrultusunda etkin kullanımını her zaman mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle ABD kendisinin sakıncalı listesinde yer alan kişi, şirket ve ülkelere iş yapan bankalara büyük cezalar vererek yaptırımlarını uygulatma yoluna gitmektedir. Örneğin 2014 yılında Fransız bankası BNP Paribas’a (Türkiye’deki TEB’in de ortağı) 8.9 milyar dolarlık ceza kesildi. İngiliz bankası HSBC’ye 2012 yılında 1.9 milyar dolar ceza verildi. Bu cezanın 375 milyon dolarlık kısmı İran, Sudan ve Küba ile ilgili yaptırımları ihlali nedeniyle verildi. Bu arada ülke yaptırımlarının tek başına ülke hükümetleriyle ilgili olmadığını, yasaklı ülkenin şirketlerini, başka ülkelerde kurulmuş olsa bile o ülke vatandaşları tarafından kurulmuş şirketleri de kapsadığını belirtelim. Hatta yasaklılarla ilişkisi olduğu (örneğin İran’la başka kanallardan ticareti olduğu) istihbar edilen şirket veya şahıslar da yaptırımla karşılaşabilmektedir.

Bu cezalar tüm bankaları müşterilerinin yasaklılar listesinde olup olmadıklarına dair çok titiz davranmaya, küçük isim benzerliği olanları bile dışlamaya yöneltmektedir.

ABD kestiği büyük cezalarla yetinmeyip başka ülke bankacıları ile toplantılar yaparak konu ile ilgili hassasiyetini birinci ağızdan banka yöneticilerine de iletmektedir. Bu çerçevede 2013 yılı başlarında OFAC yetkililerinin Türk banka yöneticileri ile yaptığı toplantı basında da yer almıştı.

Ülke dışına taşmayan yabancı para transfer işlemleri ile ilgili olarak geçmişte Ziraat Bankası bünyesinde bir sistem oluşturulmasına yönelik çalışmalar başlatılmış ancak ne hikmetse akim kalmıştır. Düşünülen sisteme göre Türkiye’deki bankaların herbiri Ziraat Bankası bünyesinde dolar hesabı açacaklar ve müşterilerinin diğer bankalara gönderilecek dolar transferlerini talimatla Ziraat Bankasındaki banka hesapları aracılığıyla gerçekleştireceklerdi.

Diğer bir çaba ise yabancı para çeklerdeki çek tutarlarının ödenmesi ile ilgili TL çek takas sistemine benzer bir YP (Yabancı Para) çek takas sisteminin Merkez Bankası Takas Odası bünyesinde kurulmasına yönelikti. Ancak bu çaba da on yıldan daha uzun bir zamandır düşünce düzeyinde kalmanın ötesine geçememiştir.

ABD küresel sistemin efendisi olarak kararlarını yaptırım ve cezalarla uygulatmanın yanında işi bir adım daha öteye taşımanın gayreti içinde olmuştur. Karar ve kurallarının diğer ülke iç hukukunda da anlam ifade edebilmesi çabası ile FATF’yi (Financial Action Task Force / Mali Eylem Görev Gücü/Grubu) devreye sokmuştur. FATF, ABD öncülüğünde 1989’da G-7 Zirvesinde başlatılan ve 1990’da kurumsal hale getirilen bir çalışma grubudur. Kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı gibi konularda ülkeleri, kapitalizmin efendileri ile aynı kaygıları paylaşan ve uygulayan varlıklar haline getirmeyi hedefliyor.

FATF 1990 yılında, karapara aklama (Anti Money Laundering/ AML) ile mücadele esaslarını belirten ve uyuşturucu suçlarından elde edilen gelirlerin finansal sistem aracılığı ile aklanmasının takibi konusunda uygulanabilme özelliği taşıyan 40 tavsiye kararı yayımlamıştır. 40 tavsiye gözden geçirilerek terörizmin finansmanının engellenmesini de içerecek şekilde yeniden düzenlenmiş ve FATF genel kurulunda 2003 yılında deklare edilmiştir. Tavsiyelere uyumun denetlenmesi ve uygulamanın yaygınlaştırılması için FATF bünyesindeki organların yanısıra, uluslararası bölgesel organizasyonlar, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kurumlarla ortak hareket edilmesi kararı alınmıştır.

FATF, 40 tavsiye kararlarına uymayan, uygulanması gereken tedbirler konusunda sistemleri zafiyet gösteren ve uluslararası alanda işbirliğine yanaşmayan ülkeleri,  “İşbirliği Yapmayan Ülkeler Listesi”ne almakta ve üye ülkeleri, söz konusu listede yer alan ülkeler ve vatandaşları ile olan işlemlerde daha dikkatli olması yönünde uyarmaktadır. 40 tavsiye ile özellikle finansal kuruluşlara müşterilerini tanımaları (KYC / Know Your Customer) ve şüphelendikleri işlemleri bildirmeleri istenmektedir. Müşterinin kimlik, adres, iletişim bilgileri ve meslek bilgisi finansal kuruluş tarafından mutlaka alınmak ve finansal kuruluş nezdinde yaptığı işlemlerin amacı tespit edilmek zorundadır. Şüpheli işlemlerin FATF’nin Finansal Kurumlar Birimine (Financial InstitutionsUnit) bildirilmesi gerekmektedir. (Türkiye uygulamasında bu tür dış bildirimler hiçbir zaman doğrudan uluslararası kuruluşa yapılmaz. Bildirimler önce devletin ilgili birimine -konumuzla ilgili MASAK- bildirilir, uluslararası kuruluşa bildirim devlet kanalıyla yapılır.)

Geçen sene ülke gündeminde yer bulan Türkiye’nin gri listeden çıkıp çıkamayacağı tartışmaları FATF’nin bu listesi ile ilintilidir. Türkiye alınan kararları uygulamakla ilgili olarak işbirliği düzeyi yeterli bulunmadığı için FATF’nin gri listesinde yer almıştı. Ancak yasal düzenlemeleri yapıp, MASAK’ı etkin olarak devreye sokacağı garantileri sonrasında Ekim ayı içinde bu listeden çıkartılmıştı.

Uluslararası bu düzenlemelerin bankalar nezdinde psikolojik yansımaları da olmaktadır. Her bankanın bu tür düzenlemelere uyumu yöneten ve bildirimleri yapan uyum birimleri bulunmaktadır. Bu birim çalışanları resmi listelerde yer alan (OFAC’ın oldukça geniş yasaklılar listesine resmi internet sitesinden rahatça ulaşılabilmektedir.) isimlerin işlem yapmalarını engellemenin yanında adeta istihbaratçı gibi davranıp listede ismi olanlarla irtibatı olabilir kaygısıyla en azından -işlem yapmayı engellemese bile- şüpheli işlem bildiriminde bulunmaktadırlar. İsimlerinin uluslararası bankacılık piyasasında yeterli uyumu göstermeyen banka olarak algılanması, ceza almasalar bile muhabirlik ilişkilerinde sorun çıkaracağı kaygısıyla kraldan daha kralcı davranışa itmektedir.

Uyuşturucu ve kara para trafiğinin engellenmesi ile ilgili hiçbir sorunumuz olmadığı açıktır. Hatta terörizmin finansmanının engellenmesi ile ilgili de bir sorunumuz yoktur. Ancak burada terörizmin kim tarafından ve nasıl tanımlandığı önem arzetmektedir. Uluslararası sistem (uluslararası dediğimize bakmayın, aslında ABD hegemonyası) kendi çıkarlarına (ve bu arada İsrail’in de çıkarlarına) meydan okuyan/tehdit eden her türlü oluşumu terörist olarak nitelemektedir. Bu tür meydan okumalar da bilindiği gibi artık sadece Müslüman dünyadan ve Müslüman gruplardan gelmektedir. Bunu söylerken yöntem olarak meşru olmayan şiddeti kullanan grupları aklamak gibi bir niyetimizin olmadığını da belirtelim.

Sonuç olarak; bugün küresel ekonominin atardamarı olan bankacılık sistemi hem küresel hem de yerel alt düzeylerde Amerikan kontrolündedir. Küresel ekonomiye tam entegre olmuşsanız, kapınız sermaye hareketleri için ardına kadar açıksa, sizi bağımsız kılacak, bu kontrolü gevşetici enstrümanları -elinizde var olan- kullanmanız pek mümkün olmayacaktır.