Türkiye’de Sosyalist Sol Hareketin Geleceği

Hüseyin Ceyhan

14 Mayıs Cumartesi günü Toplumsal Araştırmalar Vakfı, Galatasaray'daki merkez binasında "Türkiye'de Sol Hareketler ve Sol Kültür" konulu bir panel düzenledi. Yoğun bir ilginin olduğu panele konuşmacı olarak Gencay Gürsoy, Bülent Fortay, Esra Koç, Bülent Somay ve Oğuzhan Müftüoğlu katıldı. Türkiye'de sol hareketin 1980 öncesi ve sonrası dönemde karşılaştırmasını yapan ve geldiği aşamada içine düştüğü açmazı vurgulayan konuşmacılar özet olarak şunları söylediler:

Bülent Somay: Bu kadar saldırının olduğu bir ortamda biz de kendimizi eleştirelim diyoruz. Dışarıdan gerek dünyada ve gerekse bölgemizde bize darbe vuruyorlar. Bunlar sadece fiziki değil, aynı zamanda ideolojik. Ama tamamen yok olsak da kendimize gelmemiz ve yeniden yapılanmamız için çiviyi kendimize batırmaktan kaçmayalım.

Bugünümüzü radikal İslam, geleceğimizi ise liberalizm aldı. Bugün radikal müslümanlar bizim sloganlarımızı kullanıyorlar. "Kalkın canlar bir olalım, münkere kılıç çalalım." Ama pekala bu sloganlar zaten onlara aitti. "Tevekkeltü Tealallah"ın bizimle alakası ne?

Aslında sosyalizmin devletçilikle ilgisi yok. Ama tepkisellik ve Bolşevik İhtilali bizi devletçi yaptı. II. Cumhuriyetçiler federatif devleti, eyalet sistemini savunurken biz bunu istemiyoruz, özelleştirmeye karşı çıkıyoruz. Bütün ekonomiye el koymuş, polisi, askeri olan güçlü bir devlet istiyoruz. Ama bu tamamen Marksizm'e karşıdır. Eskiden Dev-Genç başkanıyken Ertuğrul Kürkçü konuştuğunda herkes korkar, titrerdi. Şimdi ATV'de "Bakın Bengal ormanlarından getirdik, haydi bir de sen konuş" der bir ifade ile eziliyoruz.

Geçmişte kendimizi işçi sınıfının temsilcisi görürdük, otoriter ve hayalperesttik. Kadını demokrat, işçiyi sosyalist görürdük. Muhafazakardık, çünkü kendi okuduklarımızı bilir, başkalarının eleştirilerine izin vermezdik. Evlilik dışı cinsel ilişki yasaktı ve diğer kadınlar bacımızdı. Diğer yandan örgütler arası kız alıp vermezdik ve karısının örgütüne giden erkeği hain sayardık.

Türkiye sol hareketi her zaman radikal olmayı başarmış ve aktif örgütleniş biçimini sürdürebilmiştir. Aidiyet olgusunun ve ahlaki duyguların (görev duygusu değil) yeniden öne çıkarılması gerekmektedir. Ayrıca liberallerin telaffuz ettikleri doğrularımızı telaffuz etmekten kaçınmamalıyız.

Esra Koç: Dünyanın erkek ve kadın gözüyle tanımlandığı farklı iki tür anlatım ortaya çıkardık. Kadınlar teknik konularla pek ilgilenmez, daha öznel şeylerle ilgilenir diye düşünüyorduk. Diğer yandan ise kadının politikleşmesini istiyorduk. Hemen her şeyi ileriye erteliyorduk. Ütopyamızın gerçekleştiği dünyada bütün her şey hallolacaktı.

Ama sol kadınlar toplumumuzu değiştirip dönüştürme mücadelesinin içinde kendisine bir pay çıkarmıyordu. Yok sayıldıkları bir dünyadan gelen kadınlar, babanın, kocanın ya da abinin vesayetinden kurtulma coşku ve heyecanı içindeydiler ve ortak oldukları bu dünyada sorgulama ve düşünmeyi gerçekleştiremiyorlardı. Devrim nikahıyla kurduğumuz aile ile, geleneksel aile tipine karşı çıktık. Başkalarının mutluluğu için kendini feda etmeye hazır bir insan topluluğu olarak kendimizi unuttuk, gözümüzü topluma, dışarıya çevirdik ve politikalarımızı özel alanlara sokamadık. Öyle ki hanımlarını döven arkadaşlarımız bile vardı. Tanımadığımız din olgusunun, hep gerici bir söylem olduğunu iddia ettik.

Harekette kadına düşen görev, kuryelik, ev kiralama, silah taşıma, kadınları örgütleme, yazı, baskı gibi büro işleri oldu. Kadınların dergilerde bağımsız sayfaları, politikada yerleri olamazdı. Kadınlar katılmaksızın devrim gerçekleşemez dedik, ama buna rağmen kadınlar sadece erkeklere katıldı, bir paylaşılma olmadı. Bu arada erkek tipolojisine uygun davranan kadınlar öne çıktı. İtibar gördü.

1980, kadına bir sorgulama süreci getirdi ve bu arada feminizm, Bağımsız Kadınlar Hareketi gibi birtakım kadın hareketleri ortaya çıktı. Bununla birlikte 12 Eylül feminizmin gelişmesine olanak sağladı. Birçok sosyalist kadın tutuklandı, ama diğer yandan da cezaevlerindeki yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldığında tek başına ayakta kalıp bir şeyler yapabileceğini öğrendi. Bu dönemde kadınlar bir yandan bağımsızlıklarını sorguladılar, diğer yandan da kadınlıklarını.

Bülent Fortay: Geçmişte şöyle şöyle davranmıştık bu yanlıştı diyoruz, ama bunu geçmişe dönüp, test edemiyoruz. Bizim dilimiz Türkiye'de konuşulan, tartışılan dilden farklı bir dil. En ufak bir krizden devrim çıkarma anlayışına sahibiz, bu yüzden toplumdan kendimizi yalıtıyoruz. Gerçekte perde oluşturduğumuz eylem biçimlerimiz ne idi? Gecekondu çalışmaları yapardık. Herkes devrimci kimliği simgeler elbiseler giyerdi. Öyle ki Kızılay'da yürürken, giyinişinden kimin hangi sol gruptan olduğunu anlardınız. "Öğrenci hareketisiniz" eleştirisine kitle hareketi olduğumuzu göstermek endişesiyle çıkarttığımız dergilerin kapaklarına işçilerin, başörtülü kadınların ve ihtiyar insanların resimlerini basardık. Bütün sol örgütlerin bildirileri sloganik ve hep basmakalıp ifadeleri kapsayan bir perde oluşturmuştur. Solculuğu Yılmaz Güney'in "Arkadaş" filmiyle öğrendim. Pınar Kür'ün romanlarındaki kahramanlarla kendimizi özdeşleştirir ve bir hayal dünyasında yaşardık. Dinlediğimiz müziği değiştirip, Aşık İhsani'yi dinlemeye başladık. Popülerleştik ve halk için kendini feda etme anlayışı başladı. Köy Enstitüleri'nde olduğu gibi Türkiye'de solculuk hep modern olarak algılandı, aslında kendi kültürümüzün öğeleriyle toplumun dışına itildik. Kendi geleceğimizi bugün Refah'ın yaptığında ya da liberalizmin kurduğu gelecekte görmüyorum. Farklı bir kültür ve tarz tanımlaması yapabiliriz.

Gencay Gürsoy: Sosyalist insan toplumda bir misyon yüklü insandır. Ama hiç bir zaman içinde yaşayamadığı ve yaşayamayacağı bir dünyaya özlem duyar. Buna karşın hayatını hapishanelerde, işkencelerde çürüttüğü değişik bir ruhsal yapıya sahiptir. Kendisi ile barışık değildir, şiddet yanlısı ve kuşkucudur. Mekanik bir inanç olarak bilimselliğe inanır. Bilimsel bağnazlık vardır. Gelecekte bilimin her şeyi çözeceği inancından ötürü bir iyimser gelecek vehmi içindedir. Örneğin, Server Tanilli bir suikastte sırtından vurulur ve felç olur. Burada bir çözüm bulamayınca, Rusya'ya götürülmesini ister ve orada 'tıp biliminin' kendini iyileştireceğini iddia eder. Rusya'da da bir çözüm olmadığı öğrenilir ve İngiltere'ye gitmek zorunda kalır, fakat iyileştirilemez, sakat kalır. Ama yine de ümidi kırılmasın diye 1970'lerde Leningrad'a götürülür.

Sol harekette grup (aidiyet) duygusu çok güçlüdür. Grup dışı ve grup dışına düşenler reddedilir. Tek boyutlu bir insan tipine sahiptir. Koridor tutma, duvar kapma gibi cephe savunması algılayışları vardır. Yakında devrim olacak, bize de bir şeyler düşecek gibi düşünenler bile vardı.

Bir başka husus, üç kişi bir arada iken dördüncüyü çekiştirme, yıpratma ve bitirme anlayışıdır ve bir "adam harcama yeteneği" olarak hem solda, hem de sağda mevcuttur.

İnsan niçin sosyalist olur? Bu bir görevdir, tarzdır, bir sorumluluktur. Bu olmadığında sosyalizm olmaz. Ama bugün geldiğimiz aşamada topluma ve geleceğe olan sorumluluk duygusu kaybolmaktadır.

Oğuzhan Müftüoğlu: Olumsuzlukların iki temel yanı var: Siyaset yapmıyoruz, ama siyaset bir burjuva kavramıdır. Kirlenmiş bir kavramdır. Burjuva kültürünün üstümüzdeki etkisi aynen sosyalizme taşınıyor. Karşı çıkmanın dışında, insanlara ne anlatacağımızı bilmiyoruz. Öyle ki işçileri toplar götürür, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda karşımıza dizerdik, ama onlara anlatacak bir şey bulamazdık. Aşık İhsani'yi getirir, saz dinletirdik.

Solun bir başka açmazı, içe dönük mücadele yönünün ağır basmasıdır. Birbiriyle uğraşan, didişen, birbirini ezmeye çalışan, sekter, anti-demokratik bir kimliğe sahip olmaya başladık. Ancak 80 sonrası gibi kendimizi sorgulayabildiğimiz dönemlerde yanlışlarımızı görüyoruz.

* * *

Solda 1980'li yılların ortasından itibaren başlayan tartışma ve muhasebe süreci aslında bir çözülme süreci olarak gelişiyor. Genel olarak sol eleştiri; geçmişte yaşanan bağnaz, şekilci, hayalci tutumları kınarken sosyalist hareketin yaşadığı tıkanıklığı aşma endişesinden ziyade, kurulu sisteme entegre oluş özlemi ve geç kalmışlığın psikolojisiyle liberalizmin imkanlar trenini kaçırmama duygusunu dışa vuruyor. Yaşamımızın ötesinde de yaşanacak bir hesap gününe inancı olmayanların her şeyi bu dünya ile sınırlı olunca tabii ki bu tarz evrilmeler kaçınılmazdır.

Tüm ideolojik çatışmaların temeline maddi çıkar olgusunu koyan sol, SSCB'nin dağılmasından sonra ümitlerini yitirdi ve kapitalist dünyada çıkar elde etmenin teorisini üretmeye başladı. Dünkü anti-emperyalist sol, bugün kapitalist sistem içinde yer tutabilmek için CIA'nın çıkarları doğrultusunda Tevhidi İslam anlayışına karşı görev üstlenebiliyor, sermayedarların şakşakçılığını yapabiliyor. Peki bu döneklerin bazı kere yerinde eleştirilerine muhatap olan, ama uzlaşmayan ve anti-emperyalist söyleminden vazgeçmemeye çalışan devrimci sol neyin peşinde?

Mustezafları savunmak, zulme karşı çıkmak ancak yaratılış kanunlarımıza uygun bir mesajı üstlenmekle mümkündür. Bu da Rabbimizin tüm insanlara adalet ve Özgürlük rehberi olarak gönderilen Kur'an'ı okumak ve anlamakla sağlanabilir.

Zulme karşı çıktığı için zulme uğrayan devrimci sol; kulaklarına, gözlerine, kalplerine zulmetmekten ne zaman vazgeçecektir? Ne zamana kadar Kur'an'ın getirdiği mesajı gündemine almamak konusunda inadını sürdürecektir.