Türkiye’de Uyanış Süreci ve Arınma

Hüseyin Alan

 

Türkiye’de uzun dönemler boyunca İslami uyanış süreci adına kayda değer bir gelişmeden söz edilmesi pek mümkün görünmemektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmaya başlayan Sebilürreşad dergisinde, Manar Okulu (Abduh-Rıza) görüşlerinin tercüme edilmesi ile tanışılan, İslami perspektifin kısmi özeti, o devrelerde sahih İslam’la buluşmanın ilk belirtileridir. Ama bu süreç başladığı devrelerde kalmış, ötelere uzanamamış ve bir damar üretememiştir... İkinci savaş sonrası yeni dizayn edilen dünya şartlarında, Türkiye’de de görece bir siyasi rahatlık baş gösterir. ABD politikalarının gereği rejim yumuşama, muvazaa partileri kurma ve iç muhalefete izin verme ve geleneksel Müslümanlarla barışmak zorunluluğu duyar.

Oy potansiyeli olarak da görülen köylü (ki bu o yıllarda nüfusun % 70'i demek) Müslümanların rejime ısınmaları ve komünizme karşı blok oluşturmaları için gereklidir ve onlara bir miktar rüşvet verilir. Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığa getirilmesi, CHP içlerinden ayrılan liberal-laiklerin, muvazaa partisi DP'yi kurmaları, rejimin yumuşama belirtileridir. Daha sonra, ezanların Arapça okutulması, Kur’an kurslarının açılması ki bunlar giderek imam-hatip okullarına dönüşecektir, bir-iki ilahiyat fakültesinin kurulması, bazı tarikatlara kısmi özgürlük verilmesi, köylülere kredi verilerek ziraatını makine ile yapmasının sağlanması gibi kolaylıklar, bu bağlamda anılabilir.

60'lı yıllarda tercüme faaliyetleri, Türkiye’de okuyan Arap kökenli Müslüman öğrenciler ve muhtelif hareket temsilcilerinin de katkıları ile önemli kıpırdamalar başlayacaktır. Hizbu’t Tahrir'in kapalı devre çalışmaları, mahkeme sürecinde basının hilafet tartışmalarını gündem etmesi, okuma-yazma bilenlerin ve takip edenlerin ilgisini çekse de, o yıllarda Müslümanların takip ettiği matbuatın 'kökü dışarıda', zararlı bir akım olarak nitelemesi sonucu dar bir çevrede ilgi uyandıracaktır. Mücadele Birliği hareketinin kurulması ile parlayan, Anadolu’nun muhafazakâr aile çocuklarını kuşatan bir heyecan dalgası, komünizmle mücadele derneklerinin faaliyetleri (ki M. Fethullah Gülen, 60'larda Erzurum şubesini kuruyor), İlim Yayma Cemiyeti (Sabahattin Zaim, Fethi Gemuhluoğlu, Nevzat Yalçıntaş gibi meşhur isimler) türünün ilk manipülatif açılımları olmakla beraber, yaygın ses getirecek girişimlerdir.

70'li yıllarda MTTB'nin yönetiminin muhafazakâr gençlere geçmesi, arkasından Akıncılar hareketi olarak başlayan dernek çevrelerinde, İslam’ın siyasi tarzda okumalarının başlaması, dergiler etrafında yeni fikirlerin ve isimlerin (Bu kişilerden Ali Bulaç ve Atasoy Müftüoğlu, bugüne de kalan iki farklı örnektir.) boy göstermesi, üniversitelerde okumak için büyük şehirlere gelen gençlerde ciddi çekim alanları ve canlanma emarelerini besler. İslamcılık biraz sloganik, biraz muhafazakâr formda olsa da, artık, hem fikir olarak, hem de devlet sistemi olarak gündeme gelmektedir.

1980'lerden itibaren kamuoyunun baş gündeminde, kitlelerin ilgi alanında İslamcılık vardır. Ercümend Özkan ismi, İktibas dergisindeki yazıları ve yarattığı tartışmaları ile burada dikkati çeken bir özgünlük örneğidir. Kavramları, siyasi yorumları, dinin Kur’an’dan öğrenilmesine ve anlaşılabilirliğine dair çağrıları ile tutarlı bir görüşe sahiplik eder. Sahih sünnetin rehberliğinde bir ahlaki duruş ve strateji önerirken, geleneksel dini anlayış ve uygulamalara karşı da ciddi eleştiriler getirir. Aynı zamanda, çağdaş konuları da tartışırken, topluma ulaşmaya çalışan bir açıklıkla fikri bir değişimin öncüsüdür. Bir hareket oluşturmaktan ziyade, şartların gereği olarak fikrin kökleşmesine öncelik verirken, insanlara ulaşmaya bakıyor, eleştirileri ve tartışmaları ile gündem yaparak, toplumsal değişimde bir yöntem uygulaması yapıyordu...

Gençlerin daha çok ilgi duyduğu ve yoğun katılım gösterdiği heyecanlı ve farklı diğer çevreler, başka alanlarda yoğunlaşırken, usulî yaklaşımdan ve genel ölçüler açısından zaaflı olsa da artan düzeyde çekim alanına giriyordu. Okunacak eserlerin çokluğu ve çeşitliliği değişik yöntemleri cazip kılsa da, dergi, kitapevi, yayınevleri ve dernekler çevresinde tartışmaları ve ilgi alanlarını bereketlendiriyordu. Bu dönem ümmet çapındaki hareketlerin değişik örnekliklerinin takip edildiği canlı bir dönemdir. Söz konusu devreler, aynı zamanda duyarlılığın, uyanış belirtilerinin, en yoğun olduğu süreçtir de.

Liderlik, stratejik planlama, temsil kabiliyeti, genel ölçüler, toplum tanımlaması ve değişim süreci, özgün yöntemlerle hareket oluşturma gibi esasa dair durumlar, heyecanlarla, hevesli oluşumlarla, kalabalıklarla örtülmüştür ne yazık ki. Bu heyecan dalgası, Türkiye çapında Kur’an’a dönüş, dini kaynağından öğrenme çabaları, meal çalışmaları, tefsir okumaları gibi düşünceyi besleyen ana faaliyetler, İslami yönelişin karakterini oluşturacak güzel duyarlılıkları da canlı tutacaktır.

Afganistan’ın bu dönemde işgali, cihadi hareketlerin başarısı, İran devriminin yine bu dönemde gerçekleşmesi, öz güvenin oluşmasında, devlet tartışmalarında, çalışmaların devrimci karaktere bürünmesinde alt yapı rolü oynayacaktır. Bu gelişmeler, kalabalıklara bir taraftan ümmet ufku kazandırırken, ilk kez siyasi mezhepleşmeyi tattıracak, diğer taraftan uluslararası sistem ve toplumsal değişim gibi stratejik bakışları da geri plana itecektir.

Bir Müslüman tasavvurunun oluşması, hayatın bir başka anlamı, bir hedef belirlenmesi, çoğu zaman sloganik, değerler bakımından bir sistematik oluşturmasa da, bir aidiyet çerçevesinin belirmesi bu dönemlerin bereketidir. Bu günden geriye bakıldığında ancak görülebilen, İslami uyanış dalgasının gençlik heyecanına kapıldığını, tefekkür dünyasının sığ olduğunu, samimi yönelişlerin, acilci kalabalıkların doğru yönlendirilemediğini, sistem, tarih ve toplum değerlendirilmesinin doğru yapılamadığını söylemek mümkündür. Uzun soluklu ve kalıcı mücadele evrelerinin göz ardı edilmesi, diğerleriyle kurulacak ilişkilerde ölçülerin kaçırılması, tevhidi bir kültürün üretilememesi gibi esaslı konuların flu kaldığını da gözleyebiliriz. (Dar meselesi, memuriyet meselesi, Cuma namazı, ailelerle ilişkilerdeki kırılma, cihat gibi önemli konuların erken gündeme getirilerek tüketilmesi örnek verilebilir.)

Devrenin sonuna doğru, önceki devreden miras alınan çalışmaların genişlemesi ve derinleşmesi söz konusudur. Yeni bir neslin katılımı ile fikri çalışmalar daha bir hız kazanacaktır. Geleneksel kültür içinde yer alan, mezhebi tutum, sağcılık ve devletçilik, tasavvuf, hadis-fıkıh kültürünün yoğun biçimde eleştirilmesi, bu dönemde daha barizdir, ama bu da yine dar bir çevre için geçerli oldu. Buna karşılık, demokrasi-laiklik ve emperyalizme karşı olmak gibi bir eleştirel tutum, sistem içi çalışmaların reddi gibi önemli açılımlar, çok geniş çevreyi etkileyecektir. Toplumsal açılım ile ilgili, farklı çevrelerin farklı yöntemler geliştirmesi, istişarenin ve açıklığın gereken önemini bulmaması, birçok gurubun kendi içine dönük çalışmayı tercih etmesi, bu dönemin belirgin alametlerindendir...

90’lı yıllar, 80'lerden gelen arızaların açığa çıktığı yıllardır. 12 Eylül ve Özal'la başlayan, toplumu liberal değerlerle yeniden değiştirme sürecinin rüzgarı, Müslümanları da kuşatmakta gecikmeyecektir. Yeni şartlar doğru okunamamış, küreselleşme ve yeni politikalarına karşı hazırlıksız yakalanılmıştır. Masumane niyetlerle başlayan ve çalışmaların finans işlerini karşılamak adına girişilen ticari faaliyetler, bürokraside yer tutarak davasına faydalı olmak gibi açılımlar, önceden tasarlanmamış ilişkilerin, arızalarla neticeleneceğinin ilk habercisidir. Gençlerin biraz büyümüş olarak geçim-evlilik derdine düşmeleri, hayatın zorlukları, gelecek tasası gibi dertlerle sarmalanması, onları hayatla yüzleştirirken, kardeşlerinden-çevresinden kopartarak başka ilişkileri kurduracak, nihayet onları başka bir sürece eklemleyecektir. Ailesini dışlayan, ekonomik şartları da iyi olmayanlar, kendi başına ayakta duracak dirayeti göstermekte zorlanınca, erozyon dönemi başlayacaktı. Çevresi, asabiyesi, bu sorunlara çare üretmemiş, bu süreci önceden hesaplamamıştı...

Başka bir kısım çevreler, ideolojik kalıplarla kategorik ölçüleri öne çıkaracak, cihadi tutumu Leninist örgütlenmelerde yeniden üretecek, içe kapanıklığın doğurduğu özgüven ile kendi hedeflerine yönelecek, dolayısı ile sistem ve çevre şartlarını doğru değerlendiremediğinden büyük kırılmalar yaşayacaktır. İllegalitenin korumacı zırhı ile kadro oluşturmakta zorlanmayanlar, örgütsel hiyerarşinin içinde, tartışılmaz başka bir iktidar alanı oluşturacaklardır. Biriken enerjilerin başka bir kast üretmesi engellenemezken, hesaplanmayan sonuçlarla karşılaşılması, uzun yıllar etkisi silinmeyecek negatif değerlendirmelere de kapı açacaktır.

Kavminin içinde bir imtihan dönemi yaşayacağını hesaplamayan, ilişkilerini ona göre kurmayan, ona göre bir vaziyet de almayanlar, uzun soluklu bir çözüm üretemedikleri gibi, kalıcı bir hat da oluşturamazlardı. Cumhuriyetin köylü Müslüman ailelerinin çocuklarından oluşan bu genç ve kalabalık nesil, teorik olarak reddettiği sistemin içine girmek zorunda kaldığında, hazırlıksız ve hesapsız yakalanmıştı. Sistemi değiştirmeyi, kuşatıcı olmayı düşünen çoklu gruplar, sistemin içinde değişmekle-dönüşmekle imtihan oldular. Şiddet sarmalındakiler ise, çözülmenin manevi sorumluluk sancısına tutuldular... Bağ bozumu, güz dönümü gibi geçti bu yıllar.

28 Şubat operasyonunun etkisi ile çözülen ve moral değerler çöküşüne uğrayan kalabalıkların, kendilerini yeniden gözden geçirmek adına yaptıkları özeleştirinin yönü, geçmişten aldığı mirası ret yönünde gelişti. Oysa olup bitenler, öncelikle sistem içinde değişenler ve pozisyonlarını meşrulaştırmak isteyenlerin, yani bagaj boşaltanların kendilerini savunmalarından başka bir değildi...

Tevhidin hayatla-toplumla irtibatını doğru kuramadan yola çıkanlar, dinin, kendine has bir yaşama biçimi kurmayı ve ona uygun mücadele sürecini doğru tutturamayanlar, bir heyecan dalgası ile de bu potaya girmiş olanlar, sitem içinde direnecek alanı, enerjiyi ve morali de kaybedince, içe dönük ve geçmişe yönelik ağır bir eleştiriyi haksızca yapabilen çevrelerin çekim alanına girmekten gayri yolu kalmamıştı.

Bu tarzı benimseyenler önce yeni versiyon nurculuğun, ardından parlatılan yıldız RP'nin ve daha fazla kazanmak ve kazandıklarını korumak adına siyasi temsil sağlayan AKP'nin yükseliş sürecine ve küresel trende katılarak çözülecek ve dağılacaklardır. Usulî bakış ve İslami ölçüden eksik olanlar ve siyasi bilinçten de yoksun olanlar, bu defa muharref geleneği yeniden üretmek yahut modernizmi içselleştirmek zorunda kaldılar. Başka bir açıdan bakıldığında sistem, toplumsal orta sınıfa taze kadrolar devşirmiş oluyordu.

Dünya ve İslam dergisi ile ümmetin birikimlerini, çalışma yöntemlerini, mevcut birikime aktararak, kendi çalışmalarını da içine alan bir düzenleme ile yola çıkan Yöneliş ekibi, 90'ların ortalarına doğru Haksöz ve sonlarına doğru da Özgür-Der olarak piyasaya çıkacaktır. Bu puslu ortamda, Haksöz ve ekibi, yeni bir ses, moral aşılayan güvenli bir nefes oldular. Arkadan gelen neslin hepten bozulmamasında bu ekibin önemli bir katkısı olacaktır.

Milenyum'a (!) girildiğinde genel durumun panoraması kabaca budur. Piyasa da kendini ifade etmeyen, daha çok kapalı devre çalışmayı benimseyen ve yazı boyutu gereği de anılmayan grupları hariç tuttuğumuzda da, büyük çaplı yanlışa düşmemiş olduğumuzu umarız.

Bölümü özetleyecek olursak, her nesil, her gurup, her ümmet kendi çağında, kendi imtihanını vermektedir. Mevziler kaybedilmiş, sistem, kalabalıkları ve kadroları devşirmiş yahut kimilerini tasfiyeye zorlamış olsa da, sonuçta modern dönemin ilk fiskesi tadılmıştır. Yahut işin tabiatı gereği fikrin, gençlik hatalarının ortaya çıkışı olarak da okunabilecek bir süreci geride bıraktık. Bu gibi durumlar, dönem dönem olması gerekenler olarak da söylenebilir. Burada aslolan müstakim yoldan ayrılmamak, ahlaki zaaflara düşerek geriye dönmemektir.

Yola devam edenler, yaşı gereği sonradan katılanlar için önemli olan, olup bitenlerden gerekli dersleri çıkartmak, zaafları tespit ederek doğruları artırmak ve oradan daha da güçlü bir şekilde enerji almaktır. Hayatın ve sınanmanın devam ettiğini düşünenler için, yaşanması gereken bir süreçti ve yaşandı da denebilir. Ama kulluğunu daha donanımlı ve bilinçli bir evreye geçirme niyetinde olanlara ise, büyük bir avantaj ve miras bırakarak.

O nedenle, bu coğrafyada ciddi bir mirasın oluştuğunu, doğrularının, devam eden sahih hatta eklenmesi gerektiğini unutmamak gerekir. Nihayetinde tevhidi uyanış ve arınma süreci, ardından gelecek ayrışma, nesilden nesile sürecek bir iş, sürekliliği olan bir oluştur, bir hedeftir. Bizler biliyoruz ki, kimler, ne katkı sağlıyorlarsa, kendileri için sağlamış olacaklardır.

KAZANIMLARIMIZ

Ana rahminde, sulu ortamda yaşayan, canlı bir hayat da olan cenin, süresini tamamladığında, canlılığını sürdürmek için kuru havaya çıkmak zorundadır. Yaşaması için, hayatiyetini sürdürmesi için bu hayata çıkması gereklidir. Günü geldiğinde, bir sebeple dışarı çıkmaz ya da çıkarılmazsa, rahimdeki canlı önce kendini öldürecek, sonra da anneyi zehirleyecektir...

Kıssadan hisse; İslami nitelikli çalışmalar, şartlar gereği üretilmiş ve kazanılmış, miras olarak da devralınmış direnç noktalarını yenilemez, üzerine bir şey eklemez, usulüne uygun bir açılım da getirmezse, başlangıçtaki yerinde saymaya devam edecek ama öncelikle orada duranları büyük riske sokacak, sonra da fikri öldürecektir. Yetişkin hale gelen, reşit de olan İslamcı, onca tecrübeden sonra daha güçlü bir çıkış yapamaz, taşıdığı fikri transfer ederek dönüştürmeye çabalamaz, fikrinin doğrultusunda bir hayat inşasına da yönelmezse, ölümü bekleyebilir. Bu, fikrin başarısızlığı değil, İslamcının tembelliğinin, yetersizliğinin ve mücadelesizliğinin bir sonucu olacak akıbettir...

Geçmiş yıllardan miras alınan, ama aynen de korunan üç müstahkem mevzimiz vardır. "Ev sohbetleri" statüsünde fikirle tanışmak, "kitapevleri" çevresinde yeni tanışıklıklar kazanmak, benzerlerimizle kaynaşmak ve "dergi-yayınevi" faaliyetleri ile geniş çevrelere ulaşırken, metodik bazda ufuk turları yaparak bazı oluşumların temelini atmak. Gerçekte hepimize hayırlı katkılar sağlamış olan bu mevziler, bir dönem işlevsel olmuş, belli şartlarda büyük katkılar sağlamıştır. Bir açıdan, yeni başlangıçlarda ve benzer şartlarda benzer katkıları sağlayabiliyorsa, rüşt yaşına kadar devam ettirilmesinde yarar da olabilir. Ancak, değişen şartlarda, yıllara sari benzer faaliyetlerin bir sonraki aşamaya geçirilmeden devam ettirilmesi, bir taraftan cazibesini yitirip talebi kısırlaştırırken diğer taraftan ihtiyaçlara cevap vermekten uzak kaldığını ve bir ölüm kozası ördüğünü de görüyoruz... Aynı insanların sür git ev sohbetlerini sürdürmesi gına getirmeye, dergiler ve kitaplar yeterince takip edilmemeye, kitapevleri de kırtasiyeci olmaya dönüşmüş durumdadır.

Bu bağlamda, Kur'an’la tanışmadan öte, dini telakkisini doğru kurmuş, ben merkezli kısır tartışmalardan kurtulmuş, sistematik düşünüşü de yakalamış, oradan usulî bir bakışı ve dini ölçüyü tutturanlarımızdan, vahyin toplumla ilişkisini kurma aşamasına-mücadelesine soyunmuş, elçinin sahih sünnetinin önemini-örnekliğini tahlil ederek sahici muhalefeti canlandırmaya çabalayan yeter sayıdaki salihlerin varlığı, şükrümüzü artıran büyük bir gelişmedir.

Muharref geleneği eleştirerek, oradaki sapmalardan (mezhepçilik, tasavvuf, itaat kültürü, devletçilik-muhafazakârlık, cahili toplum, işbirlikçilik...) arınarak sahih gelenekle buluşmuş, kendi ahlaki çizgisini de korumuş muvahhidlerin varlığı, bu anlamda çok önemli bir kazanımdır. Bu hasbi ve mücadeleci yiğitlerin, yeni gelen nesillere rehberlik ediyor olmaları, keza büyük bir nimettir. Yeni kuşakların katılımı ile yeniden kazanılan heyecanlar, yeni açılımları, yeni oluşumları ve duyarlılığı besleyen önemli direnç noktalarını oluşturmaktadır.

Sahih hatta mücadelesini devam ettiren öncü, adanmış kişilikler, modern sapmaları (bireysellik-ulus toplum-demokrasi-laiklik-tarihsellik-hermenotik-emperyalizm-küresellik) da eleştirerek reddiye üretmekte, ortak bir duruşun önünü açmaktadırlar.

Tevhid inancını hayatla irtibatlandırmış, İslami ahlakla donanmış, kulluk sorumluluğunu toplumsal alana aktarma mücadelesine soyunan gayretler, bu defa toplumla bir başka ilişkiye geçmektedir. Toplumsal-siyasi konularda tartışma üreten, sistemi ve değerlerini esastan eleştirerek gündem oluşturan ve böylece değişimi hedefleyen bilinçli çevrelerin varlığı, ileri bir aşamadır. Tevhidi uyanış ve arınmayı sağlamak için, değişim maksatlı, değer transferine yönelik sürdürülen bu faaliyetler, hakka davet yolunda, asıl müstahkem direnç mevzilerini şimdi oluşturmaktadır.

Kendi aidiyet çevresini oluşturmuş, paradigmasını ve istikametini belirlemiş, işlerini istişare ile yürüten, her yaptığını dini ölçüyü gözeterek yapmaya gayret eden, diğerleri ile de dayanışma içinde olmak için çaba sarf eden bu bilinçli ve hayırlı tutumlar, miras alınan sahih hatta katkı sağlayan esaslı açılımlardır.

Geçmişten gelen ortak bir dil, ortak ve sahih olan bir miras, ortak bir davranış ahlakı ve kültür oluşturmada epey mesafe almıştır. Buradan hareketle oluşturulacak ortak bir gelecek tasarımı ve ortak bir mücadele hattı oluşturulabilir durumdadır. Bunun için meşru her aracın kullanılması, yine meşru her yolun denenmesi kaçınılmaz olacaktır. Geleceğin inşası, asr-ı saadetin canlanması, Kur'an toplumunun kurulması, bu aşamada dirençli olmakla mümkündür. Gaybi yardımların hesapsız bereketi, hayırların yayılması da olan bu noktada devreye girecektir.

Bu tarz bir mücadele aşamasına geçmek, fikrine güvenen, özgüveni oluşmuş, teolojik çekişmelerden kurtulmuş, dar kalpları ve kapalı devreleri aşmış, asli misyonunu ve sorumluluğunu hatırlayan her guruba, yaşamasını temin etmede gerekli bir aşamadır. La ilkesinden hareketle toplumuna, toplumsal gidişata, toplumun kurucu ve örgütleyici iradesine itirazı olanlar, bu itirazını canlı tutarak ve bir biçimde dile getirerek mümin kalınacağını bilmektedirler. Ki bu itirazın, en alt seviyede bir imanın şehadeti olduğu, güçlendirilmezse onun da bir kurtuluşu getirmeyeceği bilinir. 

Bu yolda işaretleri bizlere gösteren, düştüğümüz yerden bizi kaldıran, kafa karışıklığına müsaade etmeyen, işi, sürekli ikna etmek de olan mukarrebun niteliğindeki kardeşlerimizin varlığı, hem onurumuz, hem de en değerli kazancımızdır. Nefislerine zulmedenler ve muktesit olanlarımız, ancak onların heyecanı ve dirayeti ile cesaretlenmekte, ancak onlarla birlikte bir canlılığı korumakta ve onlarla birlikte bir hedefe koşmaktadır.

Duyarlılığın muhafazasında, ortak bir bilincin gelişmesinde, mücadelenin vahyi perspektiften hareketle yürütülmesinde, toplum ve tarih değerlendirmesinin sağlıklı yapılmasında, stratejik bir planlama ve dini bir toplum inşasına yönelmekte olan bu canlılık, önderlerin gayretlerinin bir sonucudur. Ulus toplumun, içinde kendilerini İslam’a nispet eden kalabalıklara rağmen değiştirilecek bir yapı olması, değerlerinin, kutsallarının ve hedeflerinin tevhidle çeliştiğinin kavranması, yine bu bilincin ve kazanımın sonucudur.

Tevhidi uyanışın ve arınmanın, öz olarak, fesadî değerlerin ve nefislerde olanların, vahyin rehberliğinde değiştirilerek fıtri olana yöneliş olduğunu biliyoruz. Arınmış müminlerin de, kendileri ile benzer durumda olanlarla birlikte bir çevre olması, oluşturması, benzer çevrelerle dayanışmaya girmesi, ikna edici olması, bu tarza geçişte zorunlu bir ileri aşamadır. Bu hal, hem toplumuna, hem de nesline karşı mücadele ederek direnmenin, vahye şahitlik etmenin, ahdine sadakat göstermenin ve ayrışmaya doğru yönelmenin de teminatıdır. Bireyselleşip bir kenara çekilenlere, durduğu yerde durup işi eleştiriye dökenlere aldırmadan, diğerleri ile birlikte onlara da hakikatleri bildirecek, ahiret hayatının hemencecik gelivereceğini hatırlatacak olanlar da, arınma sürecinin kahramanlarıdır.

Bu bağlamda Özgür-Der örneği, Müslümanların tecrübelerinin, birikimlerinin ürettiği yeni bir açılımdır, yöntemdir, faaliyet biçimidir. Durdukları yer itibarı ile referanslarından kopmadan kendilerini, itirazlarını açıkça ortaya koymakta, meşru gördükleri araçları kullanmaktan da çekinmemektedirler. Yaptıkları faaliyetleri, girdikleri tartışmaları, gündem ettikleri eleştirileri ve protest duruşlarını, vahyi değerleri transfer etmek ve tevhid üzere değiştirmek kastıyla yaptıklarını biliyoruz. İşin bu kısmı, evvelkilere kıyasla ileri, cesaretli ve önemli bir açılımdır. Toplum ile iletişime geçmenin, kendini ifade etmenin mümkün olan yolu, şimdilik bu olmasına rağmen, araçlar konusunda zengin olamamaları, sadece onların değil, hepimizin kusurudur, eksikliğidir. (Burada, benzer cesaretiyle öne çıkan İLKAV'ı da hayırla anabiliriz.)

Hafızalarda yer tutmuş negatif kodlamalardan, gelecekte durabilecekleri yer olarak riskli pozisyon okumalarından hareketle yapılan eleştirileri, serinkanlılıkla ve sorumlulukla değerlendirme yerine, kendi pozisyonlarını sağlama alma ve eleştiriye kapalı durma olarak da görebiliriz. Resmin tamamını sadece dernekçilik olarak görmek, kullanılan bazı argümanlardan dolayı insan hakları bağlamında hak ve özgürlükler savunucuları ile onları bir tutmak, büyük bir yanılgı değilse grupsal bir fanatikliktir.

Onlar, sivil toplum projelerinden ve Mazlumder tecrübesinden hem kadro, hem siyaset, hem amaç ve hem de tavır olarak farklıdır. Çalışma programlarını takip etmemek, iddianın arka planını dikkate almamak, omuz verenlerin ve öne çıkanların geçmiş sicillerini görmezden gelmek veya yapılıp edilenleri başka alanlara kaydırmak en hafifinden nezaketsizlik olur. Değilse, yakın tanımamaktan, istişare etmemekten ve takipsizlikten dolayı acelecilik olur, vebal doğurur. Oysa, hakkaniyetle eleştirmek veya daha doğrusunu ortaya koymak, hakkı ve adaleti gözeten herkese yakışan bir tarz olmalıdır. 

Nihayetinde onların yanlışı da olabilir, olacaktır da. Ama dışarıdan birileri gibi bu duruma sevinemeyiz. Bir işin ucundan tutmayanlara, okuma aşamasını (!) geçemeyip mücadeleyi belirsiz bir geleceğe erteleyenlere kıyasla, iş tutan, pratik alana geçen herkes yanlış yapacaktır.  Başka bir yol olduğu henüz keşfedilmedi. Eşyanın tabiatı budur, işin doğası budur. Oysa İslami ölçüye göre Müslümanların yaptıkları hayırlardan hareketle faaliyetlerini desteklemek, yapamadıklarından hareketle eleştirmekten çok daha evladır, hakkaniyete daha uygundur ve faziletli bir tutumdur. Hakkı gözeten kullara da bu yakışır.

İslam dini, tevhidi telakki, arınmış olanlara, cahili toplumu içinde özgün bir hayat kurmayı, buna uygun bir örgütlülüğü ve çalışmayı teşvik eder. Dolayısı ile bir Müslüman da, kendi toplumunda, kendi neslinde bir kurucu iradedir, inancına uygun bir örgütleyicidir. Artık siyaset, siyasi mücadele başlamıştır. O, devamlı ikna peşinde koşan bir uyarıcı, değişimi hedefleyen bir mücadeleci, bu uğurda dâhil olduğu çevresinin de aktif bir üyesidir. Cahili toplumun kuruluş ilkesine, değerlerine, uygulamalarına eleştiri getirmek, itirazını dillendirmek, tartışma yaratmak, oradan da gündem oluşturmak gibi aktif ve doğru bir siyasetin öznesidir. Bunun için de, meşru her aracı kullanacak, uygun bulduğu her yolu değerlendirecektir. Değişimi hedeflemek, hak değerleri yaymak bu siyasetle olacaktır.

Şimdi, tevhidi öğreti, aynı zamanda Kur'anî bir söylem ve ahlaktır, nebevi bir örneklik ve pratiktir. Öğrenilen her değer, bütün ile ilişkili aynı zamanda siyasi bir açılımdır, pratiktir. Pratiği olmayan değer, salih olamaz, hak olamaz, bir duruş ve siyaset üretemez. Kur'an’ın tamamı inzal edilmemişken bile Müslümanlar, Mekke’de, ellerinde olanlardan hareketle, önce mevcut toplumsal yapıyı ve uygulamaları eleştirerek başlamışlardı. Gücü yetenler, belirli eşiği aşabilenler, eleştirerek başladıkları siyasi mücadeleyi yaptıkları ile tamamlıyorlardı. Bunu yaparken kendi vasatlarında uygun olan her yolu ve ilişkileri kullanmaktan da geri durmadılar.

Dolayısıyla arınmaya meyleden her müminin yönelişi, çabası ve istikameti önemlidir. Türkiye'nin hanifleri olmak (Mekke'dekileri Allah onaylamamıştı), zihinsel arınmayı ve bireysel kurtuluşu önermek, aşk ile sadece gönüllere yönelip orda kalmak, ahirette karşılıksız kalacak bir tutumdur. O nedenle, bir aidiyet çevresine dâhil olmak, toplumdaki diğer bağlantılarını kardeşleri ile bağlanmaya yönlendirmek, bu duruşunda da gönüllü olmak, bu bakımdan onu muhafaza edecek bir sigortadır. Bu çevre, her bağlısının da mükemmel olduğu, her yaptıklarının da harika olduğu bir çevre değildir. Böyle bir şey de olmayacaktır.

Öyleyse, ben de Müslümanım diyene, arınmış olanlarla, arınmaya meyletmiş olanlarla birlik olmaya bakmak, birlikte müstakim bir yol üzere yönelmek önemlidir, gereklidir. Birlik olanların içinde ileri gidenler olduğu kadar, ortada duranlar ve geriden gelenler de olacaktır. Önemli olan ölçüye uygun bir çekim alanı oluşturmak, bağlılarını hak bir istikamette tutmaktır. Benzer çevrelerle istişarî temelde dayanışmaya gitmek, zaafları öne çıkartmadan yapıcı olmak, kardeşlik hukukunu gözeterek hayırda yardımlaşmak, ikna edici olmaya bakmak, bu siyasi faaliyetin doğal bir sonucudur. Artık dâhil olduğu çevre ile birlikte üretilen mücadele sürecini zenginleştirebilir, her bakımdan beşeri katkısını sağlayarak kulluk sorumluluğunu yerine getirebilir.

Yapılacak olanlar bellidir; cahili değerleri tartışmaya açmak, eleştirmek, toplumu ile temasa geçmenin, bir açılım yapmanın ön adımıdır. Mümkün olan tüm yolların denenerek, uygun olan araçların hepsinin kullanılarak yapıldığı bu faaliyetlerden maksat gündem oluşturmak ve oradan söylenmesi gerekenleri söylemektir. Güdülen amaç, değişimi hedeflemek, vahyi değerleri hatırlatmak ve üstün tutmaktır. Buralarda ikna edici olmak, açık pozisyon almak, güzellikle davranmak, ilişkileri ve dengeleri dikkate almak, acizlikten ve sertlikten uzak durmak ve mücadelenin sürecini gözeterek politika üretmektir. Ahlaklı olmak, hak değerlerde ısrarcı olmak, örnekliğe ve rehberliğe riayet etmek de zaten budur. Mücadele budur, siyasi faaliyet budur, imandan sonra salih amel işlemenin, sonra hakkı tavsiye etmenin, nihayet direnme-sabrın da Türkçe karşılığı budur...

Unutmayalım ki, hayrın yayılması, Rabbimizin rahmeti ile bire 700'e varan katlarla ve hızla yayılırken, batılın yayılması ise bire bir ve aksaktır. Demek ki, fesat üretenler, rabbimiz katından destek görmedikleri, hiç de güçlü olmadıkları halde, hayır üretenlerden çok daha becerikli, çok daha cesaretlidirler. Hak batıla galebe çalacaksa, hak ehli sorumluluğunu unutmamalı, çağdaş Muaviyelerin safında yer tutmamalıdır.

Müslümanlar, bulundukları cahili toplumlarda muhaliftirler. Bu muhalefet artık daha ciddi ve içeriği de daha kapsamlıdır. Muhalefetin niteliği, doğrudan sisteme, sistemin kurucu iradesine, referans aldığı menşe'e ve uygulamalarına yöneliktir. Muhalefette durulan yer İslam, ‘şariî’in Allah olduğuna dair muhkem ilke, dolayısı ile Allah’tan başka şariîlik dayatanlara reddiyedir. Yaratıcı rab, emretme yetkisine de sahiptir ve bu hakkını, başka rablerle paylaşmaz. Bir başka şariîlik taslayan, bugünkü hayatı ona göre işleten sisteme, politikalarına karşı başka bir toplum ve yaşam önerisidir. Ya da sistemden icazet, sistem içinde pozisyon genişletmek için mücadele veya onunla uzlaşmaya yönelmek değildir. 

İlahın bir tek olduğuna, ortağı ve dengi olmadığına şahitlik ederek başlayan müminlik, küresel ve toplumsal bağ ve bağlantıların, hayata dair kurduğu her alandaki ilişkilerin ve üstün tuttuğu değerlerin, şehadetine uygun bağlarla değiştirilmesi, vekil ve veli tuttuğuna gönülden teslim olmasının da bir gereğidir. Kulluk budur, sorumluluğu hatırlamak da budur. Her değişim bir mücadele gerektirecektir, enfüste ve afakta. Artık onun aidiyeti, kendisi gibilerle oluşturduğu çevreyedir. Ama bu ifadeler, soyut, gönüle ve zihinsel bir alana değil, toplumsal yapıda pratiğe dökülebilen, güç yetirilebilen her alana aittir.

Her toplum, kendini oluşturan zorunlu kurallar ve gönüllü katılımlarla oluşturulur, ayakta tutulur. Zorunlu kurallar zor'a dayandığı için tek başına bir toplumu ayakta tutamazlar. Bir başka zor gelir ve onu yıkar. Bunun için toplumda, ortak bir geçmiş, ortak bir dil, ortak bir kültür ve ortak bir gelecek hayali kurularak ve yaşatılarak toplumsal yapı işletilir ve güçlendirilir. Kutsallar ve semboller, bayramlar ve matemler, okullar ve kamusal alan bu amaç içinde anlam kazanır, canlı tutulurlar. Resmi ideoloji ve söylemler, resmi günler ve bayramlar, STK'lar ve benzeri kurumlar, gönüllü katılımı genişletmek adına yaşatılır, desteklenir ve tekrarlanırlar.

Müslümanlar bu gün, cahili bir toplum yapısında, cahili bir kültürde, cahili değerlerle kuşatılmış bir vasatta, diğerleri ile birlikte yaşamaktadırlar. Bu toplumun gelecek hayalinde yer almayı düşünerek bir yer tutma veya bu toplumu dönüştürme gibi esaslı bir seçenekle muhataptır. Bu toplumun gönüllü bir üyesi olmak veya olmamak, cahili değerleri ve kutsalları geleneğinde olduğu gibi yeniden üretmek veya sahih hattı sürdürmek, katılımını veya itirazını mümkün olan her yolla dile getirmek ve o yolda yürümek gibi bir varoluşun imtihanı ile imtihan edilmektedirler. Mesele, birileri tarafından tanınma gibi bir kimlik talebinden ötede, yeni bir toplum inşası gibi bir çerçevede anlamını bulan özellikte ve nitelikte bir meseledir.

Tarihi cüruflardan ve modern sapmalardan arınmış olarak, ümmet perspektifinden hareketle kendi toplumsal yapısını ve başka bir dünyayı hedefleyerek kurma söylemi, gönüllü rızaya dayanan çevrelerin varlığı, önemli bir seviye göstergesidir. Verili şartlarda cahili değerleri ve cahili bağları reddeden bu seviye, küresel sistemi eleştiren ve aşan bir noktaya gelişin de işaretleridir. İşte bu seviye, ortak bir mirasın, ortak bir mücadelenin ve ortak bir hattın ürünüdür, direnç noktalarıdır. İşte bu, Kur'an’ı ve sünneti doğru okumanın ve anlamanın, Kur'an’daki kıssaları ve tarihi doğru yorumlamanın, nihayet oradan bir başka gelecek inşasına yönelmenin de bir işaretidir.

Önemli olan, tevhidi doğruları cesaretle savunabilmek, tartışma alanına sokabilmek, arkasında durabilmektir. Burada, sayısal çoğunluk veya nicelik, Kur'an’ın da belirttiği gibi asla itibar edilecek bir özellik ve aranacak bir değer ölçüsü olmayacaktır. Tutarlı, azimli, gönlünü koyduğu yere kılıcını da koymuş (Kufe ehli gibi gönlü bir yana, kılıcı başka bir yana olmayan) nitelikli şahitler olmak yeterlidir. Gerisini Rabbim tamamlayacaktır. İbrahim (as), Kâbe’yi tamamladığında çağrıya yönelmiş ama kalabalıkları göremeyince hayıflanmıştı. Emredildiği gibi, o çağrısını yaptı, onun görevi oydu. Binlerce yıl sonra bile onun çağrısını, tüm insanlığa duyurmak Rabbimizin işiydi.