Cahiliye enformasyonunun kuşatılmışlığı altındaki çağdaş insan, vicdanını karartıp zihnini mefluç ederek, tüm kutsalları hayatından ihraç edip aşağıların aşağısına düşen ve tutsak zihninin onursuzca yönlendirmelerini yerine getiren bir robot seviyesindedir. Tutsak zihinler hem kurban hem cellâttırlar. Gözlerinde derin uçurumlar ve tuzaklar saklıdır. Çürüyen, çözülen iskeletler gibidirler. Nerede olmaları gerektiğine karar veremezler, iradelerini tutsak ettirmişlerdir, itiraz yetileri yoktur.
Tutsak zihinler kendilerini ıssızlığın, umutsuzluğun kefeniyle sarar, bütünün içinde kendilerine yer bulamaz, özgürlüğün kanatlarını takınamazlar. Çünkü şahsiyet olamamışlardır. Değil dünyaya açılmak içlerindeki korkulara karşı duracak güç ve iradeleri dahi yoktur. Korku psikozu onları içerden kuşatmıştır. Hayatlarını tutunabilecekleri bir zemin üzerine kuramazlar. “Bu gidiş nereye?” sorusuna verebilecekleri bir cevapları yoktur. Bu tip insanlar mesuliyet duygusundan tamamen mahrum bir felaketin içindeler. Neye dokunsalar, üzerinde simsiyah bir zift tabakası oluşuverir.
Tutsak zihinler kendileriyle yüzleşmek istemez, kendilerinden kaçarlar. Kendilerinden başka herkese, her şeye -bir ağabey, bir üstat, bir şeyh, bir efendi ya da bir tabelaya- sığınırlar ancak Allah’a sığınamazlar. Sığındıkları yerde özeleştiri ve sorgulama yoktur çünkü. Özgür bir akıl ve tasavvurla değil, “Düşünme, teslim ol!” sloganıyla var olur, zihinlerini tutsak ettirdikleri mekânın/kişinin efendisinin rengi neyse o renge boyanırlar.
Tutsak zihinler soru sormaz, sormasını beceremezler. Modernizmin köleleştirdiği bu zihinler hiçbir şeyi içlerinde tartıya vurma zahmetine katlanmazlar. Kendileri için yazılmış-çizilmiş tanımlamalara boyun eğer ve iradeli olarak hiçbir tarafta yer alamazlar. Umut ve direnç sahibi değillerdir. Hangi parametrelerle düşüneceklerini teşhis ve tespitten mahrumdurlar. Varoluş sancısı duymazlar, hayatın nesnesidirler. Yani sadece gözlemcileri, seyircileri… Gerçeğe tanıklık edemezler. Bu tür zihinler yüzü kara, alnı kirli putlara ve putçulara karşı ağızlarında hiçbir şey gevelemeden karşı duramazlar. Yüreklerinde tutunacakları bir kökleri yoktur ve de sağlam bir imanları… Hep bir yabancılaşma içindedirler. Konjonktürün tutsağı olurlar. Mıymıntı barikatların arkasına sığınırlar. Ruhu kemiren mantarlar gibi durmaksızın mazeret üretirler. Hayatlarında bilinçli bir tercihin, uzun soluklu bir sabrın ve sebatın sahibi olamamışlardır.
Tutsak zihinler idraklerine adeta kilit vurmuşlardır. İçlerinden gelen sesler sahici olma vasfını yitirmiştir. Vahyin aydınlığına kapalı ve cimri ruhları, kendi karanlığını ihdas edip benlik duvarını örmüştür. İdraksiz, murakabesiz, dertsiz, heyecansız, her şeyi kanıksamış bir hal ile devam ederler karanlık hayatlarına. Kendilerini, ördükleri sert bir kabuğun içine hapsederler. Ve oraya dışarıdan nüfuz etmek mümkün değildir artık. Gitgide bir perde oluşur Allah ile nefisleri arasında. Göremez, işitemez, duyamazlar. Onlar kördürler, sağırdırlar, gerçeği görmemeye şartlanmışlardır. Rabbimizin mesajlarına önyargılı ve gerçeklerden uzaktırlar.