Tutuldukları Özel Alanlarından Taşıyor Kadınlar

Yıldız Ramazanoğlu

-Genelde müslüman kadından bahsedilirken, önce batılı kadınların ne kadar bedbaht olduğu anlatılır, sonra da müslüman kadınların ne kadar mutlu olduğundan bahsedilir. Medeniyetler bağlamında bir karşılaştırma yaptığınızda her iki dünyayı da gözlemlemiş biri olarak ne söyleyebilirsiniz?

-Böyle bir karşılaştırma yapmak çok zor. Mutluluk göreceli bir kavram. Kadınlar her kültürde belli bir hiyerarşi içinde mutluluklarını kuruyorlar. Daha iyisini görünceye ya da duyuncaya kadar... Sorun genelde ötekileri bilmekle başlıyor. Karşılaştırmalar başlayınca insanlar yaşadıklarını idrak etme fazına geçerler, bu bir bilinç yükselmesi durumu. 1957'de Irak'da Kürt kadınlarla uzun zaman birlikte yaşayan Danimarkalı antropolog Hanny Hansen onların asla batılı kadınlardan daha kötü durumda olduklarının söylenemeyeceğini yazmış kitabında. Tabii ki bu çok istisnai bir kanaat. Buna benzer çalışmalar için, İslam ülkelerini dolaşan Avrupalı ve Amerikalı araştırmacıların ise genelde ortak kanaatleri müslüman kadınların taleplerinin hukuki değil duygusal ve ahlaki olması.  Bu mevcut düzenlemeleri bile kullanmalarını engelliyor ve batılı kadınlara göre daha alt statüdeler toplum içinde. Müslümanların buna karşı ürettiği argüman şöyle: Bizde boşanma oranları çok düşük; erkekler ihanet etmez, kadınlar yedirilir, içirilir, giydirilir. Dini olarak da en çok yedirip içirmeye vurgu yapılması, en asgari olan ihtiyaçların herşey gibi takdim edilmesi öteden beri adet olmuş. O zaman yedirilmeye ihtiyacı olmayan batılı kadınlara ne vaadediyor sizin dininiz demezler mi? Boşanma oranlarının batıdaki toplumlara göre düşük olması, biraz çaresizlik biraz da karşılıklı özveri ruhunun hâlâ muhafaza edilmesinden kaynaklanıyor, yoksa aile içi ilişkilerin bizde çok daha mükemmel olmasından değil. Müslüman ülkelerde hâlâ erkek çocuğa daha çok ihtimam gösterilirken, batılı ülkelerde kız ve erkek çocuklar eğitim, beslenme, sağlık, spor, eğlence gibi birçok hayati etkinliklerden eşit olarak yararlanıyorlar. Evliliklerde ast-üst ilişkisinden çok istişareyle paylaşma var. Tabii bunlar kadınların sorunu olmanın ötesinde insani bir problem olarak da gündemde Türkiye'de. Mevcut rejimin ürettiği, toplum dokusuna her katmanda eşitsizliği hakim kılan bir yapılanma var. Güçlüden acize doğru kademe kademe çoğalarak herkese yansıyan adaletsizliğin kadınları ve çocukları daha çok vurması kaçınılmaz.

-İslam dünyasında da yüzyıllardır süregelen, kadını ikinci sınıf gören bir yapılanma yok mu? Bunun farkına varmak, sorgulamak kadınları nasıl etkiliyor?

-Tepkiler muhtelif. Toplum bu noktada gerçekten bir kırılma noktasında.  Bağırdığınız zaman sadece bağırdığınız kalır hatırda. Ne dediğinizi kimse anlamaz. Bazı şeyleri sabır, özveri fakat ne istediğini bilen kararlılığı elden bırakmadan dönüştürebiliriz. Bu yolla birçok şey aşıldı, hayatın yeni bir paylaşımla nasıl götürülebileceğine dair tecrübeler oluşmaya başladı. Gündelik hayatı aşmak, çalışmak, üretmek, katılmak isteyen yeni kadınlara çabuk alıştı İslami kesim; yeni bir hayat şekilleniyor bana göre. Fakat gelinen noktada sadece artık devrini tamamlamakta olan İslami bağnazlıkları konuşup durur; laik bağnazların engellemelerini görmezden gelirsek çok kapalı devre kalırız. Milyonlarca insan elele zincir oluşturdu kadınların örtülü eğitim hakkı için. Bizi buraya getiren süreci iyi analiz etmemiz lazım. Bu tabii ki beni aşar; kapsamlı bir araştırma yapmış değilim. Fakat ilk kez II. Abdülhamit döneminde kız ve erkek çocukların zorunlu temel eğitime tâbi tutulduğunu söyleyebiliriz. Müfredatlarında gereken her ders var ve eğitim şimdikinden nitelik olarak daha kaliteli. Birinci Dünya Savaşı sonrasında tüm kız ve erkek çocuklar okuldadır. Kız çocuklara yönelik giysi baskıları nedeniyle aileler cumhuriyet döneminde okullara kuşkuyla yaklaşmışlardı. Ta ki İmam Hatip okulları açılana kadar. Ancak o zaman muhafazakâr ailelerde yeni bir hareketlenmeye şahit oluyoruz, yeniden cesaretleniyorlar. Üniversitelere gelen başörtülü kızların çekirdeğini oluşturur bu okullar. Bir yandan da şehirlere göçen yerel giysili köylülerin statü kazanmak için açılıp saçılmaya alternatif olarak pardesü ve başörtüsü giymesi, bu yolla kentleşmesi olgusu var.

-Müslüman kadınları aşağı bir statüde tutmak isteyen, baskı altına alan mevcut rejimdir ve bunda İslami toplumsal dokunun işleyişindeki yanlışlıkların bir dahli yoktur mu demek istiyorsunuz?

-Elbette var ama belki de bizim geldiğimiz süreçte bunları çok konuşmuş olmanın getirdiği bir bıkkınlık var. En azından benim için. Meselenin bu yüzünü (koruma adına çok ileri noktalara varan, baskıcı yüzü bu sorunun) en azından benim kuşağım çok konuştu ve taassubun rengi epeyce açıldı. Karşımızda daha karmaşık olan öteki yüz var. Müslüman halk hızla kendi özgün çağdaşlaşmasını üretiyor. Aslında çoğu zaman sağlıksız ve kararsız görünümler arzetse de ortada bir denemeler manzumesi var. "İslami" adı altında bir çaba var. Belki birçok alanda kendimize özgü olanı üretmek yerine modernin İslami versiyonlarını oluşturmaktan öteye geçemiyoruz ama içimiz rahat değil,  bocalama var ve arayış sürüyor. Bir de dinin defterini tamamen dürmek isteyen bir ideoloji var. Onların çağdaşlaşma diye bir sorunları olduğuna inanmıyorum, sanki bir şey kaçırıyorlar bu cazgırlık içinde. Bu kaçırılan şey halkın kendi kendisini yönetmesi, yani cumhuriyettir. İktidarı halka vermek istemeyen, ülkeyi oligarşiyle yönetmeye kararlı olan İttihat-Terakki 75 yıldır ülkeyi, kaynaklarını, insanlarını tüketiyor ve gaspettiği iktidarı halka vermiyor.

-Peki diğer İslam ülkelerinde durum nasıl; müslüman kadınlar geçen yüzyıla göre daha iyi bir noktaya geldiler mi?

-Bu konularda birçok araştırma yapılıyor. Tabii hep batılı kadınların çalışmaları bunlar. Artık uzmanlık alanları oluşuyor. Türkiye, Mısır, Filistin, Türki devletler, her birindeki kadın hareketlerini inceleyip incelikli bilgilere ulaşan bu yorumları kendi akademik çevrelerine taşıyan sayısız kadın var, biz de ne durumda olduğumuzu onların çalışmalarından öğreniyoruz. Bir de üniversiteyi bitirmekten başka bir şey aklımıza gelmiyor, kendini yetiştirmek için çabalama cehdi çok zayıf. Üniversite kapılarını zorlarken başka alternatifler de üretilmelidir; araştırma grupları kurulabilir, sivil ve diplomasız kurumlar oluşturulabilir. Genelde müslüman kadınlarda merak ve öğrenme isteği çok zayıf. Rahatına düşkünlük had safhada. Bu, hemen tüm İslam dünyasının problemi.

-Müslüman kadınlar doksan kilometre öteye nasıl gidebileceklerini düşünürken nasıl böyle kapsamlı araştırmalara girişebilirler?

-Aslında sorun o da değil. Ne kadar okumuş olursak olalım, içinde yaşadığımız toplum ya da birçok kızın içinde büyüdüğü atmosfer okumayı bile iyi bir evliliğin önkoşulu olarak beyinlere kodluyor. Sadece gelin olmayı hedefleyen küçük kız çocuk içimizi hiç bırakmıyor. Üniversite sıralarında dirsek çürütmeyle de çogu kez geçmiyor bu şartlanma. Evlenince tüm faydalı çalışmalarını bir yana bırakıp evinin kadını olmak (ne demekse), kendisine değmeyen hiçbir zulümle sorunu olmamak bir ödev, hatta bir övünç kaynağı.  Elbette bir kadın hayatının bir döneminde bebeğine, bir dönem eve yoğunlaşabilir, fakat her dönemde dış dünyayla ilgilerini koşullara göre azaltarak da olsa sürdürmelidir, öğrenmekle ve öğretmekle temasını hiçbir dönemde kesmemelidir en azından. Konuya dönersek; insanlar bu araştırmaları boşa yapmıyor, çünkü büyük bir hareketlilik var kadınlarda. İran'dan sonra gözü korktu modern dünyanın. Teksas Üniv. Antropoloji profesörü Barbara Warnock Fernea tüm Ortadoğu ve Türki devletlerdeki kadınlarla görüştükten sonra bu yıl Amerika'da yayınladığı kitabında müslüman kadınların gözünün artık tamamen açıldığını söylüyor. İran ve Mısır'da kızlar neredeyse üniversitelerin yarısını dolduruyor. Middle East ve Aramco dergilerinin son sayıları yeni kuşak kız çocuklarının talepleri üzerine dosyalar yaptılar. Kızlar annelerini tekrarlamak istemiyorlar; Kur'an okuyor, enstrüman çalıyor, yabancı dil öğreniyorlar; erken evlenmek istemiyor, çocuk büyütürken çalışmak da istiyorlar, daha iyi sağlık tesisleri, okullar ve spor yapabilecekleri yerler istiyorlar, dünyada olup bitenleri merak ediyor, kendilerine göre yorumlar yapıyorlar. Tutuldukları özel alanlarından taşıyor kadınlar. Bir de eskiden bazı olumsuzlukların aşılması için yüzyıllar gerekiyordu; öyle statikti ki toplumsal yapı, bir taş oynatmak kolay değildi yerinden. Şimdi sorunlar daha çabuk çözülüyor, sürekli yalnız olmadığınızı hissettiren sorunlarınızı ve tecrübelerinizi başkalarıyla kolayca paylaşmanızı sağlayan bir iletişim ağı var. Bundan müslümanlar da yararlanıyor tabii ki. Bunu bastırmak yerine bu açılımı İslam medeniyetinin yeniden ihyası için değerlendirebileceğimiz alt yapıları oluşturmak, bu nimetin kadrini bilmek lazım.

-İslam toplumlarında ortaya çıkan Teslime Nesrin, Neval el Sadevi gibi yazarların İslam karşıtı çıkışlarını neye bağlıyorsunuz?

-Beş vakit namaz kılan nice ailelerin oğulları ve kızları şedid bir İslam düşmanı olabiliyor yetişkinliğinde. Türkiye'de de birçok örnek sayabiliriz. Bu herşeyden önce nasip meselesi. Bunun nedenini çözmek, Allah'ın ilminden bir bilgiyi gerektirir. Fakat zahiri koşullarla akıl yürütecek olursak, genelde bu kadınlar son derece zeki, içinde bulunduğu koşulları analiz edebilen, yeni sorular sorabilen insanlar. Hep yanlış İslami pratiklere takıldıklarından böyle uç noktalara gelmiş olabilirler. Bu türden pratiklere sert eleştiriler yönelten fakat Kur'an ve müslümanları birbirinden hassasiyetle ayırarak ilerleyen örnekler de var. Fatma Aliye mesela. Zeynep Gazali, Amine Vedud Muhsin. Bunları da görmek lazım. Din'i müntesiplerinin hatalarından ayırmak, zihinsel bir olgunluk gerektirir. Fakat yine de birçok batılı araştırmacı bu görüşlerimize şöyle cevap verebiliyor; "Peki İslam bu kadar güzel de pratikler neden kötü?" Bu soruyu da geçiştirmemeliyiz. Üzerinde en çok düşünülmesi gereken soruların başında geliyor bu.

Röp: FATMA BETÜL - HÜLYA ALPER